Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
30.07.2012 Kara Şövalye Yükseliyor Batman Ekonomik Krizi De Çözer Mi? Yiğitalp Ertem

Christopher Nolan’ın yarattığı benzersiz Kara Şövalye üçlemesi, iki buçuk saati aşan destansı finalle kapandı. Ardında; çizgi roman filmleriyle ve evvelki uyarlamalarla ilişkisine dair akademikten gündeliğe tartışmalar, eleştiriler, tonlarca yan ürün, performansı ve ölümüyle ikonlaşan bir Joker ve son olarak da gösterildiği sinemadaki cinnet katliamıyla devasa bir gösteri yığını bıraktı. Şahsen, bir popüler kültür ürünü olarak tüm bu yığının, her ne kadar yüklüce Batı-merkezli olsa da günümüz geç/finansal/post-fordist vs. kapitalizmine dair korkuları, arzuları, savunuları ve eleştirileri genel olarak egemenin diliyle fakat yer yer de kendi çelişkilerini açık eden türden bir karmaşıklıkla ortaya serdiğini düşünüyorum. Bu açıdan ne pek çok yerli/yabancı kritiğin iddiasındaki gibi pür ABD-düzen propagandası yaptığı ne de –elbette– mevcut kapitalizme romantik-devrimci şerh düştüğü kanısındayım. 11 Eylül sonrası paranoyanın, art arda gelen ekonomik krizlerin ve finans elitlerine yönelen Occupy eylemlerinin tarihselliğinin derin izlerini barındıran ve fantezinin alanından gerçekçiliğe yol alan bir trajedi oluverdi Kara Şövalye serisi.

           

Gotham, finans kapitalin merkezi New York’la; Bruce Wayne, halkı için çalışıp didinen yüce gönüllü büyük yatırımcılarla; yeni kötü Bane ve örgütüyse ABD’nin etnik ve sınıfsal olarak terörist diye gördüğü her şeyle eklemlenmesini tamamladı. Yan rollerde ve anlatılarda ise, temelde ekonomik sıkıntılarını aşma amaçlı çalıp çırpan Kedi Kadın, kahramana hayran ve adalete tutkuyla bağlı polis görevlisi, çevreci görünümlü komplocu sermayedar Tate, aç gözlü para babaları, borsa saldırıları ve tipik otoriter muhafazakârlıkla tüm şüphelileri hapse atıp şiddeti siliyor gibi yapıp aslında gündelikleştiren ‘Dent Yasası’ var. Nolan’ların müthiş detaylı, katmanlı ve ‘oyun’lu öykü geliştirme becerileriyle kurdukları dev anlatı (1) elbette bundan fazlası fakat tamamını incelemek oldukça kapsamlı bir uğraş gerektiriyor. O yüzden film için temel önemi olan ve duygulanım açısından kuvvetli birkaç meseleye bakmakta fayda var.

 

Wayne/Batman ikilisi sekiz yıl önceki Harvey Dent cinayetinden beri ortada görünmemiş, Wayne ile ilgili mizahi spekülasyonlar, Batman’e dairse halk düşmanı ilanları söz konusudur. Dent Yasası’yla tüm olası suçlular hapishanelere kapatılmış, neo-con iktidarın önderliğinde şehirde fırtına öncesi bir sessizlik hüküm sürmektedir. Bu sırada yeraltında örgütlenen ve önderlerinin bir emriyle huşu içinde kendilerini öldürecek kalabalıklar, Bane ile birlikte, çelişkili iki amaç için yeryüzüne çıkmaya hazırlanmaktadırlar. Tüm baskı aygıtlarını, siyasal iktidarı ve %1’lik zengin kesimi güçlerinden edip iktidarı halkı dağıtmak ve atom bombasıyla Gotham’ı havaya uçurarak aynı halkı da katletmek... Bu uğurda karmaşık ilişki ağları ve –Ra’s Al Ghul ve Gölgeler Birliği başta olmak üzere– ilk iki filme ve DC Comics evrenine sık sık tekrarlanan dönüşlerle hikâye serpiliyor. Film, hem süper kahramanın kendine dair varoluşçu/film-noir sorgusuna hem de türün dinamosu olan iyi-kötü savaşımına doğru yol alıyor. Fakat iyi ve kötünün sabit imlemelerinin yer yer aşındığı, Joker’e beslenen sempatinin Bane’e de –fizikselden çok düşünceleri ve amaçları bağlamında– beslenebileceği ve Wayne/Bane arası benzerliklerin oldukça sıkı ve birbirine dönüşlü bir ‘doppelganger’ kurduğu bir film Kara Şövalye Yükseliyor (The Dark Knight Rises). Joker’in Batman’e “beni tamamlıyorsun” deyişini hatırlayın, Batman ile Bane arasındaki ilişki de ortak deneyimleri ve mücadeleleri açısından bir önceki filme benzer.

 

Treat, Kara Şövalye (The Dark Knight, 2008) üzerinden 11 Eylül sonrası süper kahraman filmlerini değerlendirdiği makalesinde (2), Nolan’ın ilgi çekici demeçlerini aktarıyor. Yönetmenin ‘kasten’ bir politik söylemle değil de yaşadığı dünyada korktuğu ve ilgisini çeken mevzulardan beslendiğini ve bu noktadan “çöküşte olan bir toplum fikri”ne varışını tam bir sinizm örneği olarak değerlendiriyor. Nolan, Joker’in –son cani Bane için de söylenebilecek– kaos arayışını bu noktadan kurduğunu söylüyor. Yazarın “apolitik politik alegori” diye adlandırdığı, klişe muhafazakârlığın Nolan tarafından üstlenilmesi, pek çok popüler sanatçıda görülen bir durum. Fakat öte yandan Treat, 2000 sonrası süper kahraman çizgi romanları ve uyarlamalarında bir artış olduğunu, kahramanların daha “karanlık, şiddetli, ahlaken muğlak, kusurlu ve sorunlu” olduğunu ve son olarak kurtarılanlarınsa statükoya uymaktan haz alan pasif kalabalıklardan, görece aktif bireylere doğru dönüştüğünü tespit ediyor.

 

Son tespit, bir nevi, iyi-kötü ikili zıtlığında ‘sebepsiz kötü’ diye kodlananların, tek bir caniden, geniş halk yığınlarına dönüştüğü bir atmosferi imliyor bu filmde. Joker de Bane de –ve hatta ardına tüm Gotham vatandaşlarını alan Harvey Dent imajı bile– tekil kötüler olmaktan çok kitlesel güç sahibi düşmanlar. Bane ve ordusunun arzuları her ne kadar ‘tüm şehri havaya uçurmak’ gibi fantastik ve sadece vahşi kötücüllüklerden beslense de, yer yer bazı eleştirel –hatta solcu– fikirlerle de kesişiyor. Kedi kadın üzerinden yapılan sınıfsallık ve alt-sınıfların taktikleri vurgusu, Bane’in iktidarı halka verme üzerine attığı tirat, Bastille Baskını-vari hapishane boşaltma ve hayırsever/topluma duyarlı görünen zenginlerin çevirdikleri kirli işlere ait atıflar bunlardan öne çıkanlar.

 

Fakat elbette hikâye içi dönüşlerden en önemlisi olan ve tüm bu tantananın fitili olarak Ra’s Al Guhl, Bane ve sürpriz bir ismi ortaya çıkaran senaryosuyla, aslında tüm eleştirel görünümlü fikirleri kapatıp, Bane’in mücadelesini saf şeytanlığa ve travmatik geçmişe bağlıyor. Binlerce polisin adeta faşist estetikle zincirlerinden boşanıp suçlulara saldırışıysa filmin en rahatsız edici yeri belki de. Fakat muhteşem dövüş yetenekleriyle fiziksel temaşaya sahne olması beklenen, Batman ve Bane’in yüklü lojistiklerine karşın yaptıkları sönük yumruk kavgasının eşliğindeki bu meydan savaşı, ‘güvenlik kuvvetleri’nin pornografik temsiliyle amaçlanan katartik ara finali pek hazırlayamıyor. Neticede, ideolojik olarak tüm muhafazakâr, statükocu, devlet şiddeti yanlısı otoriteryen öğelerine rağmen; zamanın ruhundan sızan karşıt sesleri de içeren, çelişkili ve karmaşık bir konumlanışı var filmin. Christopher-Jonathan Nolan’ların karmaşık hikâye kurmadaki üstün yetenekleri de mevcut politik konjonktürde, filmin belki de pek amaçlamadıkları noktalara gitmesine el veriyor. Neo-noir’ların hep yaptığı ‘bozuk düzen’ vurgusu bile bunun en basit örneği.

 

Daha az sıkıcı ve popüler detaylara gelecek olursak, Batman’in ortalamadan az sahneye çıktığı Kara Şövalye Yükseliyor, başında ve sonunda tavan yapan toplamda bir buçuk saatten uzun aksiyon sahneleriyle süper kahraman trüğüne dair beklentileri fazlasıyla doyuruyor. Seri, başından beri muadillerine kıyasla, çok daha incelikli karakter çalışmalarına yer veren, üstün nitelikli oyuncu kadrolu, dokunaklı sahneleri bol, dramatik ve yüksek konsantrasyon isteyen bir üçlemeydi zaten. Herkesin andığı üzere Zimmer’in müthiş ambiyans müzikleri –özellikle Gotham’s Reckoning, Rise ve aksiyon bombası Fear Will Find You– ve büyük bölümünün 70mm IMAX kameralarla çekilmesi sebebiyle bu sinemalarda izlenmesi önerisini de ekleyelim.

 

Oyuncular bağlamında, genel tablodaki uyum ve karakterlerin tek tek derinleştirilmeleri yine çok başarılı kotarılmış. Michael Caine’in canlandırdığı sadık-uşak tipinin koruyucu-baba karakterine dönüşmesi kimilerine aşırı ve fuzuli gelebilir, fakat Caine’in müthiş oyunculuğuyla filmin en duygusal yanını oluşturduğunu düşünüyorum. Romans, Nolan’ın hem çok ilgisini çekmeyen hem de pek başarılı olmadığı bir alan. Çapkın Wayne’in Miranda Tate ile yaşadığı hızlandırılmış ilişki hiç inandırıcı değilken, Kedi Kadın Selina’nın filmde yok sayılacak mizaha önemli katkıda bulunduğunu söylemek gerek. Bronson’dan (2008) hayranlık duyduğum Tom Hardy ise, benzer bir postürle arz-ı endam ettiği Bane karakteriyle son derece ikna edici. Etrafında kurduğu vefakâr ordusu, intikam dolu bakışları, maskesi ve dijital sesiyle patlamaya hazır bir bomba gibi. Çömez müfettiş Blake ise hem süper kahramana yönelik çocuksu hayranlığı temsil ediyor hem de neredeyse Batman’den vardiyayı devralacak etik kodlara ve yeteneğe sahip görünüyor.

 

Son kez anacağım Nolan filmi karmaşıklığı, filmlerin sonrasında elbet çok sayıda mantık hataları, boşluklar ve fazla dallanıp budaklanmalara dair eleştirilere yol açıyor. Fakat, zamanda –geçmiş ve geleceğe gidişlerle beraber gerçek zamanlı mizansenler– ve mekânda –sadece Gotham’la sınırlı kalmayan geniş bir coğrafyada- bu derece geniş bir salınım yapan, çok sayıda karakter arasında derinlemesine ağlar kuran ve bunları aksiyondan zerre ödün vermeden yapan bir filmin bu defolarının affedilebileceğini düşünüyorum.

 



(1) Nolan kardeşler röportajlarında, senaryoyu krizden ve Occupy Wall Street eylemlerinden önce geliştirmeye başladıklarını, ilk taslağın 400 sayfa olduğunu ve daha ziyade Dickens’ın “İki Şehrin Hikayesi”ndeki ihtilal sırasında paramparça olmuş Paris’den etkilenerek yazdıklarını söylüyorlar. Tamamı için, http://screenrant.com/dark-knight-rises-featurette-chris-nolan-influence-sandy-185763/

(2) Treat, S. (2009). “How America Learned to Stop Worrying and Cynically ENJOY! The Post-9/11 Superhero Zeitgeist”, Communication and Critical/Cultural Studies, 6:1, 103-9.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..