Altyazı Aylık Sinema Dergisi yazarlarınca gerçekleştirilen !f İstanbul Altyazı Tartışmaları’nın beşincisi 16 Şubat günü Salt Beyoğlu ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Senem Aytaç, Gözde Onaran ve Övgü Gökçe’nin konuşmacı olduğu tartışmada, belgesel dünyasının avangart yönetmenlerinden Chris Marker’ın Sans Soleil (Güneşsiz) filmi ele alındı. Katılımcıların izleme deneyimlerinin, çıkardığı anlamların çoğulcu bir şekilde tartışıldığı etkinlikte Chris Marker’ın zaman felsefesinden, teknoloji hakkındaki görüşlerine, belgesel sinemaya getirdiği yeniliklerden tarih anlatısına kadar birçok konu ele alındı.
Konuşmasına Chris Marker’ın 40’lı ve 50’li yıllarda yaptığı ilk çalışmalarla başlayan Senem Aytaç, Marker’ın yazı, fotoğraf, dijital görüntü gibi birçok elementi kullandığını belirtti. La Jetee’nin Marker’ın en çok izlenen filmi olduğu belirtilen konuşmada, Marker’ın turistler için hazırladığı rehber kitaplarla seyyah yönü vurgulandı. Aytaç’ın anlatımına göre Marker: Filmografisinin ilk döneminde de seyahatleri filme alan yönetmen, 68 yılına doğru politize olup bir film kolektifi kurar. Arkasına yaslandığı Sovyet sinemacılardan etkilenen Marker, dönemin auteur anlayışının tersine işçilerin eline kamera verip yaratıcı yönetmen kavramıyla oynar. 70’lerde kişisel filmler yapmaya başlayan Marker sonrasında enstalasyon ve dijital görüntüler yapıp bugünkü video sanatının temellerini atıyor.
Chris Marker’ın teknolojiye olan merakının vurgulandığı konuşmada, Marker’ın son çalışmalarında bilgisayar dünyasının interaktif yapısına el attığı belirtildi. Teknolojiye ve kente bakışından Marker’ın Güneşsiz’i ile Wim Wenders’in yine Tokyo üzerine olan Tokyo-Ga filmi karşılaştırıldı. Güneşsiz’in melankolik olmasına rağmen teknolojiye karşı olmadığı belirtilen konuşmada, Wenders’in tam tersine “teknoloji nedeniyle nereye gidiyoruz” sorusunu daha çok sorduğu ifade edildi. Şu anki sosyal medya çağında Marker’ın ne düşünebileceğini soran bir seyirciye konuşmacılar, Marker’ın olumlu yaklaşacağı cevabını verdi. Facebook’un yeni bir tarih, arşivleme ve hatıra oluşturup oluşturamayacağı hakkındaki soruya ise konuşmacılar, Marker’ın görsel arşivin hiçbir zaman hafızanın yerini tutamayacağını düşündüğü cevabını verdiler. Sinema icat edildiğinden bu yana yapılan tartışmalara Marker’ın benzer bir tepki verdiğini ve şu anki ortamda da benzer bir tutum alacağını belirttiler.
68 kuşağı sinemacılarının Adorno ve Horkheimer’in açtığı tartışmaları sinemaya kanalize ettiği söylenen konuşmada, Chris Marker’ın da Yeni Dalgacıların çekirdek kitlesiyle ilişki içinde olduğunun altı çizildi. Belgeselcilerin, kurmaca filmler yapan Yeni Dalgacılara göre politik olarak daha angaje olduğu belirtildi. Marker’ın filmi yapan yönetmen olarak kendi bakış açısını da yansıttığı filmlerinde, “essay film” (deneme film) tarzını oluşturduğu da konuşuldu.
Elindeki tüm belgesel malzemesini “normal” belgesel formunda kurgulayabilecekken deneysel bir işe kalkışan Marker’ın tarihi kimin, neye göre yazdığı sorusuna götürdüğü belirtildi. Bugünkü çağdaş sanatçıların Chris Marker’ın paltosundan çıktığı ifade edilen konuşmada, Marker’ın biçimsel yeniliklerinin üzerinde duruldu. (Kültigin Kağan Akbulut)