Bilimkurgu hikâye yazarı John W. Campbell Jr, 1938'de "Who Goes There?" adlı bir öykü yayınlıyor. 1951'de Howard Hawks ve Christian Nyby yönetmenliğinde The Thing From Another World adıyla hikâye sinemaya uyarlanıyor. Sıkça soğuk savaş üst anlatısıyla koşut okunan film, aynı zamanda bilimkurgu alt türüyle canavar filmlerini de bir araya getiriyor. 1982'de, artık başka bir dünyadan gelen o 'şey'i John Carpenter'la özdeşleştirecek Şey (The Thing) türün tarihinde yerini alıyor. Sene 2011 olduğunda, yani bir otuz yılın daha ardından, Carpenter'ın filminin kutuplarda başladığı o gizemli noktayı aydınlatan, hem bir ön film hem de orijinaline büyük benzerliği nedeniyle bir uyarlama sayılabilecek yeni Şey sinemalarda.
Aynı öyküden uyarlanan çizgi roman ve radyo oyunlarını bir kenara koysak da, Şey örneğinin Hollywood'un filmleri nasıl âdeta franchise sistemiyle seyirciye pazarladığı bu manzaradan açıkça görülebilir. Devam filmleri ve yeniden çevirimler öyle bir raddeye geldi ki, yeni fikir geliştirmenin önünün tıkanmasının yanı sıra artık bu tekrarlarla kendini yeniden üreten endüstri, neredeyse kendi metalarından bir tekrar-külliyatı oluşturmaya başladı. Bu da kendi içinde sürekli referansları dönen ve pek çok tüketim ürünüyle desteklenen yeni pazarlar anlamına geliyor.
Filme gelirsek, kısaca Alien-vari bir şekilde esrarengiz yaratıkla bir ekibin kutuplarda bir araştırma bölgesinde kıstırılışını anlatıyor diyebiliriz. Norveçli ve Amerikalı bilim insanları ve teknisyenlerden oluşan, birbiriyle de pek iyi geçinemeyen grubun keşfettiği yüz bin yıllık yaşam kalıntısı ve uzay gemisi, kısa sürede bilimsel bir büyülenmeden bol deformasyonlu bir katliama dönüşüyor. Şey'in Carpenter'ın elinde güçlü bir paranoya ve gizeme dönüşen, hücre taklit etme yeteneği, burada o kadar üzerinden oynanılmasa da ekip içerisinde kimin ne olduğunun bilinememesi üzerine bir içeriden parçalanmayı da beraberinde getiriyor. Sonrası zaten şeyle insan arası dönüşümler, lav silahları ve el bombalarıyla dolu bir kedi fare oyunu.
Filmin, 1982 versiyonu gibi iz bırakıcı bir yanı olmamasının yanında, bilimkurgu veya canavar filmlerine hatta Şey'e ayrıca ilgisi olanlar dışında pek merak uyandırmayacağını da söyleyebiliriz. Kaçınılmaz olarak Carpenter'ın filmiyle karşılaştırdığımızda ise, pek çok noktada titizce ve sadakatle aslıyla ilişki kuran, olayların öncesini anlatsa da başka bir ekibin arasında benzer şeylerin yaşanmasından dolayı neredeyse bir yeniden çevirim hissi taşıyor. Carpenter'da sürekli olarak yaratığın kimin bedeninde olduğunun bilinmemesi üzerinden yaratılan paranoya duygusu, karakterlerin bu aksiyon içinde gelişmesi ve Şey'in uzunca bir süre gizemini koruması söz konusuydu. Matthijs van Heijningen Jr. ise düşük tempolu daha uzunca bir giriş, yaratığın deşifresi ve daha görkemli bir aksiyon sunuyor. Geçen yıllarla beraber ağır makyaj ve plastik aracılığıyla yapılan efektler yerini gelişmiş dijital efektlere bırakıyor. Satrançta yenildiği bilgisayarını viskisiyle bozan, karizmatik ve mizahi kahraman Kurt Russel'ın halefiyse kendini ezdirmeyen, diğer herkesten daha zeki, başarılı ve korkusuz kadın rolüyle Mary Elizabeth Winstead. O ve en yakınındaki birkaç kişi dışındaki karakterlerin birbirinden ayrılan belirgin özellikleri kurulmadığından, art arda ölen birkaç sakallı Norveçli görülüyor sadece. On civarı kişinin böyle bir filmde karakter gelişimini beklemiyoruz elbette fakat Carpenter'a duyulan detaylı minnet senaryoda mevcut değil.
Filmin heyecanını kaçırmamaya ve olan biteni açık etmemeye dikkat ederek, teknik olarak oldukça kötü bir sonu olduğunu söyleyebilirim. Teknik olarak derken, her ne kadar bir önceki filmin başına, oldukça tanıdık bir şekilde bağlansa da jeneriğinin kurulumu ve bağlanış şekli tatminsizlik yaratıyor. Bu durum da buram buram Hollywood kokan bir filmde tasvip edilmeyecek bir durum. Bu olumsuzlukların yanında, filmin açılışındaki eski Universal logosu, 1982 versiyonunda ziyaret edilen Norveç kampının duvardaki baltaya kadar takıntılı bir detaycılıkla benzer inşası ve Şey'in deneysel uzay gemisi türe ilgili sinemaseverler için hoş ayrıntılar. Uzun soluklu vahşet ve “gore” sahneleri, klostrofobik bir mekânda uzaylı-dünyalı savaşı ve pek çokları için kötü olsa da meraklıları için sinemada izlenesi bir seyirlik imkânı yaratıyor. Özellikle de bitirdiği yerden asıl Şey'i tekrardan izlemenin keyfi için...