Güney Kore sineması denince akla -en azından uluslararası arenada, özellikle de festivaller sayesinde- melodramatik aşk filmleri yanında, bolca şiddet ve kan içeren intikam hikâyeleri geliyor. Özellikle İhtiyar Delikanlı (Oldboy, 2003), Ölümcül Takip (Chaser, 2008), Şeytanı Gördüm (I Saw the Devil, 2010), Ölüm Denizi (The Yellow Sea, 2010) gibi son dönemde öne çıkan filmler güçlü sinematografileri kadar anlattıkları hikâyelerle de dikkat çekiyor. Şiddetin, yozlaşmanın, intikam hırsının ve ters köşelerin yer aldığı bu filmlere ait toplumsal bilinçdışı bize bir şey anlatıyor olabilir mi?
Korecede başka dillere tercüme edilmesi pek de mümkün olmayan bir kelime var: Han. Han kelimesinin birçok karşılığı olduğunu söylemek yerine bütün karşılıklarını içerdiğini söyleyebiliriz: İçinde keder de var, baskı da, tecrit olma da, öcü alınamamış haksızlık da, yalnız kalma hali de; üzüntü, yas ve pişmanlık da. Kore’ye özgü bu kelime ruhsal bir duruma da atıf yapıyor. “Han” hali pasif bir hal olarak öznenin istemediği, içinden de çıkamadığı bir ruhsal durumu ima ediyor. Kelimenin bütün anlamları öznenin söz konusu hali yaratan sebeplerin dışında kaldığını gösteriyor. Keder, baskı, tecrit, yas… Öznenin talepleri dışında oluşan duygu durumları. Söz konusu kelimenin -ve elbette ruh halinin- sebebinin Güney Kore’nin tarihi ile yakından ilgili olduğu söyleniyor: Yıllarca işgal altında, başka kültürlerin baskısı altında, kendi kültürel değerlerini kaybetmekle yüz yüze kalmış bir ülkenin “han” içinde olması anlaşılmıyor değil. (Celil Civan)
(Yazının tamamını Hayal Perdesi’nin 59. sayısında okuyabilirsiniz.)