Söyleşi
Şahram Mokri SÖYLEŞİ:Kültigin Kağan Akbulut Filmim deneysel bir film, hikâye anlatmaya değil, sinemanın diliyle oynamaya odaklanıyor. Ben bunu tahmin ediyordum, seyirci izlediğinde zor olacağını. Bu filmi yapmaktan çok mutluyum çünkü bu filmle festivalleri dolaşıyorum. Ve çok istiyorum ki İran sinemasına dair o klişe bakış kırılsın. Nasıl ki Türk sinemasında Recep İvedik gibi yapımlar da var, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenler de. Ben de İran sinemasının çeşitliliğine inanıyorum.
27.02.2014 İran'dan Gelen Korku Filmi

!f İstanbul’un bu sene şaşırtan filmlerinden biri de İranlı Şahram Mokri’nin Balık ve Kedi (Mahi va Gorbeh) filmiydi. Keşif bölümünde yer alan film önce 134 dakikalık tek plan çekimden oluşan yapısıyla izleyicileri heyecanlandırdı. Filmi izledikten sonra ise filmin tek özelliğinin tek plan olmadığını, aynı zamanda İran sinemasının şiirselliğiyle örülü bir sinematografi oyunu ile karşı karşıya olduğumuzu anladık. Keşif ödülünü almasına da şaşırmadık. Tahran Üniversitesi’nde sinema dersleri veren, daha önceki kısaları ve bir uzun metraj filmiyle deneysel çalışmalar yapmış Şahram Mokri ile hem Balık ve Kedi filminin çekim sürecini, hem de sinema anlayışını konuştuk.

Senaryo fikri nasıl doğdu? Bu öyküyü tek planda çekme süreci nasıl oluştu?

Asıl hikâyenin başlangıcı filmin başında aktardığımız gazete haberiydi. Kötü et satıldığı gerekçesiyle bir restoran kapatılıyor ve sonra sarı gazete dediğimiz popülist gazetelerde insan eti satıldığına dair yazılar yazılıyor. Ancak sonradan anlaşıldı ki bu asparagas bir haber ama benim için bunu işlemek cazip geldi.

İlk yaptığım üç kısa filmde zaman ve plan ile film içinde oynamayı denemiştim. Filmin hikâyesinden de önce Hollandalı ressam Escher’in bir kanvasta perspektiflerle oynaması ve bunu nasıl sinemaya uyarlarım düşüncesi aklımdaydı. Bir filmin içine girdiğinde, bir yerde hikâye kopunca beyin hikâyeyi algılayıp kendine bir olay örgüsü yaratabiliyordu. Bunu da ancak tek planda yapabilirdim. Bir plan içinde perspektiflerle oynamaya çalıştım. Benim için bu film hikâyelerden çok, zaman üzerine bir film. Bu filmin bir hikâye anlatma misyonu yoktu benim için, görsel bir dünyada deneysel bir şey yapmak istiyordum. Escher’in resimlerine baktığınızda darbeleri, incelikleri görmezsiniz, gözün yanılsamaları önemlidir. Resimlerde bir kuşun neden detaylı çizilmediği problem olmaz, mekânın ve zamanın birbirine karışması sizi cezbeder. Ben de bu filmin seyircisinin bu yaklaşımda olmasını tercih ederim.

Filmin çekim süreci nasıl gerçekleşti?

Tek planda içinde filmi çekmek bizim için de komplike bir şey gibi geldi. Ama senaryomuzu mekânı düşünmeden yazıp bitirdik. Mekânı bulduktan sonra senaryo üzerinde değişiklikler yaptık. Mekânı düşünerek oyuncuların hareketlerini belirlemek için ikinci bir senaryo çalışması yaptık. Yaşadığımız sıkıntılardan en önemlisi, oyuncular çekim sırasında provadan farklı olarak hızlı ya da yavaş konuşur ya da hareket ederlerse çekim süremizin karışmasıydı. Biz bu filmi bir tiyatro oyunu gibi prova yaptık bir ay boyunca. Her gün iki kere full prova yaptık. O provalarımızda hızlandıktan sonra kamerayı provalara ekledik. Kamera provalara girdikten sonra yeni bir şeyle karşılaştık. Asıl zamanlama birimi olan 115 dakikaya kameranın hareketi için 15 dakika eklemek zorunda kaldık. Tek handikapımız çekim sürecinde birinin yanlış bir şey yapmasıydı. Bir keresinde 90’ıncı dakikada oyuncu yerini unuttu ve orada “kestik” deyip baştan başladık çekime.

Filminizin türü belirsiz duruyor. Siz nasıl bir tür tanımlaması yaparsınız?

Aslında benim için bu belirsizlik olumlu bir meseleydi. Çünkü bunun ne komedi, ne trajedi ne drama, ne korku, ne de polisiye olmasını istiyordum. Bu film için aslında önemli olan daha çok hikâye ve hikâyenin içeriği değil de sinemanın grameriyle oynamaktı. En çok üzerinde çalıştığım şeylerden biri tek planda ilerleyen bir filmde, o zamanın içinde nasıl oynamalar yapabileceğimdi. Aslında çoğu korku filmlerinde ve alttürlerinde, “slasher” filmlerde ilk on dakikada en masum karakterin ölmesini görürüz. Bu film de aslında klişe bir korku filmi hikâyesiyle bir oyun oynuyor. O filmlerdeki ilk on dakikayı biz 130 dakikada anlattık. Ama benim fikrimi sorarsanız, filmin türü nedir diye; “slasher” derim. Konu olarak da kader derim. Aslında film boyunca küçük küçük hikâyeler büyük resmi ve filmin formunu yaratıyor. Ama kabul ediyorum film hepimizin bildiği bir korku filmi türü değil.

Bu filmi İran sinemasından bir kopuş olarak değerlendirebilir miyiz? Kiyarüstemi, Gobadi, Panahi’nin filmlerinden ayrı bir yerde mi duruyor?

Bahsettiğiniz yönetmenlerin filmlerinin konuları toplumsal gerçeklikten beslenen filmler. Bir taraftan hepsinin özelliklerinden biri “Cinema Verité” dediğimiz belgesel sinemaya yaklaşan yapıtlar olması. Bu yönetmenlerin filmlerinin başarısı zaten İran’da birçok insanı böyle filmler çekmeye yönlendirmiştir. Ama izlediğiniz filmin meselesi gerçekçi hikâye değil de sinemanın kendisi. Benim bu filmde şiddeti temel olarak alıp başlamamın asıl nedenlerinden biri de buydu. İran sinemasının hümanist ve maneviyatçı bakışından uzaklaşmaktı. Korku, slasher türünde bir çalışma olmamıştı İran’da. Şu anda İran’da yavaş yavaş gelen yeni nesil sinemacılar sinemanın formuyla, türüyle ilgilenmek istiyorlar. Bu da onların dünya ile daha çok bağlantı kurmalarıyla ilgili bir şey. Filmin ilk gösterimini de Venedik Film Festivali’nde yapmıştım. Orada da seyirciler “Biz bu filme Mecid Mecidi, Kiyarüstemi filmleri gibi bir İran filmi izlemek için geldik ama bambaşka bir şeyle karşılaştık,” dediler.

Benim için en zor şeylerden biri İran sinemasına dair beklentiydi, o beklentiyle hep mücadele etmek zorundayız. Ama bu film deneysel bir film, hikâye anlatmaya değil, sinemanın diliyle oynamaya odaklanıyor. Ben bunu tahmin ediyordum, seyirci izlediğinde zor olacağını. Bu filmi yapmaktan çok mutluyum çünkü bu filmle festivalleri dolaşıyorum. Ve çok istiyorum ki İran sinemasına dair o klişe bakış kırılsın. Nasıl ki Türk sinemasında Recep İvedik gibi yapımlar da var, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenler de. Ben de İran sinemasının çeşitliliğine inanıyorum.

Peki, film İran içinde nasıl karşılandı?

!f’te gösterilmeden bir hafta önce İran’da Fecr Film Festivali’nde gösterildi. İran’da şu ana kadar izleyenler festival izleyicileri. Bildiğiniz gibi o kitle sinemaya daha hâkim bir kitle ve sıcak karşıladılar, ek seanslar oldu. Filme dair eleştiriler de olumluydu. Bunun nedenini de seyircilerin İran sinemasına dair yeni bir sesin arayışında olmasına bağlıyorum.

Film bir yandan İran sinemasındaki şiirselliği hatırlatıyor, bir yandan da bunun çok dışında. Sinematografinizi nasıl değerlendirirsiniz? Bu filmi deneysel bir çalışma olarak değerlendiriyorsunuz,  ancak bundan önceki filmlerinizi ve bundan sonraki planlarınızı düşünürsek nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Kesinlikle! Ne kadar farklılıkları olsa da Kiyarüstemi sinemasıyla aynı olan yerleri var. Bir şeyi göstermemek, Kiyarüstemi’nin fazlasıyla yaptığı bir şey. Ben de her şeyi göstermemeyi seviyorum. Dediğiniz gibi lirik olması, aşkı ve şiddeti göstermemesi gibi birçok benzer yönü var. Bir sonraki filmime para bulabilirsem yine deneysel bir film yapacağım. Böyle bir film yapmak için para bulmak zor bir şey ama yine de öyle yapacağım.

Sizi pek tanımıyoruz. Neler yapıyorsunuz? Hangi yönetmenleri takip ediyorsunuz?

Tahran Üniversitesi’nde sinema okudum ve şimdi de orada hocayım. Dört tane kısa film çektim, bu da ikinci uzun metrajım. Bunların dışında da iki tane belgesel yaptım. İran sinemasında tanıdığım en iyi yönetmen Kiyarüstemi’dir. Dünya sinemasında da çok. Her ülkeden birkaç tane söyleyebilirim. Türkiye’den Nuri Bilge Ceylan en sevdiğim yönetmen. Amerikan sinemasında daha çok. Avrupa sinemasında da saymakla bitmez, Haneke, Bela Tarr…

Filmin yeniden çevrimi hakları için görüşmeler ne durumda?

Güney Kore’deki Busan Film Festivali’nde gösterim yapıldığında Amerikalı bir şirket remake için benimle iletişime geçti. Şirketin de odaklandığı alan Uzakdoğu’da ve Ortadoğu’da yapılan korku filmlerinin remake’leri. Görüşmeler halen sürdüğü için şirketin adını söyleyemem ama Sony Pictures’a bağlı, korku filmi odaklı bir şirket.

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..