Patika’da baba-oğul ilişkisini işlemiştiniz. Bu sefer aile biraz daha genişliyor ama gene aile üyeleri, özellikle anne-baba ile çocuk arasında sonu tatlıya bağlanan bir gerilim var. Bu anne-baba-çocuk ilişkisi ve aralarındaki gerilim teması nasıl ortaya çıktı?
Benim için sinema yapmak kişisel bir yolculuk. Her ne kadar pratikte bir ekip çalışması olsa da, filmlerin yönetmenlerin düşüncelerini ve duygularını kanalize ettiği alanlar olması gerektiğini düşünüyorum. Patika’da olduğu gibi, Toprak’ta da kendi yaşadıklarımdan yola çıktım. Bire bir bu durumu yaşamadım tabii ama, Toprak’ın hikâyesi yer yer kendi hikâyemle kesişiyor diyebilirim.
İki filmde dikkat çeken şeylerden biri de “ikilikler.” Baba-oğul, Türkçe-Fransızca gibi ikiz kardeşler, iki dillilik, eller, kalplerin aynı anda atması. Bir yandan paralellik sağlıyor ama aynı zamanda tekinsiz bir tarafı var. Bu ikiliklerin sizi cezbeden tarafı nedir?
İkilikler, doğamızın gereği diye düşünüyorum. İnsan ikiden bir olmaya mahkum bir varlık. Hepimiz bir anne ve bir babanın yavrusuyuz sonuç itibariyle. Ve çoğumuz iki olmaya, eksikmiş gibi tamamlanmaya çaba gösteriyor. İkilikler hayatın ve hayatımın bir parçası.
Yurt dışında yaşayan yönetmenlerin filmlerinde siyasallık arama kaygısı oluyor. İlla eleştirel bir yön varmış, film siyasal-kültürel tartışmaları sembolize ediyormuş gibi. Bunun örneklerini görmek elbette mümkün. Kendi sinemanızı nasıl konumlandırıyorsunuz?
Her yönetmenin kendi problematikleri, arayışları var. Bazı yönetmenlerin siyasal kaygılarla film çekmelerini anlayabiliyorum. Bir filmi eleştirel olduğu için eleştirmem, eleştirinin zekice olup olmadığına bakarak eleştiririm. Eleştiri yapıcı olduğu sürece, her şeyin eleştirilebileceğini düşünüyorum.
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 62. sayısında okuyabilirsiniz.)