Labirente girmek, kaybolmak mı kurtulmak mı yoksa hapsolmak mı demek… Labirentin sonundaki ışık gerçek mi, bir illüzyon mu? Hansel ve Gretel’in ekmek kırıntıları ya da Ariadne’nin ipi olmadan labirentten çıkmak mümkün mü?
Hansel ve Gretel masalında orman, uçsuz bucaksız bir labirentti ve labirentte kaybolmamanın yolu ardında iz bırakmaktı. Girit efsanesinde ise Theseus’a, Daidalus’un inşa ettiği dev labirente hapsedilen Minotor’dan kaçması için Adriane’nin ipi çıkış yolunu göstermişti.
Labirentler hayatın her köşesinde var olmaya devam ediyor. Bilgisayar oyunları, ıssız topraklarla çevrili çöller, demir kapılı hapishaneler, karmaşık koridorlar, mezar ve tapınaklar, şehirler, parmak izleri, genetik kodlar… Hepsi birer labirent. Şirketlerin organizasyon şemaları, üniversite kürsüleri, pazar ekonomisi “artık düzgün bir yoldan ibaret değil, aksine birbiri ardına ortaya çıkan tuzaklardan, yanlış yollardan, çıkmaz sokaklardan, titizlikle korunan bölgelerden oluşuyor.”
Benzer şekilde filmler de labirentin dolambaçlı yollarına girdi: Sessizlik (Tystnaden, 1963), Küp (Cube, 1997), Pan’ın Labirenti (El laberinto del fauno, 2006), Başlangıç (Inception, 2010), Labirent: Ölümcül Kaçış (The Maze Runner, 2014)… Labirentlerin ucuna takılan filmlerden biri de Cinnet (The Shining, 1980). (Bahar Yıldırım Sağlam)
(Yazının tamamını Hayal Perdesi’nin 65. sayısında okuyabilirsiniz.)