Selda Tan Özdemir sekiz yıl önce Kara Filmler (Altıkırkbeş Yayınları) ismiyle kara film sinemasını kendine has üslubuyla yorumlayarak, tür üzerine rehber niteliği taşıyan bir çalışmaya imza atmıştı. Özdemir geçtiğimiz günlerde, bu çalışmanın “genişletilmiş hali” olarak da yorumlanabilecek Yeni Kara Filmler (Nirengi Kitap) kitabını çıkardı. Yazarın yeni kitabında, ilk kitaba oranla kara filmlerin kavramsal çerçevesinin biraz daha genişletilerek, filmlerin biçimsel özelliklerinin daha fazla öne çıktığını görüyoruz. Yazarın ifadesiyle “kara filmin unutulması zor karakterlerine övgü olarak” da okunabilecek bu çalışma, Türkiye’de eksikliği hissedilen bir türün nitelikli örneklerini içermesi açısından dikkate değer bir çaba olarak öne çıkıyor. Selda Tan Özdemir’le kara filmlerin genel karakteristiği, kara filmden yeni kara filme geçiş süreci ve kitapta bahsi geçen filmler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Daha önce kara filmler üzerine bir kitabınız vardı, şimdi de yeni kara filmler üzerine bir kitap çıkardınız. Kara filmlere ilginiz ne zaman ve hangi filmlerle başladı?
Küçükken babama ait dedektiflik kitapları cazip çizimler içeren kapaklarıyla ilgimi çekerdi. Shell Scott, Mayk Hammer ve Arsen Lupen’in maceralarını severdim. Sonradan Dashiell Hammet ve Raymond Chandler’i, diğer noir yazarlarını tanıdım, tanıdıkça da suç üzerine fanteziler içeren o heyecanlı hikâyelerin peşine düştüm. İlk filmlerse keskin gölgeler, anahtar ışıklar, sigara dumanlı mekânlar ve tekinsiz atmosferiyle iz bırakan, tek kanallı televizyon döneminde yayınlanmış olanlardı. Şangaylı Kadın (The Lady From Shanghai, 1947), Çifte Tazminat (Double Indemnity, 1944), Derin Uyku (The Big Sleep, 1946) ve Bitmeyen Balayı (Touch of Evil, 1958) gibi türün işaret direkleri olan bu filmler kara anlatılara olan ilgimi daim kıldı.
İki kitabınızda da samimi ve lirik bir üslupla filmleri ele alıyorsunuz. Sanki yazılar bu filmlerin kahramanlarına ve karanlık bir dünyaya yakılmış bir ağıt gibi… Bu filmlerle bağınızı nasıl açıklarsınız?
Kara film kahramanları ya da anti kahramanları, gayri ahlâki, habis kişiliklerdir; hilekârlar, düzenbazlar, acımasız gangsterler, öldürücü ve kurnaz femme fatale’ler, giderek çaresizleşen dedektifler… Bu karakterler anlatının bir yerlerinde muhakkak kendileriyle hesaplaşır, suçlarını açığa çıkarır, tuzaklarının nedenlerini sıralar. İnsanların suça ve kötülüğe ne denli teşne olduklarına vurgu yapan bu karakterler ahlâka dair sorgularıyla dikkat çeker. Benim için filmin sinematografisi ve hikâyenin kıvrımları kadar karakterlerin bu dönemeçlere yön veren sözleri, hesaplaşmaları kalıcı olmuştur. Bu kitaplar kara filmin unutulması zor karakterlerine övgü olarak okunabilir.
Sinemada kara filmlerin 1940’larda görülmesinin nedenini neye bağlıyorsunuz?
Kara filmler ait olduğu coğrafyadaki toplumsal uyumun bozulduğu dönemin, ekonomik, politik ve kültürel açmazların, toplumsal dönüşümün perdeye yansımasıdır. Malta Şahini (The Maltese Falcon, 1941) ile başlayan ve Bitmeyen Balayı’yla son bulan dönemde, Amerika güçlenirken ülke dışındaki zalimliğini artırmış, toplum kaosa sürüklenmiştir. Ayrıca yaşanan ekonomik buhranlar kara filmin altın çağının nedenlerinden biridir. Bu kaotik ortamda pusulası şaşmış bireylerin maceraları filmlere yansır. Toplumsal olaylarla, tarihsel alanla yoğrulmuş bu anlatılar, insanın varoluş sorgulaması üzerine inşa olur. Film noir’ı hülyalı ana akım filmlerden ayıran zaten bu eleştirel söylemidir.
Kara Filmler kitabında filmler üzerinden daha çok filmlerin atmosferine yönelirken, yeni kitabınızda “kara filmleri” tanımlamaya yönelik bir çabanız olduğu söylenebilir mi?
Yeni Kara Filmler, ilk kitabın genişletilmiş, yenilenmiş hali. Aradan geçen sekiz yıl kitabın kavramsal olarak da içeriğinin doldurulmasını zorunlu kılmıştı. Bu nedenle Yeni Kara Filmler hem atmosfer hem de tematik-estetik şablonlar ve noir’ın biçimsel özellikleri üzerine daha çok bilgi içeriyor.
Sizce kara film ile yeni kara film arasındaki temel farklılıklar nelerdir? Bu geçiş sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kara filmin görsel ve tematik anlatım biçiminin yorumlandığı 1970’ler, Vietnam Savaşı, Watergate Skandalı, Pentagon yolsuzluk belgeleri gibi toplumsal kargaşaya neden olacak dönüm noktalarının ortaya çıktığı bir dönem. Bu dönemde üretilen kara filmlerde karakterlerin daha da acımasızlaştığı, kadınların daha ölümcül, erkeklerinse ölmeye daha meyilli olduğu görülür. Mançuryalı Aday (The Manchurian Candidate, 1962), Point Blank (1967), Çin Mahallesi (Chinatown, 1974), Elveda Sevgilim (Farewell, My Lovely, 1975), Night Moves (1975), Taksi Şoförü (Taxi Driver, 1976), The Long Goodbye (1973) film noir’ın rönesansına ait yapımlardan bazıları. Klâsik noir’ın dünyeviliğine karşın modern noir insan psikolojisinin derinliğine inmeyi tercih eder. Bu anlamda modern noir’ın gözlemden çok duygulara dayalı anlatılar olduğu, klâsik noir’a göre izleyicilerle daha samimi bir iletişim kurduğu söylenebilir. Teknolojik kara filmlerse 80’lerden sonra gündelik hayata giren, son derece vaatkâr bilgi çağı teknolojisi sonrası insanın duyduğu güvensizliği yansıtır. Yakın geleceği konu olan bu filmler biraz düş biraz kâbus içeren anlatılardır.
İki kitabınızda da incelediğiniz ve örneklediğiniz filmler genelde daha popüler ve son dönem filmlerden. Kitapta ele aldığınız filmleri ve yönetmenleri seçerken nasıl bir yol izlediniz?
Anglo-Amerikan kültürünün imece usulü çabasıyla doğan kara filmlerin Hollywood’da kayda değer bir yere sahip olduğunu söylemek gerekir. Hem klâsik dönemin hem de modern noir’ın cazip öyküleri daha çok izleyici kitlesine ulaşmak amacıyla alabildiğine cilâlanır. Out of the Past (1947), Elmas Hırsızları (The Asphalt Jungle, 1950), Karanlık Geçit (Dark Passage, 1947), Malta Şahini, Sunset Bulvarı (Sunset Boulevard, 1950) gibi 40’lara ait birçok kara film başyapıtının yeniden çevrimi yapılmıştır. Günah Şehri (Sin City, 2005) ve Max Payne (2008) gibi kara filmin tematik ve estetik “retro” denemelerini içeren stilize yapımlar artmaktadır. Zihnin karanlıklarında kaybolmayı konu alan Akıl Defteri (Memento, 2000), Başlangıç (Inception, 2010), Zindan Adası (Shutter Island, 2010) gibi yapımlar modern noir’ın sınırlarını genişleten yapımlar olarak dikkat çekicidir. Gerçeklik üzerine sorgularıyla Karanlık Şehir (Dark City, 1998), Matrix serisi, Suretler (Surrogates, 2009), Son Umut (Children of Men, 2006) gibi kara gelecek filmleri es geçilmemesi gereken uyarılarla doludur. Bu nedenle kitaba konu olan filmler ana akım sinemanın ürünlerinden seçilmiştir.
Oldboy (2003)’dan beri süregelen Güney Kore sinemasındaki intikam furyası, Japonya’daki mafya filmleri ve Hong Kong, Tayvan ve Çin gibi ülkelerdeki deneysel ve stilize filmler son dönemde dünya sinemasında kara filme yenilikçi bir bakış açısı kazandıran yapımlar olarak karşımıza çıkıyor. Yeni kara filmin son dönemde Uzakdoğu sinemasındaki örnekleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Film noir günümüzde uluslararası bir biçeme dönüşmüştür. Modern noir’ın başka film türleriyle etkileşimiyle melez yapımlar doğmuştur. Uzakdoğu sinemasının estetik ve anlatımsal öncelikleri noir dışavurumculuğuyla birleşmiştir. As Tears Go By (1988), Haklı İntikam (Sympathy for Mr. Vengeance, 2002), Oldboy, İntikam Meleği (Lady Vengaance, 2005) gibi filmlerde karakterlerin suçlarından dolayı yaşadıkları pişmanlıkları ve ıstıraplarını görmek mümkündür. Coğrafyaya özgü melodramla dolu bu filmler tuhaf bir biçimde de Amerika’daki örneklerine göre daha acımasız sahneler ve intikama odaklanmış psikopat katiller içerir. Ama bu şiddet bazen kara film karakterinin kendini cezalandırmasına yöneliktir de.
İki kitabınızda da Coen Kardeşler, Quentin Tarantino, David Fincher, David Lynch ve Martin Scorsese gibi yönetmenlerin sineması öne çıkıyor. Kara filmlerin günümüzde geldiği noktayı göz önüne aldığımızda, bu yönetmenlerin türle ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Kara filmin şablonlarını kişiselleştiren bu yönetmenler çağdaş toplumun endişeli bireylerinin paradokslarını yansıtarak, insanın suça zorunlu ilerleyişinden, yalnızlığından, kimliksizliğinden, yabancılaşmasından bahsetmeyi yeğlerler. Film noir’ın biçimselliğini sorgulayarak revize eden, biçimselliğin ardındaki geleneksel anlamı daha çok paranoya ve tecrit edilmişlikle destekleyerek çağa uyarlayan bu anlatılar, eleştirel yaratıcılıkla doludur. Martin Scorsese ve David Lynch’i dışında tutarsak bu yönetmenler öncüllerinin geleneksel yapıtlarına kendilerinden, hayatlarından, tasalarından bir şeyler katma derdindeki kayıp kuşağın temsilcileridir. Filmlerin temaları bu nedenle çokça şiddet, dövüş ve kan içerir. Kendiyle kavgalı bir kuşağın popüler kültür referanslarıyla donatarak ürettikleri, anlatımları çok kıvrak filmlerdir bunlar. Bu yönetmenler, kuşaklarının aidiyetsizliklerini sunmakta.
Türk sinemasında kara filmlerden dolaylı olarak etkilenen pek çok film olsa da, klâsik anlamda kara film örneklerinin çok sınırlı olduğunu görüyoruz. Bu eksikliği neye bağlıyorsunuz?
Türk edebiyatında suç ve dedektif hikâyeleri ne kadar azsa, Türk sinemasında da o kadar az kara film, kara filme meyleden anlatı var. Son dönem sinemasında, tuzağa düşen bireyi odağına alan, ayartıcı kurgular, hesaplaşmalar içeren organize suçlar ve plânlanmış cinayetler hakkında kara film izleklerinin hâkim olduğu postmodern kara anlatılar mevcut; Üçüncü Sayfa (1999), Vavien (2009), Polis (2006), Üç Maymun (2008) bunlardan bazıları. Ama tıpkı Uzakdoğu sinemasının bazı örneklerinde olduğu Türk noir’larında da suç işleyen karakterler zalimliğinden dolayı kendisiyle hesaplaşır. Bu da melodramın hâkim olduğu bu kara anlatılarda ülkeye özgü vicdanlı bir dilin ortaya çıktığını gösterir.