Yönetmen ve senarist kimliğiyle tanıdığımız Erhan Tuncer, on yılı aşkın süredir Yeşilçam emektarları hakkında araştırmalar yapıyor. Gürkan Bayar ile kurduğu web sitesi Üçüncü Adam, Yeşilçam’ı yıldız oyuncular yerine karakter oyuncularının, set işçilerinin gözünden anlatıyor. Yakın zamanda Titanic Yayınları’ndan çıkan kitabı O Ağacın Altında, bir sözlü tarih çalışması titizliğiyle otuz üç sanatçıyla yapılan röportajları bir araya getiriyor. Tuncer ile Yeşilçam’ın bilinmeyen kahramanlarını konuşurken, nostaljik tavır ile oryantalist bakış arasında sıkışan Yeşilçam gerçeğini tartıştık.
Yeşilçam merakı nasıl başladı?
Ben halam ve babaannemle büyüdüm. Halam hiç evlenmedi, bir dönem küçük bir psikolojik rahatsızlık geçirdi. Ardından kendini sinemaya kaptırdı, filmlerle terapi oldu. Onun sinemayla terapi olması, dedemin bir sinema yangınında kız kardeşini ve kız kardeşinin eşini kaybedip parkinsona yakalanması, babamın yıllarca yazlık sinema salonları arasında film taşıyarak mekik dokuması… Sinemaya dair hikâyelerle büyüdüm. Bunun üzerine sürekli izlediğim yerli filmlerle ilgili oyuncu merakımı gideren halam vardı. Bu kim, Reha Yurdakul. Bu kim, Bilal İnci. İsimlerini teker teker sayardı. Onun büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Halam Yeşilçam, Türk sineması üzerine düşünmemi, bellek kazanmamı sağladı. Başlangıçta nostaljik bir tavırdan öteye gitmiyordu. Eski filmler, eski insanlar… Cüneyt Arkın ağırlıklı bir yerden ilerliyordu; Battal Gaziler, Kara Muratlar vs. Bir de Şener Şen. Bu iki ismi özellikle belirteyim. Büyüdükçe sinema tarihinin bize sunulanın ötesinde, daha derin olduğunu fark ettim. Bunun da alternatif yollarla bulunabileceğini öngörerek konuya yoğunlaştım.
Üçüncü Adam isimli web sitesi fikri nasıl doğdu?
Tasarımını birlikte yaptığım yakın arkadaşım Gürkan’la (Bayar) Facebook’ta bir Savaş Başar grubu açmıştık. İki yüz, iki yüz elli beğenili küçük bir gruptu. Savaş Başar bizim Devlerin Aşkı’ndan (1976) tanıdığımız nefis sesi olan, ki filmlerde kendi sesini kullanıyordu, birçok filmde seslendirme yapan bir oyuncu. Grup aracılığıyla kısa sürede oğlu Kemal Başar’a ulaştık. Kemal abi "ne güzel şeyler yaptınız, babam görseydi çok mutlu olurdu" gibi tepkiler verince biz de görmezden gelinmiş isimler hakkında bir şeyler yapmak iyi geldi dedik, iade-i itibar etmek istedik. Yadigar Ejder’in, Süheyl Eğriboz’un, İhsan Gedik’in, Suphi Kaner’in birçok ana oyuncudan daha önemli olduğunu düşündüm. Onların hiç anılmadığını, doğru düzgün biyografilerinin, fotoğraflarının olmadığını fark ettim. Sinema ansiklopedilerinde bile küçük bilgi ve fotoğraflar vardı. Kendime bir misyon edindim: Bu adamların hikâyelerini yazacağım, araştırmalar yapacağım, ulaşabiliyorsam çocuklarına ulaşacağım. 2009’da başladık. 2018’deyiz. Karakter oyuncularımızın çoğunun çocukları bana ulaşır, babasıyla/annesiyle ilgili bilgi verir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bile telefon alıyorum, şu oyuncu ne oldu, durumu nasıl diye bana soruyorlar. Hobi olarak başlayan uğraş benim için işe, misyona, bir yandan da tarihi yolculuğa dönüştü.
Kitabın önsözünde belirtmişsin. Akademik metinlerden çok arazide yaşanan deneyimleri önemsiyorsun.
Akademik metinler göreceli, bireysel görüleri ifade ediyor. Lütfi Akad hakkında bir kitap okumak yerine onun Işıkla Karanlık Arasında kitabını okumayı tercih ederim. Yönetmenle ilgili yazılmış bir kitap okumaktansa, günlüklerini, röportajlarını okurum. Yaşayanlar evrak-ı metruke bıraktılarsa gerçek tarih odur, onların belleklerinde yaşayanlardır. Bir insan bir şeylere şahit olduysa, aktif olarak sahada görev aldıysa o işin cefasını da sefasını da en iyi o anlatır. Üniversitede odasından çıkmadan birkaç kitap karıştırarak, kulaktan dolma birkaç Ses dergisi demeciyle sinema tarihi yazdıklarında çok önemsemiyorum açıkçası. Bende de yüzlerce Ses dergisi, birçok sinema dergisi var. Yeşilçam ile ilgili ciddi bir koleksiyona sahibim. Gördüklerim, okuduklarım ülkenin sinema tarihini oluşturacak nitelikte değil. Dört yüz filmde oynamış Süheyl Eğriboz’la nasıl sözlü tarih çalışması yapmazsınız? Eşref Kolçak’la, Orhan Günşiray’la yapılmış. Niye İhsan Gedik ile yapılmamış? Onları günübirlik işçi statüsüne koyup o ne anlatabilir ki demişler ama esas hikâye onlarda.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 65. sayısında okuyabilirsiniz.)