Söyleşi
Esin Berktaş SÖYLEŞİ:Kültigin Kağan Akbulut "Seyircinin sosyo-ekonomik koşulları, sinemanın teknik olanakları ve sinemacıların bakış açıları arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Daha önceki sinema tarihi araştırmalarından farklılaşabilmek, başka bir yerden bakabilmek için seyircinin sosyo-ekonomik koşulları ile gittiği sinemalar arasında bir bağlantı bulmaya çalıştım. Bu bakışı bugüne taşıyabileceğimi düşündüm."
21.02.2011 "Mevlâna Okuyan, Freud’u Bilen Sinemacılar Kuşağı"

1940’lı yılların Türk sineması, muhtelif şekilde tartışılsa da Türk sinemasının emekleme dönemi, önüne ne çıkarsa elleriyle tutunup ayağa kalkmaya çalıştığı dönem olarak nitelendirilebilir. Muhsin Ertuğrul geleneğinden kopmaya çalışan yönetmenleri, tek film çekerek tarihe karışan yapımcıları, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda insanın hatırladığı yıldızları, dönemin İstanbulu’nun mozaik yapısı, Mısır sinemasının ihtişamı… Bütün bu karmaşa içinde inşa edilen yeni ülkenin sinemacıları da yepyeni bir sanat formunu kurmaya çalıştı.

“Türk sineması nereye gidiyor?” tartışmalarının yapıldığı zamanlarda sinemanın çocukluğuna inerek sorunların kaynakları bulunabilir. Çünkü sonraları gelenekleri yıkmaya çalışan başka yönetmenlerin, tek filme mahkûm kalan prodüktörlerin, jönlerin sayısı arttı. Mozaik mermere dönüştü, ülke başka başka sinema dalgalarıyla boğuştu.  
 
Esin Berktaş Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde hazırladığı sanatta yeterlilik tezini, “1940’lı Yılların Türk Sineması”nı kitap hâline getirdi. Agora Yayınları’ndan çıkan kitap, Türk sinemasının kilit bir dönemini ekonomik, toplumsal ve kültürel geniş arka plânıyla birlikte ele alması nedeniyle okunması, döne döne bakılması gereken bir çalışma.
 
Niçin 1940’lı yıllar Türk sinemasını araştırma ihtiyacı hissettiniz? Dönemin sizin açınızdan önemi nedir?
Metin Erksan’dan 2003 yılında aldığım “Sinemada Yönetim Teorisi” dersinde onun Türk sinemasının tarihsel dönemlerine dair Nijat Özön, Giovanni Scognamillo ve Sami Şekeroğlu’nun değerlendirmelerinden farklı olan görüşlerini öğrenmiştim. Onun diğerlerine nazaran daha detaylı olan dönemlendirmesi bana ilginç geldi. Meselâ Metin Erksan, Türk sinemasında 1939-1950 yılları arasına geçiş dönemi sineması demiyor. “1939-1945 İkinci Dünya Savaşı öncesi Türk Sineması” ve “1945-1950 İkinci Dünya Savaşı sonrası Türk Sineması” olarak iki ayrı parçada alıyor. Bu çalışmaya başlarken aslında İkinci Dünya Savaşı’nın Türk sinemasına etkisini araştırmak istemiştim. Ama bu dönemi çalışmam kısa bulunduğu için mümkün olmadı ve bu konuyu da kapsayan 1939-1950 arası on bir yıllık dönemi çalışmam gerekti; matematiksel neden böyle. İkinci olarak bu dönemin bence özel bir tarafı var. Amatör, anlık, spontan, büyük olanaksızlılara rağmen çözüm getirmeye çalışan, romantik, başkaldıran bir havası var. Bir yandan İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik baskılar, siyasi baskı, sansür bir yandan da bütün bunlara rağmen ortaya çıkan bir grup genç insan. Büyük kısmı sadece bir film çekebilmiş. Bu bana çok ilginç geldi. Para kazanmak için değil de, dertlerini samimi bir şekilde anlatmak için sinema yapmış insanlar. Bu açılardan 1940’lı yılların sinemacılarını devrimci buluyorum. Diğer sanat alanlarında da, savaş yıllarının baskısı içinde kendini farklı şekilde ifade etmeye çalışan insanlar var. Onları bir şekilde anlatmaya çalıştım.
 
O zamanlar sinema biletlerinde ağır bir belediye vergisi var. Başka sorunlar var, teknik bilgisizlik var. Fakat bu insanlar yine de film çekmeye kalkıyorlar. Neden kaynaklanıyor bu? Entelektüel meraklarından mı, para kazanma hırslarından mı?
Bu konuyu dönemin sinemacılarına sorup onların fikirlerini alma şansım oldu. Bu konuyu dönemin görüntü yönetmenlerinden, aynı zamanda öğretim görevlisi olan İlhan Arakon’la ayrıntılı biçimde görüştüm. Onun anlattıklarından ve araştırmalarımdan benim çıkardığım sonuçlar şunlar: Sinemaya yönelik çok büyük bir merakları varmış. Yepyeni bir sanat dalı… İzledikleri yabancı filmlerle Muhsin Ertuğrul’un filmlerini karşılaştırıp “Biz neden yapamıyoruz?” diye düşünmüşler. Her ne kadar olanakları az olsa da, filmciler burjuva ailelere mensup insanlar. Baha Gelenbevi, Şadan Kamil, Faruk Kenç gibi bazıları yurtdışında eğitim görmüş. Yurtdışındaki olanakları görüp Türkiye’ye dönünce burada da onu yaratmak istemişler. Birbirlerini de tanıyan insanlar. Çok kalabalık olmayan bir gruptan bahsediyoruz. Bir iletişim ağları da var. Başka işleri varsa da bırakıp sinemaya girmişler. İlhan Arakon meselâ Toprak Mahsulleri Ofisi’nde çalışıyormuş. Savaş sonrası ekonomik zorluklar olduğu için zamanın birçok sanatçısında devlet memuru olma isteği var. Ama bu insanlar çok da ekmek parası derdinde değiller. Araştırma, okuma, izleme, yurtdışındakileri takip etme gibi merakları insanları harekete geçirmiş.
 
Dönemi araştırırken hangi kaynaklardan yararlandınız? Kaynaklarınız size nasıl bir rota çıkardı?
Bu tezi hazırlama fikri, Metin Erksan’ın “…Ve Sinema” dergisinde yayınlanan “Sinema Okullarında Tez Çalışmaları” adlı yazısından esinlenerek oluştu. Metin Erksan bu yazıda “arabesk müziğin 1939-1945 yılları arası Türkiye’de çokça gösterilen Arap filmlerinin müzikleriyle ilişkisi olduğunu” söylüyordu. Ben de İkinci Dünya Savaşı’nın sinema ve müzik sanatlarına etkisini araştırmak istedim. Dönemin gazete ve dergilerini araştırmak için yaklaşık iki sene kütüphanelerde çalıştım. Çok şey öğrendim. Dönemin gazetelerinin orijinal kopyalarını sayfa sayfa çevirmek büyük zevkti. İçinde sinema haberi olan bir sayıda o gün manşette ne olduğunu, yazarların neleri tartıştığını, yaşanan toplumsal olayları gördüm. En başta o zaman İstanbul’un ne kadar tenha bir yer olduğunu anladım. Gazeteler bana çok yol gösterdi. O yıllarda gazetelerde “Türk sanatı nereye gidiyor?” tartışmaları vardı. Batılı mıyız, doğulu muyuz? Bu tabi sinemaya da yansımış. Bu konularda fikir üretenlerin kitaplarını da takip etmeye çalıştım. O yıllar eli kalem tutan gazeteciler grubu var. Onları takip edince genel bir profile ulaştım. Hangi sinemalara gidilmiş, nasıl bir seyirci profili var? Bu soruların cevabını bu materyallerden çıkarmaya çalıştım. Bu arada şöyle bir şeyin faydalı olacağını düşündüm. Taksim ve civarındaki sinemalarla Suriçi bölgesindeki sinemaların değişik olduğunu fark ettim. Suriçi Mısır filmlerini, ağdalı melodramları gösteriyor, Taksim daha çok Avrupa ve Amerikan filmlerini. 1940’lı yılların sinemacıları ise bu izlenen yabancı filmlerden farklı işler yapmaya çalışıyor. Amerikan kovboy filmlerini yapamıyorlar, Mısır filmlerini de yapmak istemiyorlar. Bir taraftan bize dair bir şeyler anlatma dertleri var. Seyircinin sosyo-ekonomik koşulları, sinemanın teknik olanakları ve sinemacıların bakış açıları arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Daha önceki sinema tarihi araştırmalarından farklılaşabilmek, başka bir yerden bakabilmek için seyircinin sosyo-ekonomik koşullarıyla gittiği sinemalar arasında bir bağlantı bulmaya çalıştım. Bu bakışı bugüne taşıyabileceğimi düşündüm.
 
Kitabınızda hacimsel olarak sosyo-ekonomik boyut, kültürel arka plân, tarihsel veriler büyük yer kaplıyor. Neden bu kadar geniş bir altyapı ile donatarak anlattınız dönemi?
İlk olarak sanırım altyapı meselesi. Ben sosyoloji bölümü mezunuyum ve meselelere sosyo-ekonomik açılardan bakmayı faydalı görüyorum. Bunun yanında ünlü yönetmen Jean Luc Godard’ın sevdiğim bir sözü var: “Ben filmlerle sosyolojik makaleler yazıyorum.” diyor. O filmlere, döneme bakarken sosyolojik bir analiz yapma derdindeydim. Görsel sanat toplum bilincini etkileyebilir, ona sert göndermeler yapabilir. Bu nedenle tez çalışmamda sosyoekonomik, kültürel yapıdan çokça bahsettim.
 
Kuramsal olarak da Pierre Bourdieu’nun metodolojisini benimsiyorum. İnsanların tükettikleri kültürel nesneler, filmler, şarkılar, o kişinin sosyal konumunu belirler. Tersini düşündüğümüzde komik geliyor, yani insan operaya gidiyor diye burjuva mı olur? Hayır, ama operaya gitmek daha çok burjuva sınıfının sergilediği bir pratik olarak tanımlayıcı bir özellik taşıyabilir. Suriçi ile Taksim’i ayrı incelememin nedeni de o. Bu toplumsal olarak bir ayrışmaya dönüştüğü gibi sinemacılar arasında da daha sonra alaylılar, okullular gibi bir ayrışmaya dönüşüyor. Kimler hangi filmleri izliyor, niye izliyor ve sonunda ne etkisi oluyor? Meseleye böyle yaklaşmanın faydasını gördüm.
 
Kitabı ilk baktığımızda 1940’lı yılların “Türk sineması” göze çarpıyor, ama ortada 1940’lı yıllarda “Türkiye’de sinema” var. Bu ayrımı nasıl oluşturdunuz?
Bu çok önemli bir ayrım. Şu an Türk sineması diyoruz ama en azından çalıştığım yıllar açısından Türkiye’de sinema demek daha doğru aslında, çünkü o zaman sinema sektöründeki çoğu kişi gayrimüslim, Levanten, yabancı uyruklu. Kitap içinde bu kavramı “yerli sinema” kavramıyla karşıladım. Tek parti döneminin yerlileştirme politikaları sinema alanında da var. O zamanki gayrimüslim sinemacıları yavaş yavaş sektörün dışına atmaya başlıyorlar. Örneğin varlık vergisi uygulamaları, vergiyi ödeyen birçok sinemacının batmasına neden oluyor. Sektör çok yara alıyor ve tümden değişiyor. Bu nedenle kilit bir dönem.
 
1950’lerden sonra yerli sinemadaki çeşitlilik ve çokkültürlülük daralmaya başlıyor. Türk sineması kavramı ulusal sinema anlayışının yerleştiği 1960’lardan sonra yaygınlaşıyor.
 
Dönem itibariyle hem filmlere, hem de üzerine inceleme yapacak metinlere ulaşmak zor. Dönemi incelemek için hangi kaynakları incelediğinizi biraz daha açar mısınız?
Osmanlıcam olmadığı için Osmanlıca kaynaklardan yararlanmadım. Sermet Muhtar Arus, Şevket Rado, Burhan Arpad, Vâlâ Nureddin, Refik Ahmet Sevengil gibi dönemin gazetelerinde denemeler veya kitap yazan yazarların eserlerinden faydalandım. Gazetelerde rahat bir dille yapılan sanat tartışmalarından atmosferi anlamaya çalıştım. Sinemalarda nasıl bir ortamda filmler izlenirdi, neler sevilirdi, gösterimler kalabalık olur muydu, insanlar sinemaya giderken şık mı giderdi, rahat elbiseler mi giyerdi?
 
1940’lı yıllarda Sait Faik ile Abidin Dino’nun dönemin sanat anlayışı ile ilgili yazdığı bir manifesto var. Bu bakış açısını anlamaya çalıştım. Yeni bir şey ortaya koymaya çalışan insanlar var. Hem Mevlâna, Yunus Emre gibi geleneksel kültüre hem de Freud, Shakespeare gibi batılı sanatçılara aşina olan bir nesil. “Yeni bir medeniyet kurmaya çalışıyoruz ve bu medeniyette nasıl bir sanat inşa ederiz.” diyen insanlarmış onlar. Bunların dışında muhafazakâr, düşünceleri ırkçılığa varan ve nazizmden etkilenen birçok yazar da var. Muhafazakâr bakış sinemayı ayıp bir şey olarak görüyor zaten. Meselâ Hilmi Malik’in sinema ile ilgili bir kitabı var.
 
Aylık dergileri takip etmeye çalıştım. 1940’lı yıllarda yayınlanmış süreli dergileri taradım. İçlerinde sinemayla ilgili en ufak bir yazı bulmaya çalıştım. Sinemayla ilgili ciddi dergiler çok değil. Oyuncuların yaşamları, giyinişleri, özel hayatları ile ilgili yazılar vardı.  Sinema ile ilgili olarak Niyazi Berkes ve Behice Boran’ın çıkardığı Yurt ve Dünya Dergisi’nde önemli yazılar vardı. Orada Türk sinemasına dair güzel bakış açıları vardı. Araştırma için önemli gördüklerim içinde Mısır filmleri vardı. İlginçtir, Mısır sineması Mısır’da ilerici bir yön taşımasına rağmen Türkiye’de neredeyse gerici bir öğe, Müslüman sinema olarak öne çıkıyor.
 
1940’lı yıllarda çekilen yerli filmlerin tümünü bulamadım. Arşivlerde on iki, on üç tanesi mevcut. Ama o zamana dair seksen-doksan film ismi var sanıyorum. Sonuçlar örneklere göre değişeceği için belki hepsi izlense bambaşka şeyler çıkacak. Böyle bir araştırmayı zorlaştıran en önemli şey filmlerin elimizde olmaması. Filmler olmayınca boşuna konuşuluyor.
 
Bu çalışmada eksik bulduğunuz, tekrar bakmak istedikleriniz var mı?
Evet, var. Meselâ kitabın sonuna ekleyemediğimiz Türkiye’de 1940’lı yıllarda gösterilen yerli ve yabancı filmler listesi ile dizin bölümü var. İkinci olarak dönemin filmlerini tam olarak izleyememek kötü. Meselâ Dertli Pınar (1943), Denizkızı (1944) var. Dönem açısından önemli, benim de ilgimi çeken filmler olmuştur.
 
Kitabın ismi Türk sineması ama büyük oranda Türkiye’de gösterilen filmler inceleniyor. Bu ayrımı nasıl oluşturdunuz?
Birincisi, Türk filmlerinin sadece beşte birine ulaşabildim. Bu nedenle dönemi anlayabilmek için diğer filmlere de uzanmak gerekti. Bahsettiğimiz dönemin sinemacıları sinema okulundan mezun değil. Formel bir bilgi edinecekleri yer de yok. Sinemayı salonlarda izleyerek öğreniyorlar. Sinema salonları, geçiş dönemi sinemacılarının öğretmenleri oluyor. Okul yok, yurtdışına hepsi gidemiyor, kitap yok. Bu nedenle bakış açılarının nasıl şekillendiğini anlamak için bu filmlere bakmak önemli.
 
Türk sinema tarihinde böyle dönemlendirme yapıp inceleyen pek kaynak kitap yok. Sizin çalışmanız bir ilk. Çalışmayı yaparken önceki çalışmalar hakkında neleri gözlemlediniz? Sizce Türk sinema tarihinde yeterince araştırma, tez, kitap var mı?
Tez sayısı fazla değil. Şöyle bir çelişki var. Sosyal bilimlerden gelen araştırmacılar için analiz etme, yazı yazma, inceleme yapma yaygın pratiklerdir. Ama sinema-televizyon bölümünde kişiler donanımlarını daha çok görsel bir dille ifade ediyor. O nedenle yazılı incelemeleri çoğu zaman detaylı olmuyor, içerik açısından farklı noktalara odaklanan çalışmalar oluyor.
 
Buna ek olarak şaşırtıcı şekilde dönem çalışmalarına gerek de duyulmuyor, bütünsel bir yaklaşımla tüm sinema tarihi bir kalemden anlatılıyor. Meselâ bana çalışmanın başlangıcında “1940’lı yıllar Türk sinemasında yazılacak ne olabilir ki?” gibi sorular sorulmuş, çalışmam bittiğinde de “tuğla gibi” olarak tanımlanmıştı. 1940’lı yıllarda Türk sinemasının olmadığı eleştirilerine “Ben de niye olmadığını yazıyorum.” diye yanıt verdim. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı kendi başına çok önemli bir olgu. Kapsamlı bir şekilde yazınca böyle bir kitap ortaya çıktı.
 
Türk sinema tarihi çalışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Sinema tarihi çalışmalarının çoğu birbirini tekrar ettiği için okunmuyor. Ancak araştırma yapmak gerekiyorsa okunuyor. Okuyanlar da perişan oluyor. Ben meselâ sinema tarihi kitaplarını hep farklı bir şeye rastlarım umuduyla okurdum.
 
Neden peki sinema tarihi kaynakçaları hep aynı? Bu çalışma çerçevesinde farklı kaynaklara da bakmışsınız.
Çünkü bana kalırsa, yapan, yorumlayan ve izleyen arasında kooperasyon yok. Ben sinemanın içinden gelmiyorum, öyleyse araştırma yaparken bu işi yapan insanlara sormam gerekir. Öncelikle kim var bu işte, onu bulmam gerekir. Ulaşamazsam görüşlerini, anılarını, kitaplarını okurum, filmlerini izlerim. Herkes kendi düşüncelerinin doğru olduğunu düşünüyor. Dönemlendirme konusunda farklı bir şey söylediğinde kıyamet kopuyor. Ama çok yönlü, kapsamlı araştırmalarla çok verimli sonuçlar alınabilir. Bu noktada kişinin su bulmak için kendi kuyusunu kendisinin kazması gerek.
 
Son olarak söylemek istedikleriniz…
Basit olarak, ben 1940’lı yılların sinemasını sempatik buldum. Bu konuda bir çalışma yapma olanağım olduğu için memnunum. Bundan sonra nasıl bir çalışma yaparım bilmiyorum ama bu süreçte öğrendiğim şeylerden yararlanacağımı düşünüyorum.
 
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..