Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
04.03.2011 Gerçeğin Parçaları Gerçeğin Parçaları Yiğitalp Ertem

Amerikan bağımsız sinemasının mabedi Sundance'den kazandığı büyük jüri ve senaryo ödülünün yanı sıra Altın Küre, Berlin ve Boston gibi pek çok bilindik festivalden 21 ödül toplayan Gerçeğin Parçaları (Winter's Bone, 2010), Oscar adaylıklarının da rüzgârını arkasına almasıyla gösterime benzerlerinden bir adım önde girdi. Ana akım sinemanın sunduğu homojen Kuzey Amerika temsilinin altını oyan böylesi bir filmin ülkesinde böyle ilgi uyandırması, konusu farklı olsa da anlatım tarzının Hollywood'a yakın durması ve Missouri olduğunu öğrendiğimiz bölgenin ve insanlarının otantikliği filmin öne çıkan özellikleri.

 

Filmin konusu ise, günümüzden yüzlerce yıl önce bir dağ köyünde geçtiği izlenimi veren bir mahalde, meth bağımlısı ve üreticisi bir babanın kefaleti uğruna evini ipotekleyip ortadan kaybolması üzerine, 17 yaşındaki kızı Ree'nin babasının izindeki yolculuk olarak özetlenebilir. Katatonik annesi ve iki küçük kardeşine bakan Ree, tek varlıkları olan evlerinin ellerinden gitmemesi için babasını ölü ya da diri bulmak zorundadır. Uzaktan bakıldığında aileyi kutsayan bir katharsis sunduğu öngörülebilecek film, ne romantik baba-kız ilişkisiyle ne de ailenin biraradılığıyla ilgili. Aksine, ekonomik olanla ahlâkî olanı çatıştıran bir sorusu var seyirciye: Kalanların saadeti adına, teslim olmayı kabul etmeyen kayıp babanın ölü bulunmasını yeğlemeli mi?

 

Ree'nin yaşam alanının tüm çevremizi sarmış iletişim teknolojileri, tüketim ve üretim ilişkileri, eğitim ve sosyal koşullardan farklılaşmış bir doğası var. Komşularından yemek yardımı alan, atını bakamadığında onlara bırakan; kardeşlerine hayvan avlama, yemek pişirme ve silah kullanma (!) gibi yaşamını idame ettirecek beceriyi kazandırmaya çalışan Ree'nin yaşamı zaten yeterince zor. Bunu yanı sıra bir de çakallar arasında taban gücüyle düştüğü yollarda maruz kaldığı şiddet onu yer yer Lars von Trier usulü bir peygambere – Dogville (2003) ve Manderlay (2005) - dönüştürüyor. Aradığıysa, topluluğun huzurundan ziyade kardeşlerinin yaşamasını sağlamak. Felsefesinin söze düştüğü nadir anlardan birinde de kardeşine “sana sunulmayan bir şeyi asla isteme.” diyerek tekil mücadelesini taçlandırıyor. Oysa ki bizim alışık olduğumuz kır yaşantısı torun tombalağın birlikte yaşadığı, zor şartlarda dayanışmanın esas olduğu daha toplumsal bir yapıdadır. Uyuşturucunun mutlak egemenlik kurduğu coğrafyadaysa hısımların bile birbirinin yüzüne bakmadığı, ilkel şiddete sıkça başvurulan, “herkes kendi hesabına” havası hâkim. Kendi için patlayan, şiddet ve nefretini kendi sınıfına döken bir yaşantı...

 

1990'lardan itibaren Amerika'nın az gelirli kırsal bölgelerinden başlayarak kullanımı yaygınlaşan metamfetaminin bu birbirine yabancılaşma ve güvensizlikte etkili olduğunu film net bir şekilde ortaya koyuyor. Teknolojik gelişmenin gerisinde kalmanın verdiği geçmiş havasının yanına bir de yıkık dökük evler ve fiziksel-zihinsel hasarlı insanlarla dolu, kıyamet sonrası çağrışımlı doğa ekleniyor.

 

Güçlü karakterizasyon ve iyi oyunculukla öne çıkarılan Ree, filmin yükünün büyük kısmını sırtında taşıyor. Hasta annesi, kaçak babası ve ebeveynlik ettiği kardeşleriyle ilk kertede sempati ve şefkat uyandıracak şekilde donatıldığından altından kalkması zor, ağır bir özdeşlik yaratıyor seyircide. Öykünün bir boşluğu olarak, Ree'nin ne koşullarda bu kadar dirençli, sabırlı ve temiz kalabildiğini sorgulayabiliriz. Filmde, Ree’nin bu öncesizliği onu daha ideal bir havaya sokuyor. Yöre halkının ekmek kapısı olarak gördüğü orduya katılma düşüncesi, gelecek tasavvuru ve kaygısı hakkında da fikir veriyor. Dünya basınında eleştirmenlerin değindiği bir mevzu da filmin neo-noir (yeni kara-film) türüne yakın duruşu ki kısmen doğru. Mekân ve ışık seçimleri gibi görsel konularda kara film ve ertesi dönem filmlerine tamamen zıt –şehir/kır, yapay/doğal ışıklandırma– olsa da, öyküsünde öyle bir hava var. Ree elbette femme-fatale olmaktan çok uzak ama yetişkinler dünyasına tüm kendine güveni ve zekasıyla Humphrey Bogart tadındaki macerası ile noir'ın erkek egemen imajını da tersyüz ediyor. Suyun yüzeyindeki mutlak nemrutluğa rağmen içten içe duygu yüklülük, Ree başta olmak üzere amcası Teardrop –muhteşem John Hawkes– ve diğerlerinin de ruhunda gizli. Hiç ortaya çıkmasa da senaryonun üzerine kurulu olduğu baba figürü ise neredeyse Hitchcock'cu bir macguffin. Göstermeci değil de alttan alta sezilen bu hisler filmin o sinemayla ilişkisinden çok sağlam kurulmuş akışından kaynaklanıyor. Bilinçli türetilmedikleri bile söylenebilir. 

 

Özetle Gerçeğin Parçaları; sunduğu yaşamı iyi gözlemlemiş -bir önceki filmi de yakın bir mahalden: Down to the Bone (2004)-, sinema duyumu kuvvetli, gerçekçi bir sinemacı olan Debra Granik'den, kimisi yöre halkı olmak üzere kalanı iyi oyuncularla, sosyal tabanı ve hikâyesi güçlü bir senaryodan çıkan iyi bir film.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..