Aida Begiç'i ilk filmi Kar (Snijeg, 2008) ile uyandırdığı yankıdan tanıyoruz. Aşina olduğumuz bir coğrafyada, arayışında olduğumuz bir sinemanın izini süren Begiç, gerek estetik birikimi gerekse sanatçı kimliğiyle takipçisi olduğumuz genç ustalardan biri. Yoğun toplumsal gerçekliklerle naif bir gündelik metafiziği iç içe geçiren diliyle Aida Begiç sineması Balkan coğrafyasında oldukça özgün bir konuma sahip. Geçtiğimiz yaz Hüseyin Karabey'in genel yönetmenliğini yaptığı bir 2010 projesi olan Unutma Beni'de de yer alan yönetmeni, Saraybosna'da, yeni filmi Bait'in hazırlıklarında yakaladık ve projenin detaylarını konuştuk.
Anlatabildiğiniz kadarıyla Bait filminin hikâyesi nedir?
Film Bosna Savaşı’nın iki yetimi Rahime (23) ve Nedim (14) hakkında… İki kardeş Saraybosna’da; bu şehrin özgürlüğü için savaşırken şehit düşenlerin yetimlerine karşı dahi ahlâki istikametini kaybetmiş, geçişken bir toplumda yaşıyorlar. Suça meyilli ergenlik yıllarının ardından Rahime huzuru İslâm’da bulmuş; erkek kardeşinin de onun izinden gitmesini ümit ediyor. Oysa Nedim yerel bir kodamanın oğluyla yumruklaşıp, pahalı cep telefonunu kırarak zar zor yürüttükleri hayatlarını daha da çıkmaza sokuyor. Ardından Rahime kardeşinin gizli kapaklı yürüttüğü işleri de keşfedince işler iyice sarpa sarıyor.
Kar’dan sonra sizi bu hikâye hakkında düşünmeye ve böyle bir kurgu geliştirmeye teşvik eden neydi?
Kar üzerine çalışırken, “Bosna rüyası” dediğimiz şey hakkında çok konuşur tartışırdık. Kar’ın hikâyesi 1997’de bitiyor. O zamanlar biz hâlâ düzeni yeniden inşa edebileceğimize inanıyorduk. Ümitvardık. Hayallere sahip olma lüksünü yaşıyorduk. Kar’daki karakterler bazen kâbusa dönüşebileceğini bile bile kendi hayallerini kurmaya karar vermişlerdi. Kaldığımız yerden hareketle bugün “Bosna rüyası”nın nerede olduğunu sordum kendime. O zamandan bu yana neyin değiştiğini sorguladım ve fark ettim ki artık sistemin yeniden inşasına inanmıyoruz; rüyalarımızın, hayallerimizin yerini ise hafızamız ve hatıralarımız almış.
Barış ülkeme aynı zamanda topyekûn bir çöküşü getirdi; sistemin, mantığın, ahlâkın ve çoğu zaman da aklıselimin çöküşünü. Bugün Bosna Hersek’te yaygın bir boşvermişlik, vazgeçmişlik hissi hâkim.
Bu altüst olmuş, değerlerin yer değistirdiği dünyada, Saraybosna kuşatması sırasında çocuk olan genç nesil ne hâlde? Bu çocukların gelecekten umutlari var mı? Hayalleri neler? Tüm bunları sorgulayarak Rahime ve Nedim’in hikâyesini oluşturdum.
Bosna Savaşı’yla ilgili deneyimleriniz, filmlerinizin temel dinamiğini oluşturmaya devam ediyor. Bu eğilimin sebebi ne?
Savaşın etkileri gündelik hayatımızda olduğu sürece sanatımızda da olacaktır. Bait bir tür gençlik hikâyesi olarak ele alınabilir, genç kuşağın hikâyesi olarak. Fakat mesele şu ki Bosnalı gençlerin yüzleşmek zorunda kaldığı sorunlar, dünyanın diğer bölgelerindeki yaşıtlarınınkinden çok daha ağır. Filmimin ana karakteri Rahime savaş başladığında henüz beş yaşındaydı ve bir gecede büyümek zorunda kaldı. Çocukluk çağlarını tahmin edemeyeceğiniz kadar kötü şartlarda geçiren bu çocukların dünyaları çok farklı. Savaşı unutmaları mümkün değil. O, hiçbir zaman sırtlarından atamayacaklari bir yük aslında. Onların dünyasını deşmek ve bulduklarıma hayret etmek istiyorum. Aslında çok daha saldırgan ve tahripkâr olabilecekken öyle olmayanların içindeki ihsanın ve azmin kaynağını keşfetmek istiyorum.
Evet, geniş çapta bir yeniden inşa için cok umutlu olmayabiliriz. Ama hâlâ insan ruhunun ihyası için, bireylerin yeniden inşası için umut var. Sonunda çirkinliğe galebe çalacak güzellik için hâlâ umut var.
Filminizi Saraybosna’da çekeceksiniz. Bu şehirde, bilhassa da banliyö semtlerinde size ilham veren nedir? Genel anlamda filmlerinizdeki mekân fikri neye dayanmakta?
Genelde filmde mekân hikâyeyle, hikâyedeki fikir ve karakterle ve bunların birbileriyle ilişkileriyle alâkalıdır. Rahime ve Nedim bir tür arafta yaşıyor; hiçbir yere ait değiller. Banliyö fikri karakterlerimin haletiruhiyesiyle örtüşüyor. Banliyö ne şehirdir, ne de köy; bir tür ara-mekândır. Banliyö aynı zamanda bir dönüşüm mekânıdır, tıpkı ülkem Bosna gibi. Filmi çekmeyi plânladığımız Saraybosna banliyöleri, birbirine ters şeylerin birlikte yaşadığı yerler. Harap binaların yanında lüks villalar yükseliyor. Yerel iktidar sahipleri ile mülteciler yan yana oturuyor. Caddenin bir yanında pazardan meyve sebze alacak paraları dahi olmayan insanlar sebze yetiştirirken, öte yanında bir gecede paraya kavuşmuş savaş zengini, Audi arabasını park etmiş oluyor meselâ. Bu resim size filmin bağlamı hakkında daha geniş anlamda fikir verebilir. Savaş sonrası Bosnası’nın sözde kapitalizmi…
Bu projede de sinema deneyimi olmayan oyuncularla çalışmayı düşünüyor musunuz? Nasıl bir oyuncu seçimi süreci yürütüyorsunuz?
Temel olarak Bosnalı oyuncuların çoğunun sinema deneyimi yok. Yılda en fazla üç tane uzun metrajlı film çekiyoruz yahut bazen hiç çekmiyoruz. Çoğu yönetmen deneyimsiz oyuncularla çalışmak ve risk almak istemiyor. Kendilerini işlerine adayan, hâlâ yeni şeyler keşfetme tutkusu olan, film süreciyle heyecanlanan insanlarla çalışmayı seviyorum. Aynı zamanda yeni, taze yüzler ve kişilikler keşfetmeyi de seviyorum. Bu anlamda belki bu sefer oyuncu olmayan birilerini dahi oynatabilirim.
Benim için oyuncu seçimi çok uzun ve önemli bir süreç. Genelde iki veya üç aşaması oluyor. İlk aşamada ilgilendiğim insanları çağırıyorum ve onlarla konuşuyorum. İkincisinde daha fazla ilgilendiklerimi çağırıyorum. Bu aşama saatlerce sürebiliyor ve oldukça yorucu oluyor. İki veya üç kişi arasında kararsız kalırsam üçüncü aşamayı gerçekleştiriyorum. Dolayısıyla oyuncu seçimi, hazırlık aşamasının yaratıcı, heyecanlı ve aynı zamanda çok önemli bir evresi. Bosnalı oyuncular bu süreçten pek hoşlanmıyor, genelde şikâyet ediyorlar. Ben de onlara bu tekniğin fırsat eşitliği doğurduğunu, öbür türlü yaptığımda bu imkâna sahip olamayacaklarını anlatmaya çalışıyorum. Oyuncu seçimimizin aynı zamanda Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya ve Karadağ’ı da kapsadığını eklemeliyim.
Ekibinizin özellikleri nedir? Hangi görüntü yönetmenleri, sanat yönetmenleri ve yapımcılarla çalışmayı tercih ediyorsunuz?
Bütün süreçte baştan sona benimle olan küçük bir ekip oluşturmayı tercih ediyorum. Genelde senaryo üstüne beraber çalıştığım bir danışmanım oluyor. Yalnız çalışmaktan nefret ediyorum. Görüntü yönetmenim ise başından beri projenin içinde olan, mekânları birlikte araştırdığım, renkleri, atmosferi, ritmi ve bütün görsel yapıtaşlarını tartıştığım kişi oluyor. Dolayısıyla sanat yönetimini beraber yapıyoruz.
Asistanlarım, genelde geliştirdiğimiz projeye aşina olan, sanatsal olarak yetkin, fakat pratik mevzuları da halledebilecek genç yönetmenlerden oluşuyor ve yol boyunca bana destek oluyorlar.
Film yapmak bir komplo gibi. Filminizin dünyasını çok dikkatli bir şekilde inşa etmeniz gerekiyor; bu çok kırılgan bir şey. Esasen film sadece metafizik alanda var. Önce sizin zihninizdeki “alan”da varoluyor, sonra siz onu taklit etmeye çalışıyorsunuz. Komployu kuruyorsunuz ve sonunda bir projeksiyon olarak “varoluyor”. Onun için bu hassas süreçte, güvenilir, zeki ve size destek olabilecek insanlara ihtiyacınız var.
Bu projeyi nasıl finanse etmeyi plânlıyorsunuz, onu gerçekleştirmek için gerekli parayı nasıl arıyorsunuz?
Sürecin en sıkıntılı kısmı finansman. Hele de yıllık sinema fonunun 700 bin Euro’dan ibaret olduğu Bosna’da yaşıyorsanız. Bu rakam, Avrupa şartlarında düşük bütçeli bir filmin toplam maliyetine karşılık geliyor. Bosna’da teknolojiye ve insan kaynaklarına yatırım yapabilecek TV kanalları yok. Laboratuvarlarımız, hatta 16 mm veya 35 mm kameramız bile yok. Dolayısıyla filmlerimizi ortak yapımlarla gerçekleştirmek zorundayız. Kar Bosna, Almanya, Fransa ve İran ortak yapımıydı. Bait ise Bosna, Fransa, Türkiye, Almanya ve Romanya ortak yapımı olacak. Küresel kriz büyürken ortak yapım partnerleri de buna bağlı olarak artıyor. Bosna yapımları genellikle Batılı partner bulmaya eğilimliler. Batı’da, tüm dünyadan projeleri, hatta özel olarak Doğu Avrupa, Balkan projelerini destekleyen fonlar var. Fakat ortak yapımcılarım aynı zamanda yaratıcı sürecin bir parçası olduklarından kiminle çalıştığım hayati derecede önem taşıyor. Bu bağlamda Türkiye’den ortak yapımcı olarak değerli yönetmen Semih Kaplanoğlu ile çalışmaktan kıvanç duyuyorum. Türkiye genelde ortak yapımlara dâhil olmuyor, dolayısıyla bizim projemiz özel bir örnek. Semih Kaplanoğlu’nun ortak yapımcı olarak bu projeye dâhil olması, çok saygı duyduğum bir meslektaşımın manevi ve insani desteği demek benim için. Umarım Türkiye bu tarz işbirliklerini teşvik edecek bir mekanizma oluşturur.
Bu projeye dair rüyalarınız, umutlarınız ve kaygılarınız neler?
Hayalim, öncelikle bu filmi yapmak ve şüphesiz iyi bir film yapmak. Güzel bir sürece sahip olmayı, merak ettiğim fenomenleri öğrenmeyi, hayatı ve sinemayı daha iyi anlamayı, tüm bu benzersiz deneyimleri ve duyguları seyirciyle daha iyi paylaşmanın yollarını bulmayı umut ediyorum. En büyük korkum, filmi bitirdikten sonra küresel bir felâketin gerçekleşip tüm elektrik akışını durdurması ve filmi kimseye gösterememem.