Sinemada mevsimler arası geçişler, insanların doğayla ve birbirileriyle ilişkilerini anlatmada pek çok olanak barındırıyor. Seyircinin zihnindeki mevcut tahayyüllerden çağrılan direkt veya karşıtlamalı iklim dokuları, anlatımı derinleştirmekle beraber filmlere kendine has bir kimlik kazandırıyor. Peş peşe gelen mevsimlerin aynı zamanda öykü anlatımındaki hareketlilik/durağanlık, sevinç/hüzün yahut umut/umutsuzluk gibi bileşenlere doğalından kaynaklık etme durumu söz konusu. Neşeli bir hayattan yıkıma giden bir karakterin öyküsünün ilkbahardan kışa doğru işlendiği pek çok senaryo hâlihazırda mevcut. 2003’de Kim Ki-Duk’un yalıtılmış bir gölde yaşayan keşişin hikâyesini anlattığı İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar (Bom Yeoreum Gaeul Gyeoul Geurigo Bom, 2003) filminde el değmemiş doğa manen muhteşem etkileyicilikte kullanılmıştı. 2006’da Nuri Bilge Ceylan, İklimler ile mekânsal ve zamansal konumu İsa ve Bahar’ın ilişkisinde esas değişkenlerden birisi olarak kurguluyordu. Parlayan güneş ve ıssız deniz, sinemada kendine dair en kasvetli temsillerden birisini Ceylan’la bulmuştu. Mike Leigh, Ömrümüzden Bir Sene (Another Year, 2010)’de, dolambaçsız bir formülle çalışıyor ve Tom ile Gerri çiftinin çevresindekilerle ilişkisini bir senenin dört mevsimi üzerinden –ilkbahardan kışa- kurduğu dramaturjiyle anlatıyor.
Akademi Ödülleri’ne geçtiğimiz sene en iyi senaryo adayı olan filmin, diğer Leigh filmlerinde de olduğu üzere olay yerine, durum tabanlı bir öyküsü var. Aynı şekilde, oyuncuların katılımıyla uzunca bir sürede doğaçlamalarla yazılan senaryo, yönetmenin eski filmlerini izleyenlerin aşina olacağı son derece güçlü bir kadroyla adeta kanlanıp canlanıyor. 50’li yaşlarındaki Jeolog Tom ile psikolog Gerri’nin birlikte ektikleri, biçtikleri, pişirip yedikleri, geceleri beraber kitap okuyup tartıştıkları defosuz ve inadına mutlu görünen bir evlilikleri var. Bu saadetin çevresinde ise hayatlarına giren Gerri’nin sekreterleri Mary, oğulları Joe ve sevgilisi Katie, eski dostları Ken ve Tom’un kardeşi Ronnie aracılığıyla oldukça iniş çıkışlı ve hezeyan dolu hayatlara tanık oluyoruz. Mary, olduğundan genç görünmeye çalışan, aradığı aşkı ve huzuru ancak alkolle bulabilen takıntılı bir kaybeden. Evin oğlu Joe, pek hoşlanmasa da bir göçmenlik bürosunda avukatlık yapan, sonunda annesi gibi bir danışman olan Katie’yle tanışan sinik bir karakter. Ken için yıllar geçtikçe farkına varmadan yalnızlaşan, karizmasını yitiren, Mary’nin daha dipteki bir erkek hali denebilir. Kadrajda eşinin ölümüyle yerini alan Ronnie ise bu kaybın ardına ağzını bıçak açmayan bir yas tufanı. Mutluluğu düşleyen, bulan ve kaybeden bu topluluğun arasında Leigh’in kamerası toplu piknikler, doğumlar, cenaze törenleri, terapi seansları, bar ve mutfak gibi mekânlardaki yapılan sohbetlere yakınlaşıyor. Sıradan olana övgüsüyle film, bir türlü insanlaşamayan Hollywood figürlerine nazire yaparcasına büyük titizlik, detaylılık ve soğukkanlılıkla karakterlerin ne durumda olurlarsa olsunlar birbirileriyle samimi bir şekilde iletişime geçmelerini ve modern yaşantının tutunamayanlarını gözler önüne seriyor. Gerçekçilik uğruna feda edilen aksiyon ve aşkınlık ortaya jestler, mimikler, anlık sessizlikler ve detaylarla dolu bir karakter çalışması çıkarıyor.
Ömrümüzden Bir Sene, Leigh’in zihnindeki sabit bir fikrin görselleştirilmesinden ziyade kolektif bir çabanın ürünü olmasından mütevellit, ele aldığı sosyal varlıklara dair indirgeyici ya da münferit bir bakışa sahip değil. Yine de film, karakterlerin tek tek anlaşılmasının yanı sıra farklı okumalara el vermekte. Tüm bireylerinin kendini gerçekleştirme peşinde oldukları, orta yaş ve ertesinden bir orta sınıf manzarası var filmde. Maddi kazançların araba almak ya da tatile gitmek arasında seçim yapmaktan öte belirleyici olmadığı, ekonomik olarak görece rahat bir güruh var karşımızda. Tüm bireylerinin ‘mutluluk’ ile ilişkileri üzerinden tanımlandığı bir güruh. Tom ve Gerri’nin neredeyse sinir bozucu uyumu ve huzuruna karşılık bir de çevrelerinde sürekli sorunlu halde bulunan yakınlarına destek olmaya çabaladığını görüyoruz. Fakat bu desteğin yöntemi psikolog Gerri için, hayatın her zaman adil olmadığına, her şeyin bir gün düzeleceğine dair telkinlerden veya sadece dinlemekten menkul. Tesellilerinde otoriter, kaderci ve teslim oluşa dönük kısıtlayıcı bir saf tutuyor. Gerri sanki kendi üzerinde kusursuz çalışan bir New Age mutluluk formülünü etrafından sakınıyor. Elinde olanlarla ve rutiniyle kendini iyi hisseden, torun sahibi olmaktan başka bir hasreti olmayan bir imajı var. İmaj, çünkü çevresindekilerin üzerinde kurduğu rol modeli, diğerlerinin mutsuzluklarını da tetikler nitelikte. Harré (1) bu onaylanma durumunu “insanlar kendi saygınlıklarına ilişkin derin bir duyarlığa sahiptirler ve kendi türlerinin öteki üyeleri tarafından değerli varlıklar olarak kabullenilme arzusuyla yanıp tutuşurlar” diyerek açıklıyor, Tom ve Gerri’nin çevresinden esirgediği tam da bu duygu filmde.
Filmin hem oyunculuk anlamında hem de en detaylandırılmış karakteri olmasından ötürü en akılda kalan ismi, Lesley Manville’in olağanüstü performansıyla Mary oluyor. Gençliğe özlemiyle kendinden yirmi yaş küçük Joe’ya âşık olup karşılık alamayışı, kendinden kötü durumda olduğunu düşündüğü Ken’in ilgisine cevap vermeyişi, alkol sorunu, aldığı arabanın başına bela oluşuyla tüm iyi niyetine rağmen içinde fokurdayan kırılmışlığı sene boyunca artıyor Mary’nin. Kendini rahatlatmaya çalışırken tutunduğu özgürlük mefhumunun bir yanılsama olduğunu anlamasıyla tamamen dağılıyor. Mary kendi kaderinin faili olabilmek uğruna çok çaba harcıyor, fakat Ziya Marar’ın (2) sözünü ettiği mutluluk paradoksunda sıkışıp kalıyor. Özgürlüğü kurallarla çizili ve çevresindekilere bağlı olduğundan ne özgürlüğüne ulaşabiliyor, ne de gemilerini yakıp, kabul görmeyi beklemeden seyyah olmayı başarabiliyor. Sınıfının diğer üyeleri gibi o da bir biriktiren, dolayısıyla Marar’ın önerdiği üzere bu paradoksla barışmak durumunda. Fakat sanatta ve edebiyatta mutluluğun sıkıcılığından başta Tolstoy olmak üzere çok dem vuran olduğundan, Leigh’in de Mary’i mutlu kılmaya niyeti yok. Aksine Mary’i filmin son sureti seçerek, hayallerin kurulduğu bir yemek masasında seyirciyle göz göze bakıştırıp, tüm mutsuzların kendi arayışlarına bir yoldaş olarak ekliyor.
(1) Harré, Rom (1993) Social Being: A Theory for Social Psychology, Oxford, s.32