Boşnak yönetmen Aida Begiç, yeni filmi Bırakma Beni ile Suriyeli mülteci çocukların hayatlarına ayna tutuyor. Begiç ile kurgu ile gerçeğin, kişisel ile toplumsalın arasındaki dengeyi nasıl sağladığını, filmin yapım sürecini, üç filminin tematik akrabalıklarını konuştuk. 2017 yılından bu yana pek çok festivalde gösterilen Bırakma Beni, 21 Eylül’de vizyona giriyor.
Bırakma Beni’nin hikâyesinden bahseder misiniz?
Bırakma Beni Şanlıurfa’da üç Suriyeli yetim İsa, Ahmed ve Motaz’ın hikâyesini konu alıyor. Karakterleri ve beklentileri farklı bu üç çocuk her ne kadar birbirlerinden hoşlanmıyor olsa da ortak bir amaçta buluşuyorlar: kaldıkları yetimhaneden ayrılmak ve yeni bir hayata başlamak. Tabii, bunun için paraya ihtiyaçları var ve Balıklıgöl’ün ziyaretçilerine kâğıt mendil satmaya başlıyorlar. Başta her şey yolunda gitse de bir zaman sonra İsa’nın borçlu olduğu Karaca adında bir serseri işlerini tehdit eder. Çocuklar ise zorluklar karşısında birbirlerine kenetlenir; hayatlarını tehdit eden tehlikeler sevgi, dostluk ve umudu bulmalarına sebep olur.
Türkiye’deki Suriyeli mülteci çocuklar hakkında bir film yapmaya nasıl karar verdiniz?
Yıllar boyunca Suriye’deki savaşı haberlerden takip ettim, mülteci sorunu üzerine yazılanları okudum. Savaşı bizzat yaşamış biri olarak, savaşın yıkıcılığını tecrübe edenler için bir şey yapmam gerektiğini hissetmişimdir hep. Suriyeliler konusundaysa tam olarak ne yapabileceğimi bilmiyordum, çünkü yabancısı olduğum, uzak bir memleketti benim için. Bir gün Beşir Derneği’nden bir telefon aldım; yetimler hakkında bir film projesi üzerine çalışmak, bu konuda farkındalık yaratmak istiyorlardı. Bosna’daki yetimleri konu alan önceki filmlerime dayanarak bu projede benimle çalışmak istediklerini söylediler. Bu teklif beni çok mutlu etti. Böylece projeye başlamış olduk. Bu yolculuğun bizi nereye götüreceğini tam olarak bilmiyorduk ama sesini duyuramayanların, yani savaşın yetim bıraktığı çocukların sesi olmamız gerektiğini en başından beri biliyorduk.
Filmin prodüksiyonundan bahseder misiniz?
Prodüksiyon süreci tam bir maceraydı. Ana karakterlerimiz çocuklardı, travma yaşamış çocuklar. Suriye sınırına çok yakın bir şehir olan Şanlıurfa’daydık; burası on üç farklı ülkeden gelen insanların buluştuğu tam bir savaş alanıydı. Pek çok insan böyle bir projeye giriştiğim için deli olduğumu düşünüyordu. Babam dahil. O zamanlar küçüğü üç yaşında iki çocuğumla sete gideceğim için endişeliydi. Neyse ki her şey yolunda gitti. Yerli halk ve yöneticiler tarafından sıcak karşılandık. Urfa, harika bir şehir ve burada birlikte olduğumuz insanlar bizi çok iyi ağırladı. Dünyanın dört bir yanından gelen bir ekiptik ve etnik, dini veya ekonomik durumlarını sorgulamadan dört milyon mülteciyi kabul etmiş bu ülkenin samimiyetini ve misafirperverliğini gördük. Örneğin sadece Şanlıurfa’da beş yüz bin mülteci var ve burada hayat kavga ve gerilimden uzak bir şekilde devam ediyor. Arapça okullar, dükkânlar var; Suriyeliler ve Türkler birlikte yaşıyor. Bugün için eşsiz bir durum bu.
Filmin senaryosunun kısmen de olsa çocukların hayat hikâyelerine dayandığını biliyorum. Ön hazırlık ve oyuncu seçim süreci nasıl geçti?
Bu projeye başlamadan önce Suriyeliler hakkında fazla bilgi sahibi olmadığım için araştırma yapmam gerekiyordu. Beşir Derneği ise vakit kaybetmeden yetim kalan çocuklar için bir şeyler yapmak istiyordu. Bu düşünceyle, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yüzlerce yetimle aktörlük ve film atölyeleri düzenledik. Çocuklara yaratıcı olabilecekleri bir ortam sunmaya çalıştık. Diğer yandan dernek, ihtiyaç sahipleri için kıyafet, yiyecek, yakacak, oyuncak vb. yardımlarda bulundu. Böylece çocukların maddi ihtiyaçlarını gidermekle birlikte, oyun oynayıp çocuklukların yaşadıkları ortamlar oluşturduk. Bu atölyeler, oyuncu direktörümüz Timka Grahiç ve benim için çocuk oyuncularımızı keşfetmenin yolunu açtı. Yine bu atölyeler filme konu olan gerçek hikâyeleri bulmama da imkân sağladı. Uzun süren atölye döneminden sonra yetenekli ve istekli bir grup çocukla deneme çekimleri ve provalar yaptık. Bunların neticesinde başrol oyuncularını belirledik. Ama kimseyi üzmemek için herkesi bir gün de olsa çekime çağırdık. Filmde yer alan çocukların hepsi bu atölyelere katılmış Suriyeli yetimler.
Bize biraz senaryo yazım sürecinden bahseder misiniz? Çocukların hayat hikâyeleriyle kurguyu nasıl dengelediniz?
Filmin ana karakterleri savaşın travmasını yaşamış çocuklar olduğu için onlara güvenli bir ortam hazırlamam gerekiyordu. Yaralarını deşip durumlarını psikolojik anlamda daha da zora sokamazdım. Bu yüzden kurmaca bir filmde, kendileri olmayan karakterleri oynamalarını sağlamam gerekiyordu. Yani film gerçek duygu, durum, hatta diyaloglardan esinlenilerek kurgulandı. Çocuklar bu sayede kendilerini güvende hissedebildiler ve onları kişisel olarak üzebilecek durumlardan kaçınmış olduk. Çocuklarla, çocuklar hakkında bir film yaparken salt duygusal manipülasyona düşmeyip sanatsal anlamda iyi bir iş çıkarmak zor. Üstelik travma yaşamış çocuklarla çalışmak daha da zor, büyük sorumluluk. Ama bütün bunlara ihtimam gösterildiğinde film süreci çocuklara iyileşme fırsatı da sunuyor. Özgüvenlerini geliştirip yeteneklerini fark etmelerine yardımcı oluyor. Bırakma Beni’de yaşanan tam olarak buydu.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 66. sayısında okuyabilirsiniz.)