Bir film asla sadece bir film değildir. Endüstri, ödüller, festivaller, filmin yapım süreci, yapım sürecine katkıda bulunan fonlar, dağıtımcılar, siyasi konjonktür gibi birçok etken filmin anlamını yeniden yorumlamamıza neden olur. Fatih Akın’ın yeni filmi Kesik (The Cut) tüm bu tartışmaların içine doğmuş, bu nedenle de “film dışı unsurların” filmi tartışırken bolca müdahil olduğu bir film.
Kesik, ilk başta Cannes Film Festivali’nden çekilmesiyle tartışmalara sebep oldu. Jüri başkanı Jane Campion’un önerisiyle taktiksel nedenlerle yarışmadan çekildiğini öğrendik. Sonra Türkiye’de milliyetçiler filmin gösterime girmemesi için kampanya başlattı, bir nevi tehdit ettiler. Bu gergin atmosfer üzerine film Filmekimi programından çıkarıldı, bunun da Türkiye dağıtımcısının bir kararı olduğu söylendi. Sonuç olarak Kesik Türkiye’de belli gerginliklere rağmen beklenildiğinden daha rahat bir atmosferde gösterime girdi. Vizyon sürecinde nelerin yaşanacağını kestiremiyoruz.
Kesik, Türkiye’deki gündeminin yanında daha genel bir çerçevede değerlendirilmeli. Film Ermeni tehcirinin 100’üncü yılına denk gelerek önemli bir bağlamın içine oturdu. Neleri nasıl tartışacağımızın kestirilemeyeceği bir yılın içine giriyoruz. Spielberg gibi bir yönetmen bu konuda bir film projesinin içinde yer alacağını belirtiyor. Yıl boyunca paneller, söyleşiler, film gösterimleri yapılacak. Şüphesiz Kesik de burada yerini alacak. Sonuç olarak ise karşımızda üzerinde Almancı etiketi taşıyan, göçmenlik sorununu özgün sinematografisiyle ele alarak hem Türkiye sineması açısından hem de Alman sineması açısından kendine yer edinmiş, babası milliyetçi çevreden olan Fatih Akın’ın filmi geliyor. Daha ilginci ise Almanya gibi tehcirin sorumluluğunun farkında olup bu konudaki tartışmalardan şu ana kadar uzak durmuş bir ülkenin filminden bahsediyoruz.
Filmi çevreleyen konuları yazmaktan filme henüz giriş yapamadım. Ancak filme dair meselelerin odak noktalarından birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Kesik, üzerinde çok fazla yük olan ve bu yükü taşımanın zorluğunu yaşayan bir film. Filmden ne kadarını beklemeliyiz ve ne kadarını karşılamalı gibi soruların kolayca sorulabileceği türden. Filmin ve Fatih Akın’ın tüm bu tartışmaların altında kaldığını düşünüyorum.
Kesik, filmin gerçekliğini vurgulayan Ortadoğu haritasıyla açılır ve 1915 yılının Mardin’ine gideriz. Demirci ustası Nazaret, eşi, ikiz kızları ve yakın akrabalarıyla yaşamaktadır ve yavaş yavaş savaşın haberlerini almaya başlarlar. Kötü haberler gelmektedir ancak onlara henüz bir zarar gelmemiştir. Bir gece jandarma kapıyı çalar ve Ermenilerin de askere alındığını söyler, Nazaret ve diğer Ermeniler taş kırmak için götürülür. İlk başta cephede olmaktan iyidir derler, ancak yolda sürgün edilen Ermenileri görürler. Devletin politikaları değişmiştir, artık Ermenilerden kurşun harcamadan kurtulmak gereklidir. Nazaret şansı ve vicdanlı birinin yardımı sayesinde kurtulur. Nazaret’in yolculuğu başlar, Rasulayn’a gelir, ailesinin öldürüldüğünü öğrenir, Halep’te başıboş kalmışlara yardım eden bir Arap, Nazaret’i alıp diğer mültecilere de baktığı hamamına götürür. Bu sırada Nazaret kızlarının ölmediğini öğrenir ve hayatındaki kaybettiği amacına tekrar kavuşur, kızlarını bulmak üzere Lübnan’dan Küba’ya oradan da ABD’ye varan yolculuğu başlar.
Filmin ilk yarısı Nazaret’i takip ederek politik gelişmeleri aktarırken, ikinci yarısında politik konjonktür geriye çekilip Nazaret’in kızlarını arama sürecine odaklanıyoruz. Filmin siyasi olarak sakin bir dil oluşturmaya çalıştığını görebiliyoruz. Her ne kadar sert sahneler olsa da siyasi açıdan “başka yerlere çekilebilecek” unsurları Akın’ın dikkatle işlediğini söyleyebiliriz.
Fatih Akın’ın filminin temel sorunu, bugüne kadar inşa ettiği özgün sinematografinin uzağında durması. Akın, kendi deyimiyle bir Anadolu westerni oluşturmaya, filmin hikâyesini sürükleyebilecek bir epik dil oluşturmaya çalışmış. Fatih Akın belli ki izleyicilerin tümünün gönlünü yakalayacak bir yapı inşa etmeye kalkışmış, ancak Spielberg filmlerinden tutun da bugünün dizi filmlerine kadar epik anlatımın en iyi örneklerini görmüş, epik içinde yapıbozumlarına maruz kalmış izleyici profilinin bu filmden yönetmenin umut ettiği kadar etkilenmesi zor görünüyor. Akın karakterle dünya seyircisinin kolay özdeşim kurması açısından Ermenileri İngilizce konuşturmuş, ancak her hafta belli bir saat ABD yapımı dizi film ve sinema filmi izleyen insanların aksanlı İngilizceyle nasıl ilişki kuracağı sorunlu. Bunun yanında Nazaret ABD’ye gittiğinde karşısındakilerin İngilizce konuşması dil üzerinden inşa edilen yapıyı kırıyor.
Kesik’in Fatih Akın filmografisini seven bir eleştirmen olarak beni üzen asıl tarafı da filmin Akın’ın nevi şahsına münhasır sinematografisinden uzaklaşması. Bu konuda Akın’a “ısmarlama proje” eleştirileri geldi, ancak ben burada meseleyi ısmarlama üzerinden okumuyorum. Akın filmografisinin sınırlarını aşacak, kendisini dünya çapında bir yönetmen yapacak bir adım attı, ancak maalesef kendi özünü de belli ölçülerde kaybetmiş oldu.