Son Savaşçı (Centurion, 2010), Roma'nın popüler kültürde önemli bir yeri olan güçlü 9. Lejyon'unun muammalı bir şekilde nasıl tarih perdesinden silindiğine dair sıradan bir antikite aksiyonu. Bol savaş, kan -türdaşlarından biraz fazla-, onur ve itaat temalı. II. Yüzyılda Roma hükümdarlığında olan Britanya'daki (bugünün İskoçya'sı) Pict'ler tarafından bozguna uğratılan bir birlikten hayatta kalan bir manga askerin kaçışını işliyor. Filmin merkezindeyse Açlık’tan (Hunger, 2008) hatırlanacak Michael Fassbender'in canlandırdığı, stereotipik Romalı asker -yüzbaşı- Quintus Dias var. Dias ve diğer askerlerin her koşulda vatanına bağlılığıyla, bu vatana bağlanmakta direnen Pict'lere karşı savaşı, milliyetçilik ve emperyalizmle yer yer temas kurarak, alabildiğine “gore” detaylarla anlatılıyor. Fakat tarihsel olarak Romalıların işgaline dayalı bu çatışmalar filmin son bölümüne kadar öyle bir işleniyor ki, sadece filmden asıl zulmedenin yabanıl ve acımasız Pict'ler olduğu sonucu bile çıkarılabilir. Yönetmenin bugüne dek en başarılı filmi Cehennem’e Bir Adım’da (The Descent, 2005) mağaraya giren bir grup genç kadının karşılaştığı yaratıklara paralel şekilde bir ötekilik, doğaya aitlik ve kana susamışlık var Pict'lerde de. Öyle ki Dias'ın peşine düşen gruptaki liderleri Etain, dilsiz ve fantastik giyimiyle başka bir dünyadan gelmiş gibi görünen mucizevî bir izsürücü.
Filmin en büyük noksanı, dayanak olarak alacağı bir merkezinin olmaması. Bir grup askerin kaçışı gibi düşünüldüğünde Dias dışındaki karakterlere dair hiçbir fikir sahibi olmayan izleyici için film, gelişme aşamasında heyecanını kaybediyor. Askerlerin devletlerine, komutanlarına bağlılıkları ve çok kültürlülükleri -Yunan, Afrikalı, Orta Doğulu vs.- dışında tanımlayıcı bir özellikleri yok. Dolayısıyla hayatta kalmaları da çok mühim değil. Vücuda giren oklar, kopan uzuvlar ve sıçrayan kanlar eşliğindeki enfes İskoçya dağlarının albenisi bir yere kadar elbet. Dias'ın dediği gibi “onuru olmayan bir savaş” tanımı sadece Sezar komutasındaki Romalılar açısından tanımlayıcı. Bu savaşın taraflarındaki itaat ise film boyu derinden işlemesine rağmen “aşk” mefhumuyla heyecansızca yerini yurtsuzluğa bırakıyor. Önkabul olarak ilerleyen, iki devletin de bireylerinin ülkelerine bağlılığı yüzeyselce Dias karakterinde aşınmaya uğruyor fakat filmin bu son kısımları özensizce kurulduğundan inandırıcılık sağlayamıyor.
Dias'ın ve fiilen çoğu vatanseverin yaşamadığı bir ikircik ise Son Savaşçı ve Hollywood epiklerinden kalan en temel soru. Ülkeleri uğruna, açarsak ülkelerinin daha güçlü ve yayılmacı bir şekilde büyümesi uğruna uzak diyarlarda ölmeyi göze alan savaşçılar, neden ülkelerinin aynı şekilde selameti için kendi hükümdarları tarafından kurban edilmeyi kabullenemiyorlar? 9. Lejyon’un başarısızlığının örtbas edilmesi, Roma için kazanılacak birkaç toprak parçasından çok daha şanlı bir politik yük. Bunun için son savaşçının tereddütsüz intihar etmesi gerekirken, nasılsa bütün vahşetin ortasında siyasi bilinç kazanamayan savaşçılar, ülkesi tarafından öldürülmek istendiğini öğrendiğinde aydınlanıyor. Anaakım sinemanın “kullanıldığının farkına varan ajan” tipini artık daha ikna edici kurgulaması gerekiyor.
Neticede Son Savaşçı ne Michael Fassbender'den bir Gladyatör (Gladiator, 2000), Vatansever (The Patriot, 2000) ve Truva'daki (Troy, 2004) gibi bir süper kahraman çıkarıyor ne de karakterin ülkesi, düşmanı, askerleri ve sevdiği kadınla ilişkilerinden bir alt metin yazıyor. Topraklarından uzakta kalan lejyonerlerin dramı fazla sıradan, vatanını korumaya çalışan vahşi ve düşman “ötekiler” ise rahatsız edici. Dias ise onurunu koruma yolunda verdiği mücadelede sönük. Sadece ettiği birkaç bilgece söz akılda kalabilir. Tarihi savaş filmlerine, Neil Marshall'ın gore öğelerine ve Fassbender'in hayranlarına hoş, berikiler içinse kof bir seyirlik Son Savaşçı.