Müzik, ses, görsel kolaj işleriyle tanınan sanatçı Christian Marclay’in 24 saatlik video işi The Clock artık İstanbul’da. The Clock sinema tarihinden saati gösteren, zaman ya da zamanın akışı hakkındaki binlerce sahnenin yeniden kurgulanmasından oluşuyor. 24 saatlik bu iş (pazartesileri hariç) 9-25 Mayıs tarihleri arasında Salt Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da aralıksız gösterilecek. Christian Marclay üç yıl boyunca altı sinefil asistanla birlikte çalışıp sinema tarihini didik didik etti. The Clock ilk olarak Londra’da White Cube galerisinde gösterildi. 2011 yılındaki Venedik Bienali’nde Altın Aslan ödülü alarak en iyi sanatçı unvanını Marclay’e getirdi.
The Clock temelde bir kolaj çalışması. Gösterildiği ülkenin yerel saatine göre işliyor, yani bir yandan da aslında adı gibi bir saat. Dünya sinema tarihinden tür, ülke sınırı olmaksızın birçok filmden sekanslar perdede yerini alıyor. Ben izlediğimde Uzak’ın Mahmut ve Yusuf’u fotoğraf çekmek için camide öğle namazının bitmesini bekliyordu mesela. The Clock şimdiye kadar eleştirmenlerden pek çok övgü aldı. Peki, neden? İlk sebep kurgusu olmalı. The Clock’ta sekanslar bir nevi sıkıca örülmüş bir dikiş gibi iç içe geçmiş. Bir filmin sekansı bazen başka bir filme karışabiliyor, bir oyuncuyu başka bir filmiyle tekrar görülebiliyor. Hepsini birleştiren tek şey ise aynı zamanda geçmeleri… Kurgunun başarısındaki bir etken de ses tasarımı. Ses kurgusunu Quentin Chiappetta ile çalışan sanatçı filmler arasındaki geçişi oldukça iyi tasarlıyor. The Clock’u sadece bir kurgu dersi olarak bile izlerseniz, yine de çok şey kazanırsınız. Ses/müzik kurgusu ile görsel/film kurgusu arasındaki benzerlikler ve farklılıklar konusunda Marclay basın toplantısında ses kurgusunun daha esnek ve rahat çalışılabilir olduğunu belirtti. “Kurgu sırasında sesi yavaşlatıp hızlandırabilirsiniz ve bu dinleyiciyi rahatsız etmez. Film görüntülerinde hızlandırma/yavaşlatma yapmak ya da renklendirme yapmak ise göze batar. Ses çalışırken bu işlemler daha doğal görünür.” sözleriye The Clock’un kurgusu hakkında doneler sundu. Marclay, elindeki görsel neyi dikte ederse o şekilde kullandığını belirtti.
Bütün bunların yanında The Clock aslında ne anlatıyor? Christian Marclay zaman konusunda kişisel hissiyatını “50 yaşına geldiğinizde zaman hakkında daha fazla şey düşünmeye başlıyorsunuz ve zamanın aktığını daha yoğun hissediyorsunuz” diyerek belirtti. Ve bu işinde asıl merak ettiğinin gelecek nesillerin zamanla olan ilişkisi ve The Clock’u nasıl görecekleri olduğunu söyledi. Bunun dışında filmin ve sanatçının bir tema dikte ettiğini söyleyemeyiz. Her seyircinin zamanla olan ilişkisine göre şekillenecek bir yapısı var. Filmi izlemeye başladığınızda ve kurguya gözünüz alıştığında bir rahatsızlık hissediyorsunuz. Bu noktada Marclay’in “Bir sinema filmine zamanı unutmak için girersiniz. Fakat burada zamana hapsoluyorsunuz” sözleri üzerine düşünmek gerek. Karşınızda devamlı zamanın geçtiğini gösteren bir film var. Günün temposu içinde izlediğiniz film size devamlı zamanın aktığını ve filmi bırakıp dışarı çıkmanız gerektiğini söylüyor. Fakat biraz rahatlayıp da filme devam ettiğinizde hem filmin içindeki zamana hapsoluyorsunuz hem de yapmacık zaman algımızın dışına çıkmış oluyorsunuz. Filmlerden seçilen sekanslar aynı zamanda sinema tarihinin, dolayısıyla modern insanlık tarihinin zamanla olan ilişkisinin de anlatıldığı sahneler. Sabah saate bakıp yataktan telaşla fırlayanlar, öğle yemeği için buluşanlar, sıkıntıdan saate bakanlar ve bütün bu hengâme içinde zaman üzerine konuşan insanlar. The Clock bir yandan da modern insanın zamanla ilişkisine dair bir antoloji. Ancak sabit, değişmez, kütüphaneye kaldırılıp unutulacak değil, her seferinde yeniden sorgulatmak için hazırlanmış yaşayan bir antoloji.
Peki, The Clock’u nasıl izlemeli? Video işlerine reva görülen şekilde şöyle bir bakıp geçmeli mi? Sanatçıya göre bir izleme formülü yok. “Başı ve sonu olmayan filme ne zaman girerseniz film o zaman başlıyor, ne zaman filmden çıkarsanız da film o zaman bitiyor.” Marclay, “Kimseyi filmin tamamını izlemeye zorlamıyorum” diyor. Filmin (ve sanatçının) seyirciye bıraktığı bu özgül alan film izleme deneyiminin de bir parçası aslında. Seyircinin filmle kurduğu ilişki filmi yeniden tanımlıyor. Salt’ın Açık Sinema’sının bu iş için sinema salonundan lounge havasına dönüşmesi (seyircilerin yeme içme özgürlüğü, ücretsiz kahve vs.) filmde uzun süreler kalmak için bir sebep. Kısacası The Clock 24 saat yaşayan İstiklal Caddesi’ne bir meydan saati gibi yerleşiyor. (Kültigin Kağan Akbulut)
Görsel Bilgileri:
Christian Marclay
The Clock (enstalasyon görüntüsü), tek kanallı video, 24 saat, 2010.
SALT Beyoğlu, İstanbul (9-25 Mayıs 2014)
©Christian Marclay. Paula Cooper Gallery (New York) ve White Cube (Londra) izniyle.
Fotoğraf: Mustafa Hazneci