Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de internetin hız kazanması, filmlere ulaşılabilirliğin kolaylaşması ve başta sinema olmak üzere görselliğe dayalı kitle iletişim araçlarının popüler kültür içindeki etkinliğinin artması sinema eleştirisi bağlamında da pek çok değişimi beraberinde getirdi. Özellikle küreselleşme öncesi süreçte filmlere ulaşım daha zor olduğundan, okurla yazar arasında kurulan ilişki de farklılık gösterir. Yazarların okurları bilgilendirmeye ve filmlere yönlendirmeye yönelik yazıları, kitle iletişimin sınırları genişledikçe daha da çeşitlenmeye başlar. Ana akım medyada sıklıkla yer alan Klâsik Film Eleştirisi’nin yanında farklı yaklaşımlar ortaya çıkar ve eleştiride de çeşitlilik görülür. Farklı yaklaşımların eleştiriye getirdiği zenginlik ve derinlik, son yıllarda ise tersine doğru bir seyir izlemekte.
Günümüzde, eleştirel yaklaşımlar arasındaki çeşitlilik daha çok bir kakofoniye dönüşmüş durumda. Bir yandan küreselleşmenin temel paradigmalarından olan ürün bolluğu ve çeşitliliğine rağmen kalitenin düşmesi ve ürünlerdeki sıradanlık, diğer yandan da kapitalizmin hegemonyasındaki tüketim kültürü belirleyici faktörler olmakta. Geçmişte, insanlar filmlere sınırlı erişim imkânına sahipken, günümüzde ise sınırsızlık söz konusu. Fakat bu sınırsızlığın da beraberinde derinlikten çok yüzeyselliğe, kriterden çok keyfiliğe, kaliteden çok sıradanlığa yol açtığını görüyoruz. Bu hızlı dönüşümü ve günümüzde sinema eleştirisinin geldiği noktayı Altyazı Sinema Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel şu şekilde yorumluyor:”Bugün film eleştirisi, büyük oranda serbest piyasa ve film pazarının isteklerine cevap veren bir kuruma dönüştü. Piyasanın talep ettiği oyunu oynamaktan geri durmuyor. Bu da şöyle bir oyun: Birtakım filmler var, bunların tıpkı bir market ürünü gibi iyi ve kötü olarak sınıflandırılması ve bu sınıflandırma üzerine birtakım gereksiz tartışmaların yapılması, hangisi iyi hangisi kötü, kim iyi oynadı kim kötü oynadı, şeklinde bir söz ve şahsi beğeni fazlalığı üretilmesi gerekiyor. Magazin programlarının ünlülerin kıyafetlerini değerlendirdiği bölümlerinden çok da farkı yok aslında bunun.” (1) Yücel, günümüzdeki eleştiriyi serbest piyasanın isteklerine karşılık veren bir kurum olarak yorumlarken, küreselleşmeyle birlikte iyice tüketim kültürüne eklemlenen ve onun bir parçası hâline gelen eleştirinin de değer kaybını ifşa ediyor.
Bu noktada, yazının ve soruşturmanın da merkezini teşkil eden sorulardan biri ortaya çıkıyor: Özellikle 1980 sonrası çehresi hızla değişen sinema eleştirisi, dengesi bozulan okur/yazar ilişkisi, filmlerin ulaşımında ve yaygınlaştırılmasında yaşanan gelişmelerin etkileri internet ortamında yayın yapan site ve bloglar ile gazete ve sinema dergileri arasındaki dengeyi nasıl etkiledi?
Gazetelerin kültür-sanat sayfalarının gittikçe küçülmesi, editöryal müdahalelerin artması, reklâmın giderek daha fazla önem kazanması gibi etkenlere bir de sinema eleştirisinin serbest piyasanın dişlilerinden biri hâlini alması eklenince doğal olarak gözler daha özgür ve serbest yayın yapan internet sitelerine ve bloglara kayıyor. Bu keşmekeşin içerisinde kalitesiyle öne çıkan, belli bir istikrar yakalayan ve içeriğiyle olduğu kadar üslubuyla da kendine has bir yeri olan bloglarla bu durumu konuştuk ve aşağıdaki soruların cevaplarını aradık. (Barış Saydam)
Sizce “iyi” bir eleştiri yazısı nedir ve nasıl olmalıdır?
Sinema bloglarını gazete ve sinema dergilerine kıyasla nerede görüyorsunuz?
Bloglarda yayımlanan eleştiri yazıları ile gazete ve dergilerdeki yazılar arasındaki temel farklar sizce nelerdir?
Ekşi Sinema – Eksisinema.com / Kaan Karsan
İnternetteki kaliteli sinema sitelerinden olan Ekşi Sinema’nın kurucusu Kaan Karsan, günde ortalama 2500 tekil ziyaretçisi olan ve sinemayla az çok ilgisi olan herkese hitap eden sitede, vizyonun düzenli bir şekilde takip edildiğini, bunun yanı sıra çeşitli dosyalarla da kendilerine özgür bir alan bıraktıklarını söylüyor.
1. İyi bir eleştiri yazısı mevzuya gerçekten hâkim olabilen bir yazar tarafından yazılmalıdır. Zira eleştiri kategorisinde yazılan birçok yazının kolay yoldan bir güzellemeye ya da sığ bir beğeni belirtecine dönüşmesi çok kolay. Üst başlık gerçekten “eleştiri” ise özgün okumalara kapı açan, “ben şunu sevdim, şunu ise sevmedim”in ötesine geçmeyi başaran ve filmi mümkünse bir ameliyat masasına yatıran bir yazı olmalıdır iyi bir eleştiri yazısı. Ancak eleştiri yazısı kavramının hiçbir şekilde belli bir forma sokulamayacağını ve bir formüle bağlı ifade edilemeyeceğini de eklemeliyim.
2. Sinema blogları ile gazete ve dergileri ayrı saflarda konumlandırıp bir karşılaştırılma yapılması bence pek mümkün değil. Zira bloglar arasında da kalite farkları var, gazeteler, dergiler arasında da... Blogların yazarlara genelde daha özgür bir ortam sağlamalarından kaynaklanan bir rahatlıkları oldukları söylenebilir. Bu bazen avantaj, bazen ise bir dezavantajdır elbette. Formata dair belli başlı kuralların olması bazen yazarına çok geniş bir alan sağlasa da, bu her zaman iyi bir sonuca yol açmıyor. Zira o geniş alanda kaybolmak da mümkün. İyi bir blog okuru olmamama rağmen, bazı blogların dertlerinden birinin de elbette ki kendilerini fazla ciddiye almamaları olduğunu söyleyebilirim. Kendini ciddiye alan, iyi yazarlar bulan bazı blogların da herhangi bir sinema dergisi kadar kaliteli içerik ürettiği aşikâr.
3. Basit bir matematikle açıklanabilecek en büyük farkları vuruş sayısı kurallarıdır sanırım. Dergiler, gazeteler her koşulda bu işi ciddiye alarak yapmak zorundalar. Blogların ise ilelebet ciddi olmak, belli kurallara dayanmak gibi bir dertleri yok genelde. Zaten bir sinema blogu açmak için sinemayı çok iyi bilmeye de gerek yok. Sinema Blogları derken kalite skalası çok geniş platformlar silsilesinden bahsediyoruz aslında. En iyi sinema dergisinin içeriğine yakın kalitede içerik üretebilen bloglar da var, bu işi sadece keyif için yapan bloglar da. Bu nedenle genel bir kanıya varmak oldukça zor bu konuda.
Sinematik Yeşilçam – Sinematikyesilcam.com / Utku Uluer
Fantastik Yeşilçam sineması üzerine eğilen ve ayda ortalama 15-30 bin ziyaretçisi olan Sinematik Yeşilçam sitesi ise, güncel Türk filmlerine de yer vermekle birlikte esas olarak Yeşilçam’a yoğunlaşan ve belli bir alanda uzmanlaşan bir yayın politikası benimsiyor. Türk sinemasıyla ilgilenen herkese hitap eden site, çeşitli makaleler ve dosyalarla da bu alanda özgün bir içerik sağlıyor.
1. Site açısından bakacak olursak biz genellikle film incelemeleri yapıyoruz. Bir filmi severiz veya sevmeyiz bu çok önemli değil. Biraz da kendimizi Yeşilçam’ın arkeolojisi üzerine eğilmiş araştırmacılar olarak gördüğümüz için bize göre iyi bir eleştiri o film hakkında ne kadar detaylı ve farklı bilgi verdiğimiz ile paralel. Siteden bağımsız olarak ben iyi bir eleştirinin iyi bir Türkçe ile de bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Ben eleştirirken filmleri mizahi bir şekilde ele almayı ve okuyucuyu da eğlendirmeyi seçiyorum. Pek çok eleştirmenin çok acımasızca saldırıya uğradığını ve nedense Türk okuyucularının eleştirmenleri linç etmeye eğilimli olduğunu düşünüyorum. Eleştirmeyi seven bir milletiz ancak tartışma kültürümüz çok zayıf.
2. Blog olarak bir fanzin mantığıyla blogumuzu yapılandırmaya çalıştık. Zaman sorunlarımız nedeniyle bir süredir siteye paralel bir fanzini erteliyoruz. Bu biraz da içeriğimizle ilgili bir durum. Ben özellikle dergileri çok önemsiyorum ancak genel olarak blogların ve dergilerin yeri ayrıdır; birbirleri ile ilişkili ama ayrı. Sayfa düzeni ve yapılandırma açısından dergiler çok daha özgür kalıyor. Ters Ninja, Modern Zamanlar dergisi ile işbirliği yaptı ve farkı gördük, biz sinematik fanzinler yapmayı plânlıyoruz ki bence üretimin olduğu yerler bunlar. Gazetelere gelince bundan iki yıl önce Yeşilçam’la ilgili bazı içeriklerde bazı gazeteler bizlerden “esinlenerek” yazılara yer verdiler. Şu an Türkiye’de en fazla okunan siteler gazetelerin siteleri ve sinema kısımlarında özellikle bloglardan içerik araklama durumu var. Maalesef Türk okuyucusu sinema dergilerine gereken değeri vermiyor ve bir şekilde derin içeriği cezalandırıyor. Öte yandan gazetelerin sinema bölümlerini ciddi sinema takipçilerinin pek önemsemediğini ve blogları takip ettiğini düşünüyorum.
3. Gazete ile çok derin fark var bence. Daha özgür ve detaylı yazabiliyorsunuz. Etkilemeniz gereken çevreler yok, ayrıca upuzun yazılar yazabilirsiniz. Tabii öte yandan bazı bloglar birbirinin kopyası siteler ve vizyon takip ederken birbirine benzer içeriğe sahip olarak gazetelerden farkları kalmıyor; ancak yine de bir medya kuruluşuna bağlı olmamak günümüzde sizi hep özgür kılıyor. Gazetelerde araştırmacı gazeteciliğin öldüğünü düşünüyorum. Dergilere gelince yukarıda da değindiğim gibi maalesef Türkiye'de dergi kültürü cezalandırılıyor. Benim arşivimdeki en önemli kaynaklar dergilerdir. Onların arasına dalıp derlemeler yapıyorum. Bazen, bazı yazı dizilerinin nasıl kitap haline gelmediğine şaşırıyorum hatta, ancak 2012 yılında bunun yok olmaya yüz tuttuğunu düşünüyorum. Bu noktadan yaklaştığımda da ben dergilerle blogları ayrı bir yere koymuyorum. Blog yazarlarının dergilerde yazması gerektiğini ve birbiriyle çok yakın, iç içe olduğunu düşünüyorum. Belki formatlar farklıdır ancak ben derginin blogtan bir sonraki adım olduğunu düşünüyorum. Açıkçası dijital dergiler beni oldukça umutlandırıyor.
Kahramanlar Sinemada – Kahramanlarsinemada.com / Hakan Tunga Kalkan
Aylık ortalama 30-35 bin kişinin ziyaret ettiği ve çizgi roman hayranlarına hitap eden Kahramanlar Sinemada sitesi, geniş arşivinin yanı sıra çizgi romanlar ve kahramanlar üzerine de bir başucu kaynağı durumunda. Vizyona giren süper kahraman filmleriyle ilgili sitenin kurucusu Hakan Tunga Kalkan’ın yazıları dışında, siteden çizgi roman dünyasıyla ilgili son gelişmeleri de takip etmek mümkün.
1. İki tür eleştiri yazısı olduğunu düşünüyorum: Filmin konusunu detaylı anlatan ve anlatmayan. Eğer bir filmi izlediyseniz tüm eleştiri yazılarını okuyabilirsiniz. Ancak bir filme gitmeden önce film hakkında SPOILER vermeyen eleştiri yazısı bulmak zor oluyor. 2008’den beri film eleştirisi yazıyorum ve mümkün olduğunca belli bir standart oluşturmaya çalışıyorum. Benim tercihim SPOILER vermeyen eleştiri yazmak yönündedir. Filmi seyretmeden önce beklentilerimi ve seyrettikten sonra hissettiklerimi yansıtmayı seviyorum. Oyunculuk, görsel kalite, müzikler gibi ana elementleri de kesinlikle yorumluyorum.
2. Gazete ve sinema dergileri arasında da farklılar olduğunu düşünüyorum. Zaten günümüzde pek sinema dergisi de maalesef kalmadı. Bir yandan da sinema dergilerini statik buluyorum. Bir bloga girdiğinizdeki renkli havayı veremiyor. Bu konuda yabancı dergiler blog görünüşüne daha çok sahipler. Dergilerin durumu sebebiyle geçtiğimiz sene ortasından beri sinema dergisi okumayı bıraktım. Dergiler yenilikten kaçıyorlar. Gazeteler ise bana göre daha çok köşe yazarları ile özdeşleşmişler. Her gazetede sinema bölümü bir kişiye ait gibi bir durum var. Bloglara gelecek olursak; öncelikle ülkemizde halen kaliteli sinema blog sayısının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Kaliteli olanlar disipline önem veriyorlar ve gerçekten uzmanlaşarak filmleri sizlere aktarıyorlar. Diğer sinema blogları ise fark yaratamıyorlar. Artık bir filmde kimler oynamış ve konusunun ne olduğunun anlatılması yeterli olmuyor. Sinemayı yaşamının parçası haline getirenler, uzmanlaşma yolunda ilerleyen blogları takip ediyor. Bir başka konu ise blogların gücü konusudur. Bloglar dendiği kadar etkili ve güçlü mü? Bence ülkemizde henüz değil çünkü uzmanlaşmış içeriğe ihtiyaç duyan okuyucu sayısı fazla değil. Ülkemizde çizgi romanları çizerler okuyor, sinema bloglarını da diğer blog sahipleri takip ediyor gibi bir durum söz konusu. Blogları disipline edecek en önemli etkenin daha çok takipçi olduğuna inanıyorum. Bunun için de daha çok bilinçli okuyucu gerekiyor.
Ters Ninja – Tersninja.com / Ege Görgün
Sadece içeriği ve kendisine has üslubuyla değil, aynı zamanda diğer blogları tek bir çatı altında toplama çabasıyla da internette öne çıkan ve aylık ortalama 100 bin ziyaretçiye ulaşan Ters Ninja, “sinemaya gönül veren, okumayı, bilmeyi seven, sinemanın dışında sanat dallarına ilgi gösteren, birey olabilmeyi becermiş organizmaları” hedef kitle olarak belirleyen ve popüler kültürden aldığı keyfi okurlarıyla paylaşmayı amaçlayan yazarlardan kurulu.
1. Okumaktan keyif alacağım, sinemayla birlikte farklı sanat dallarına ait eserlerle de köprü kuran ve seyrettiğim film hakkında ufkumu açan, analizlerle bana görmediğimi gösteren ya da gördüğüme farklı yorumlar getirebilen bir yazıdır. Sıkıcı; diliyle, imlasıyla, üslubuyla kötü yazılmış bir metin ya da benim gördüğümü bana anlatan sığlıktaki bir yazı değil yani.
2. Sinema blogları popülist olmak durumunda kalan ve sınırlı sütunlara sıkışmış olmasından kelli sakatlanmış yazılar içeren gazetelerin önünde, bana kalırsa. Dergilerin de önünde, çünkü dergiler yıllardır aynı kişilerin rutin şekilde yazdığı yerler durumda. Rutin, bir noktadan sonra üretimi kalitesizleştirir. Bu kalitesizleşmenin önüne geçebilecek editöryel yapılanmaya da sahip değil dergiler. Satmıyorlar da zaten. Ya kapanıyorlar, ya az eleman-düşük maaş-telif prensibiyle hayatta kalıyorlar, ya da bir taraftan sübvanse ediliyorlar. Tabii bu kıyaslamaları iyi sinema bloglarını düşünerek yapıyorum. Ben şahsen sinemayı yalnızca bloglardan takip ediyorum. Sinema dergisi almayalı epey bir zaman oluyor. Eksikliğini de hissetmiyorum.
3. Gazetelerdeki eleştirilerin sıkıntısını söyledim yukarıda. Dergilerde durum daha rahat. Yer sıkıntısı yok, popülist olma zorunluluğu yok. Ancak dergilerde çıkan eleştirilerle, rüştünü ispatlamış bloglardaki eleştiriler arasında belirgin bir fark yok. Çünkü bloglar da bu avantajlara sahip. Kimi zaman fark oluyorsa da yazılan yerden değil, yazan kişiden kaynaklanıyor.
Toy bloglar söz konusu olduğunda bir fark oluşuyor elbette. Dergide yazanlar yayıncılık disiplinine blog yazarlarından daha sahipler. Bu editöryel disiplin teknik anlamda bir üstünlük (Türkçe ve yazı yapı bilgisi) getirdiği gibi, üslup konusunda da sağlıklı bir otokontrol sağlıyor. Blog yazarlarının çoğunda bu otokontrol mevcut değil. Bu yüzden henüz yirmi yaşında olmasına rağmen dünyanın en büyük sinema yazarıymış havasında yazılar yazanlar olabiliyor bazen. Kendilerini hem yazar hem eleştirmen hem editör zanneden bu toy arkadaşlardan bolca var. Zamanla kendini geliştirip iyi noktalara gelenler mutlaka olacaktır içlerinden ama “ben olacağım” değil de “ben oldum” diyenler mutlaka bertaraf olacaktır.
Öteki Sinema – Otekisinema.com / Murat Tolga Şen
Alanında uzmanlaşmış sitelerin en eskilerinden olan Öteki Sinema, yedi yıllık birikiminin sonrasında ayda 500 bine yakın sayfa gösterim rakamına ulaşmış, yerli/yabancı pek çok sinema sitesinden fazla takipçisi olan bir site görünümünde. Kendi alanındaki vizyon filmlerine de sayfalarında yer veren site, Murat Tolga Şen’in tabiriyle daha çok tarihin tozlu raflarında gezinerek, “naftalin kokulu” bir site olmaya özen gösteriyor ve içeriğini daha çok eski filmlerden hazırlıyor.
1. Her şeyden önce samimi olmalı. Yazar ne kadar çok bildiğini göstermek, hava atmak derdinde olmamalı. Hollywood üretimleri için konuşuyorum; filmin hedef kitlesini tahlil edip ona göre bir rota tayin etmeli. Mesela, çizgi roman uyarlamalarına düşman bir yazar tanıyorum. Onun hiçbir film eleştirisini ciddiye alamıyorum bu yüzden. Sinemanın ideolojisi olur ama yazarın olmaz. Filmi sadece “sinema olma” haliyle değerlendiremeyen eleştirmenler yüzünden bir sürü iyi filmi görmezden gelmek zorunda kalıyor ya da beş para etmez bazı filmlere başyapıt muamelesi gösterip, festivallerde baş tacı ediyoruz. Sinema yazarı sorumludur ve Türkiye’de bu mesleğin erbapları gücün karanlık tarafına geçeli çok oldu. Blogları bu anlamda son savunma hattı gibi görüyorum. Sinemayı her şeye rağmen koruyorlar ve yüceltiyor. Blog yazarlarının tartısı çoğu zaman hakkaniyetlidir.
2. Bloglar bağımsız medya ama gördüm ki bu bağımsızlık çok kırılgan. Bir festival ya da basın gösterimi daveti blog yazarını kendinden geçirip samimiyetini zedeleyebiliyor. Ciddiye alındıklarını düşünüp şımarıyorlar, çünkü yapanların çoğu çok genç…
Son zamanlarda bloglara dadanan reklâm içeriği yüzünden bazı bloglar değerini ve samimiyetini kaybetti gözümde ama yine de en sıkı saptamaları sözlüklerde ya da blog yazarlarının yazılarında okuyorum. Blogdan en azından bu ülkede para kazanılmaz. Bunu kafaya sokup yola öyle çıkmak lazım.
Neyse ki festivaller artık eskisi kadar katı değil. Kendimle birlikte Ege Görgün’ün bu konuda en çok uğraşan insanlar olduğumuzu düşünüyorum. Öteki Sinema, Altın Koza ve Altın Portakal’a (ve daha bir sürü festivale) basın sponsoru oldu. Ters Ninja güzel okunuyor, kıymet buluyor, onlar da festivallerde, yani blogcular artık festivallerde. Ekşi Sinema, Kültür Mafyası ve başka siteleri de festival yönetimlerine önererek bu anlamda destek verdik ama gençlerin kendilerinin de yapmaları gereken çok şey var. Fazla hevesli değiller sanki. Bir de blogculuğu nihai bir şey değil de bir geçiş aracı olarak görüyor çoğu…
Ben büyük sitelerde de yazan bir sinema yazarıyım ama kendimi her zaman bir blogcu olarak görüyor ve Öteki Sinema’yı devam ettiriyorum. Çok iyi blogların bir süre yayın yaptıktan sonra sona erişini görmek üzücü… Gençler çok büyük hayallerle çıkıyor yola ama o yıldızların hepsi sandıklarından daha uzakta ve hiçbiri aslında o kadar parlak değil.
3. Blogcu arkadaşına yazar gibi yazabiliyor, çoğunlukla da öyle yapıyor. Rahatlıkla bir filmi sevmediğini, hatta nefret ettiğini belirtebiliyor. Hâlbuki konvansiyonel medyada yazan bir kalem bu kadar rahat değil. Kerem Akça’yı, Özen Film bir eleştirisi yüzünden mahkemeye vermişti.
Sanırım bloglar henüz çok ciddiye alınmıyor ama bana göre bizim işimize gelir ve daha rahat bir hareket alanı sağlar bu durum. Ayrıca dergi ve gazetelerde çok fazla sinema yazıldığını düşünmüyorum. SİYAD’lı ağır toplara rağmen çok sığ bir sinema yazarlığı hâkim ana akım medyaya… O haftanın filmlerini görüp geçiyorlar, başka hiçbir şey yok! Hepsini okuyorum ama heyecanlanmıyorum. Bir filme gitme kararımı genelde blog yazarları ve sözlük yorumları üzerinden veriyorum, seyirci de öyle yapıyor. İyiden iyiye bir bültencilik musallat oldu bu medyaya… Bir tek Ali Murat Güven’i takip ederim ki o da sinema yazarlığını bırakmanın arefesinde… Entelektüel faşizmin en berbat halleri sanırım sinema yazarlığı mecrasında yaşanıyor.