13. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Digiturk Galaları bölümü yılın hit filmleri, deneysel çalışmalar ve adını daha önce duymadığımız yönetmenlerin izleyiciyi hayran bırakan filmleriyle devam ediyor.
Festivalin açılış filmi olan Sınırsızlar Kulübü (Dallas Buyers Club) ile ABD’nin AIDS ile tanıştığı yıllara dönüyoruz. Taşralı, ırkçı, homofobik bir kovboyun ilaç bulma derdi uğruna FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) ile girdiği savaşı ve bu savaş sonundaki dönüşümünü izliyoruz. Filmden çıktığımda düzgün anlatılmış, gerçek yaşamdan uyarlama Amerikan öyküsü hissi nedeniyle belli bir tatmin yaşamıştım, fakat The Guardian’da çıkan bir yazıda sinematografi uğruna karakterin hayatına dair temel noktalardaki değişiklikler yapıldığını öğrendiğimde film bütün inandırıcılığını yitirmiş oldu. Sınırsızlar Kulübü ilk yarısında Hollywood jargonunun dışında bir anti-kahraman yaratırken, dönüşüm süreci onu tipik bir “American Hero” yapıyor, jargonun tüm kodlarını kabullenmeye başlıyor.
Richard Ayode’nin Öteki (The Double) filmi ise Dostoyevski’nin Öteki’sinin gayet serbest ve uçarı bir uyarlaması. Sessiz, kendini göstermeyi beceremeyen, içe kapanık Simon’un bir anda çıkıveren benzeri James yavaş yavaş Simon’un elinden işini, patronunu, âşık olduğu kadınları ve sonunda da hayatını elinden almaya başlar. Simon’un bu hayatını geri kazanma mücadelesi hem mizahi hem de Freud’un korku teorilerini görselleştirecek kadar tekinsiz. Tür olarak bilimkurgunun öğeleri film içine bolca serpiştirilmiş ama izlediklerimiz drama ile komedi arasında salınıyor. Filme ikincil anlamlar katan müzikleri ve Kafka’yı kıskandıracak atmosferiyle Öteki festivalin en tuhaf ve keşfetmesi eğlenceli filmlerinden. Jesse Eisenberg’in mimikleriyle bütün filmi sürüklemesi de cabası.
Fransız modacı Agnes B.’nin ilk filmi Benim Adım Hmmm… (Je M’appelle Hmm…) bir çocuk tacizi öyküsünü yarıda kesip Leon’vari bir öyküye kendini kaptıran, deneysel sinemanın sınırlarında dolaşan bir film. Yönetmenin, stilize görüntülerden Instagram filtresine uzanan sinematografi denemeleri kulağa cezbedici gelse de kıvamını bulamamış bir filmle karşı karşıyayız.
Hint yönetmen Richie Mehta’nın Siddhart filmi festivalin sürprizlerinden. Hindistan sokaklarında fermuar tamiri yaparak ailesini geçindiren Mahendra, evin geçimine katkıda bulunması için 12 yaşındaki oğlu Siddharth’ı başka şehirdeki çocuk işçilerin çalıştığı bir fabrikaya gönderir. Fakat Siddharth’tan bir süre sonra haber alınamayınca Mahendra oğlunu bulmak üzere işini karısına devrederek yola çıkar. Film temelde aile olmanın getirdiği fedakârlıklar üzerine kurulu: 12 yaşındaki Siddharth diğer arkadaşları gibi top oynamak yerine isteyerek fabrikaya yazılır, çocuğun fabrikada çalışması için akrabalar aracı olur, kaybolan Siddharth’ı bulmak için tutan masraflara birçok kişi ortak olur, karısı kutsal saydığı mücevherlerini satar ve baba da her anından umutsuzluk akmasına rağmen yola koyulur. Film, bu aile dramasının altında Hindistan toplumundaki para ve güç ilişkilerine, yoksulluğun getirdiği olanaksızlıklara, on yıllar önce yıkıldığı söylenen kast sisteminin nasıl şekil değiştirip güçlü bir şekilde halen var olduğuna dair sağlam bir anlatı sunuyor. Sadece festivale sıkışıp kalmaması, vizyona da gelmesi gereken filmlerden. (Kültigin Kağan Akbulut)