Söyleşi
Kalkedon Yayıncılık SÖYLEŞİ:Barış Saydam "Dünyada kitap olgusunun geldiği yer açısından Türkiye’de de benzer bir süreç var. Daha çok tüket ve ortadan kaldır türü kitaplar, yani kitaplığa konulmayacak tarzda kitap yayıncılığı başladı. Biz bunun dışında, asıl olarak kütüphanelik kitap yapmaya çalışıyoruz."
11.07.2011 Kalkedon Yayıncılık'la Sinema Kitapları Üzerine

Kalkedon Yayıncılık’ı çoğu kişi Monthly Review dergisiyle ve bu dergi çizgisinde çıkarılan sol eğilimli kitaplarla tanıyor. Siyaset, politika ve eğitim alanlarının dışında, Kalkedon son dönemlerde tarih, medya ve sinema alanlarında da önemli seriler yayınlamaya başladı. Bizler de bu seriler hakkında daha geniş bilgi sahibi olmak, Kalkedon Yayınları’nı daha yakından tanımak adına başta kitapları yayına hazırlayan Hakan Tanıttıran olmak üzere, yayınevinde çevirmen olarak görev yapan Onur Gayretli ve Ali Toprak’la konuştuk. Kalkedon Yayınları’nın çıkardığı sinema kitaplarından sohbete başladık; Doğu Asya sinemasına ve Hollywood yeniden çevrimlerine kadar uzandık.

 

 

Sinema kitapları yayın politikanızda ne kadar yer kaplıyor?

 

Hakan Tanıttıran: Akademik bir kaygımız da vardı; yani sinema okumak, film okumak gibi alanlardaki yeni gelişmeler, sonra Türkçe’de fazla olmayan ama bugün dünya sinemasında çok yer bulan Asya, Doğu Asya, Uzak Asya Sineması’nın ürünlerini, yönetmenlerini tanıtan bir seri yaptık.

 

Asya Korku Sineması’nı Onur Gayretli çevirdi. Onun dışında Doğu Asya Sineması var, Ghibli Stüdyosu var. Bu seri devam edecek. Çok popüler olmayan ama önemli gördüğümüz kitaplar çıkacak. Özellikle bağımsız sinemanın yönetmenleri ve ürünleri üzerine bir çalışmamız var. John Cassavetes’ten Dario Argento’ya kadar bir korku, gerilim, bağımsız sinema kitapları serisi çıkacak. Ona ek olarak kısa film yapma, düşük bütçeli filmler, hatta Türkiye’de hiç bilinmeyen “Carry On” filmlerini anlatan kitaplar da var. Onun dışında yönetmen kitapları var; David Lynch, Cassavetes gibi yönetmenlerle ilgili kitaplar yayına hazırlanıyor. Bunu geliştireceğiz elbette.

 

Anladığım kadarıyla kitapları basarken çok fazla satış kaygınız yok. Sonuçta sinema kitapları en az satan kitaplar arasında. Nijat Özön eskiden yayıncıların “vebadan kaçar gibi” sinema kitaplarından kaçtığını söylerdi, durum bugün de çok farklı değil esasında.

 

Hakan: Sinema kitaplarından büyük beklentilerimiz yok. Ama biz kendisini döndüreceğini düşünüyoruz meraklıları açısından. Zaten kitap meraklısına yapılan bir şeydir. Dünyada kitap olgusunun geldiği yer açısından Türkiye’de de benzer bir süreç var. Daha çok tüket ve ortadan kaldır türü kitaplar, yani kitaplığa konulmayacak tarzda kitap yayıncılığı başladı. Biz bunun dışında, asıl olarak kütüphanelik kitap yapmaya çalışıyoruz. Aldığınız zaman, okuduktan sonra saklamaya ve kendisinden sonraki kuşaklara aktarmaya değer olabileceğini düşündüğümüz kitaplar basmaya çalışıyoruz. Sinema serisinden de çok şey beklemiyoruz, hatta hiçbir şey beklemiyoruz. Yayın politikamız olarak, bazı kitaplardan gelir sağlıyoruz ve o sağladığımız gelirle, gelir sağlayamayacağımız alanlara yöneliyoruz. Bu, bizim çizgimiz. Önümüzdeki dönem açıkçası bunun biraz gelişeceğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de de dizi sektörü, televizyonla ve sinemayla buluştuğu andan itibaren bayağı para getiren bir şey hâline geldi. Herkes yönetmen olmak istiyor, herkes sinemacı olmak istiyor, herkes para kazanmak istiyor.

 

Doğu Asya Sineması, Asya Korku Sineması, Bağımsız Sinema gibi kitaplar sinema alanında belli bir boşluğu doldursa da, daha çok giriş niteliği taşıyan, tanıtım ağırlıklı kitaplar. İleride sinema kitaplarında da daha derin ve çözümlemeci kitapların çevrilmesi düşünülüyor mu?

 

Onur Gayretli: Kuramsal açıdan çok derin kitaplar basılıyor mu, ona bakmak lazım aslında.

 

Hakan: Şöyle düşünmek lazım. Asya korku sinemasının izleyicisi çoktur, hastaları vardır. Ama Türkiye’de bunun külliyatı basılı olarak yoktu. Yani hangi yönetmen ne tür şeyler yapıyor, Japonya’da Godzilla neyi anlatıyor, Godzilla’daki yıkım sahneleri nerden besleniyor, işte 1945 atom bombasıyla ilişkisi… Bu tür şeyler fazla bilinmiyor. Bunlara öncelik verdik, çünkü hiç bilinmeyen bir şeyi kuramsal olarak ya da derin kitaplarla açıklamak mümkün değildi. Bir de sıkıcıdır, okunmaz zaten.

 

Ali Toprak: İlk etapta üniversitelerdeki arkadaşlara gönderdik, onlardan yorum aldık. Onlar da bölüme giriş açısından birçok öğrenciye yararlı olacağını söylediler. Medya Çalışmaları da yine 1. sınıflara yönelik.

 

O yüzden dedim biraz da, bir seri olarak bunun devamı düşünülüyor mu diye.

 

Hakan: Evet, zamana yaydığımız elli kitaplık bir serimiz var. Daha sonra sinema kuramıyla ilgili çalışmalara da yer vereceğiz. Ama önce sinema alanında kendimize bir yer edinmemiz lazım.

  

 

 

 Bundan sonraki süreçte peki sinemayla ilgili hangi kitaplar yayınlanacak?

Hakan: Önümüzdeki ay çıkacak olanlar; Neo-Noir Sineması, Carry-On Filmleri, Korku Sineması, Düşük Bütçeli Filmler Nasıl Yapılır? Daha sonra Charlie Kaufman, Sessiz Sinema, Animasyon Sineması, David Lynch Sineması, Fransız Yeni Dalgası, Sinema Hareketleri, John Cassavetes Filmleri, Samuray Filmleri, Doktor Who, Spaghetti Westernler, Tarkovski Sineması, Devrim Sineması, Belgesel Filmler (yaklaşık 600 sayfalık kapsamlı bir kitap) var. Bir de henüz İngilizce baskısı yapılmayan kitaplar var, onları da İngilizlerle aynı dönemde eşzamanlı olarak çevireceğiz. Seçtiğimiz başka kitaplar da var; Deleuze ve Sinema, Adorno ve Sinema, Gramsci ve Sinema gibi biraz daha meraklısına yönelik çalışmalar da var. Onlar tabi 2012 programında.

 

Son olarak sizlerin eklemek istediği şeyler varsa, onları da alabiliriz.

 

Hakan: Mesela Asya Sineması’yla ilgili konuşmak lazım. Önemli bir alan ve Batı’da Asya Sineması’nın bir hegemonyası oluşmuş durumda ve Batı kültüründen daha farklı bir kültürden besleniyor bu sinema.

 

Tutmasının nedenlerinden belki de biri bu.

 

Hakan: Öyle ama zaten Batı’nın kültürünün geçmişi çok yakındır. Mesela Amerikan kültürünün 300-400 yıllık bir serüveni vardır. Ama Çin kültürünün on bin yıllık, yani bilinen tarih açısından 3-4 bin yıllık, ama daha derin olarak on bin yıllık. Şimdi on bin yıllık bir tarihsel süzgecin içinden süzülerek gelen bir aktarım sinemaya geldiği zaman etkileyici bir başarı oluyor. Sadece Hollywood gibi görsel efektlere ya da büyük prodüksiyonlara dayanmasa da, ki aslında Uzakdoğu sinemasında da başladı,  çok ciddi bir tarihsel arka plandan besleniyor Asya Sineması. Bence gücü oradan geliyor.

 

Ali: Japonya mesela teknolojide bir numara, ama filmlerde mümkün mertebe teknolojiyi sınırlı tutuyor. Kültürünü korumak açısından. Daha çok kendi hikâyelerinden, masallardan ve yerel şeylerden besleniyorlar. O da güçlendiriyor.

 

Onur: Andy Richards Asya Korku Sineması kitabında onu vurguluyor zaten. Hollywood gibi efekti yoğun filmlerden ziyade mistik öğelerle, Budizm inancıyla bezenmiş, onun yarattığı birtakım halk hikâyeleriyle, efsaneleriyle oluşturulmuş bir Asya korku sineması özelliğinden bahsetmek mümkün. Japonya dışında Hong Kong ve Kore’de de bu çok yoğun. Bunu en iyi kitapta Halka (Ringu, 1998) örneğinde vermiş. Ben onu çok fazla benimsemiştim. Hollywood yeniden çevrimi Halka, ki aslında Halka 2 (2005)’yi yine Hideo Nakata çekti, efekti yoğun olmaktan kurtulamaz. Bu filmden yola çıkarak diğer Hollywood filmleri için de bir genelleme yapmış; filmin içindeki karakterlerin günlük yaşamları devam ederken belirli anlarda seyirciyi hoplatmayı tercih eden bir sinema sektörü olduğundan bahsediyor. Yine Halka örneğinde, Halka’nın birinci filminde hayalet imgesinin sadece filmin başında ve sonunda gözükmesine rağmen, seyirciyi filmin içine hapseden bir yapıdan, sinema kurgusundan bahsediyor.

 

Hakan: Asya Sineması’nın sinema sektöründe yer bulmasının bir başka nedeni, derin kültürel aktarım dışında, pazarlama şirketlerinin Doğu Asya sinemasına el atması ve bunu Batıya pazarlamasından kaynaklanıyor. Yani kapitalizm girdiği ve bundan para kazanmaya başladıkları andan itibaren Asya sineması Batıda kendine ciddi bir yer buldu, yeniden çevrimlerle özellikle.

 

Batıdaki türü de hareketlendiriyor aslında. Örneğin, Avrupa’da yeniden korku sineması canlandı.

 

Hakan: Hareketlendiriyor tabii. Benim çocukluğumda Dario Argento filmleri çok şeydi; mesela Suspiria (1977), Şeytan (The Exorcist, 1973) vb. filmler. Biz zaten Argento kitabına üst başlık olarak “Korku ve Gerilim Sinemasına İtalyan Dokunuşu” yaptık.

 

Tabii Argento da giallo geleneğinden geliyor.

 

Hakan: Evet, giallo geleneğinden geliyor ve oradan besleniyor. Hatta o “sarı film” dediğimiz giallolar Batıda da Argento’yla anlam kazanıyor. İtalyan sinemasının özellikle Batıda erken dönem korku sinemasında çok etkisi var. Ama yine de pazarlama şirketleri, kapitalizmin kendisi, para kazanmaya başladığından itibaren Doğu sinemasını Batıya taşıdı. Ama bunu taşırken de tabii kabul etmek gerekir ki, bunları Doğunun o güçlü geleneğinden uzaklaştırıyorlar ve Batının algısına yakın bir sunumla yeniden çekiyorlar. İşte Onur’un dediği gibi görsel efektler, ses efektleri ve bilgisayar efektlerini aşırı derecede kullanarak, “büyük prodüksiyon” filmler gibi sunuluyor. Zaten Batıda o pazar böyle şekillendi.

 

Onur: Bu yaptığı şeyle meseleyi toplumsal bağlamından da kopartıyor.

 

Hakan: Tabii şimdi Godzilla’yı Batıda anlatırken, Amerikan atom bombasının atılmasından doğan etkileri Batıda makaslıyorlar.

 

Ali: Film, Batıda 21 dakikaya yakın makaslanıyor.

 

Hakan: Yani o korku ve yıkım görüntülerini, Japonya’da büyük bir travma yaratan atom bombasının etkilerini göstermiyorlar yeni çekimlerde. Çünkü onu anlattığı andan itibaren kendi toplumuna aslında “bizim yıkımımızdan dolayı bu olmuştur” mesajı vermek istemiyor.

 

Bir de Batıda sinema biraz da günlük aktüel, siyasi ve politik sürecin hazırlanışında kullanılmaya başlanıyor. Benim bu konuda çok dikkat ettiğim şeyler var; mesela 11 Eylül meselesi, Afganistan müdahalesi vs. Bunun öncesinde hangi filmler vardı diye baktığımızda, mesela Pearl Harbor (2001)’da şöyle anlatılıyordu; bir saldırı oluyor ve ona karşı Amerikan halkının nefsi müdahalesi ve karşı saldırısı, bombalamalar, kahramanlıklar… İşte 11 Eylül’de Amerika’ya karşı bir saldırı, akabinde Afganistan’a ve diğer Taliban güçlerine karşı Irak’ta yapılan harekâtlar hep bunun arkasında gelişti. Hollywood, bir tür Amerikan emperyalist politikasının öncülünü hazırlıyor. Birçok filmde bunu söyleyebiliriz. Yani bunu uzun uzun konuştuğumuzda, önce filmle, romanla, kültürle giriş yapıyorlar ve ondan sonra da bunun politik kısmı devam ediyor. Bir tür hazırlama misyonu da güdüyor şu anda. Doğu sinemasında bu yoktur mesela. Doğu’da da emperyal eğilimler vardır; ancak o tarihten beslenme durumu Amerikan emperyalizmi kadar güçlü ve saldırgan bir siyaset olmadığı için daha yavaş yayılmacı bir şekildedir.

 

Doğuda da ama son zamanlarda Batının ilgisini çekebilecek tarzda filmler çekme pratiği artıyor.

 

Hakan: Tamamen duygusal. (gülüyor) Mesela düşünsene, Jackie Chan bir Asya figürüyken artık bir Hollywood figürü. Geri dönüp Hong Kong’da bile çekse filmlerini, artık bir Batı figürüdür ve Batı figürünün buraya taşınmış hâlidir. Kendine benzetiyor yani. Kapitalizm kendi suretinden bir dünya yaratır; Marx’ın Komünist Manifesto’da söylediği gibi. Sinemada da bu böyledir. Yani kendisine benzetir, diğer bütün farklı olanları ortadan kaldıran, ayrıştıran, tek tipleştiren ve kendisine uyarlayan bir süreç vardır. Bu kapitalizmde içseldir, buna ancak kültürel bir direnişle karşı çıkmak mümkündür. Onun için de Doğu sineması bu açıdan da önemlidir. Kendi varlığını koruması açısından.

 

Asya sinemasıyla ilgili peki daha geçmişe yönelik bir şeyler düşünülüyor mu? Kültürden bahsettik az önce. Asya sinemasını anlamak için ilk dönem Asya sineması da oldukça önemli. Geçmişten günümüze doğru gelen çizgisel bir gelişim var. Ozu, Mizoguchi, Kurosawa gibi yönetmenler de çok önemli.

 

Onur: Asya Korku Sineması’nda, bu bahsettiğiniz isimlerden, 1921’den itibaren yayınlanmış bazı filmlerden örnekler bulunmakta. Kitapta yine eski yönetmenlere atıfta bulunuluyor.

   

Asya sinemasında gelenekler de çok önemli; şiir geleneği olsun resim geleneği olsun… Yönetmenler filmlerini bunlara göre şekillendiriyorlar, ama tabii yeniden çevrimlerde hiçbiri kalmıyor.

 

Ali: Japonya kültür anlamında zaten sadece sinemaya özgü değil, genel anlamda da çok kendi değerlerine sahip çıkan bir yer.

 

Onur: 1500’lerde başlatıyorlar bu işi. Ukiyo-e diye orada bir resim sanatı var, işte Edo dönemi. Hemen hemen pek çok Asya ve Doğu Asya filmi buradan besleniyor.

 

Bunlar Kurosawa’nın Ozu’nun sinemasının temelini oluşturan şeyler aslında… Bu açıdan sormuştum; geçmişe dönük olarak bu yönetmenlerle ilgili de çevireler olacak mı diye, çünkü tamamlayıcı olurdu.

 

Onur: Şu anki programımızda bildiğim kadarıyla böyle bir çalışma yok.

 

Ali: Az önce Hakan’ın da dediği derinleşmek bu tarz bir şey işte. Sadece korkuyla sınırlamamamız gerekir.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..