Mar, Van’ın İran’a sınır bir köyünde salyangoz ve yılan toplayarak yaşayan baba-oğul üç kuşağın hikâyesini anlatıyor. Birçok kısa film ve belgesele imza atan yönetmen Caner Erzincan, bu ilk uzun metrajlı filminde toplumsal gerçekçilikten besleniyor. Yönetmenle filmin çıkış hikâyesini, filmdeki imgeleri ve üretim sürecini konuştuk.
Mar filminin hikâyesi nereden çıktı?
Çoğu yaşanmış hikâyelerden ortaya çıktı, çocukluğumda gözlemlediğim hikâyeleri filme çekmek için senaryolaştırarak şu anki seviyesine çıkarttım. Belgesel çekimi yaparken gezdiğimiz, gördüğümüz coğrafyalardaki hikâyelerle birleştirdik. Yılan toplayan karakterimiz, Diyarbakır, Tunceli civarında yılan toplayarak hayatlarını idame ettiren insanların hikâyesinden geliyor. Tabi bunu kendi hikâyemle birleştirip, varolan çatışmayı yaratıp aktardık.
Yılan hikâyesi ile üç kuşağın hikâyesi nasıl birleşti?
Anadolu’da, taşrada yaşayan insanların hayat hikâyesi döngüden ibarettir. Küçük bir yerde yaşıyorsanız döngünün içerisindesinizdir. Baba-oğul, yaşlı-genç şeklinde aktarılır. O yapı içinde başka bir alana sıçrama şansınız yoktur. Üç karakter de aynı hikâyeyi farklı şekillerde yaşıyor.
Yılan ne anlam ifade ediyor? Filmin temel motifi neden salyangoz değil de yılan?
Film, bir anti-kapitalizm filmi. Kapitalizm, emek sömürüsü taşraya da yerleşmiş durumda. Yılan toplayan insan için de, salyangoz için de, Karadeniz’de çay toplayan, Çukurova’da pamuk toplayan için de aynı. Burada yılan aslında kapitalizmi anlatıyor. Yılan tuzağını kurar, avına yaklaşır ve alır. Film, yılanın üretim ağındaki insanların elindekileri alıp onların elini boş bırakmasını anlatıyor.
Filmin üretim sürecini de sormak istiyorum. Daha önce birçok kısa film ve belgesel çekmişsiniz. Bu ilk uzun metrajlı filminiz. Neden yeni bir forma geçtiniz? Farkları neler oldu sizin için?
Uzun metraj kurguya geçmemin nedeni Türkiye’deki sinema sektöründeki yapıdan kaynaklanıyor. Kısa film çoğu insan için öğrenci işi görülüyor. Bir hayat idame ettirilmek isteniyorsa kısa filmle çok zor. Bunun yanında hikâyelerim vardı ve bu hikâyeler beni uzun metraj filme zorluyordu. Yılan hikâyesinin belgeselini de yapabilirdik ama hikâye beni kurmacaya çekti.
Ben filmi izlerken birçok filmden esinlendiğini hissettim. Siz hangi filmlerden etkilendiniz?
Benim için şöyle bir şey var. Ben Yılmaz Güney’in yaptığı filmlerdeki toplumsal gerçekçiliğe bakıyorum. Şu an bunu çok iyi yapan yönetmenler var. Beni en çok açan Yılmaz Güney’dir. Bunu yapan yabancı yönetmenler de var. Ama bağımsız sinemanın en iyi örneklerini takip ediyorum. Yönetmenlerin fikriyatlarını takip ediyorum. Esinlenme değil ama Yılmaz Güney’in toplumsal gerçekçiliği, toplumun yaşadığı sorunları görmeme yardımcı oldu.
Dizi ve sinema sektöründen tanıdık oyuncularla çalışmışsınız. Oyuncuları nasıl seçtiniz?
İlk başta karakterlerin fiziki özelliklerine göre farklı adaylar belirledim. Dizilerde, filmlerde oynayan ya da amatör oyuncular. Ama benim için önemli olan yollanan senaryodan ne anladıkları, ne hissettikleriydi. Volga çok sevdiğim, çalışmak istediğim bir oyuncu. Volga görüşmemizde şunu söyledi, bu hikâyedeki birçok şeyi kendi hayatında yaşamış. Bahar karakterini oynayan Begüm Kütük içinse taşrayı görmemiş bir karakter olması önemliydi. Hikâyeyi çok sevmişti, çok samimi konuştuk ve taşrayı bilmemesi benim için avantajdı.
Filminiz Selçuk Üniversitesi’nin ve İçeri Çumra Belediyesi’nin desteğiyle çekilmiş. Türkiye’de bu tarz destekler pek görülmüyor. Siz nasıl anlaştınız?
Selçuk Üniversitesi mezunuyum ve orada birçok kısa film ve belgesel yaptık. Oradaki birçok hocamın yardımı oldu. Bürokrasinin yoğun olduğu alanlar buralar, ancak bir şekilde oturup konuştuğunuzda, derdinizi anlattığınızda ilgi görüyor. Eski rektörümüz Süleyman Okudan çok yardımcı oldu. Çumra ve İçeri Çumra belediyeleri çok destek oldu. Filmimizin hikâyesi Van’da geçiyordu, Çumra belediyeleri de MHP kökenli belediyeler. Ancak evrensel bir hikâye anlattığınızda, doğru konuştuğunuz sürece insanlar destek oluyor. Konya Şeker’in çok desteği oldu, Konya halkının çok desteği oldu. Halk bizi sevdi, biz de onları sevdik. Çekimlerimiz 35 gün sürdü.
Ben çekim yapılan mekânları filmin atmosferine çok uygun buldum. Siz mi seçtiniz bölgeyi?
Evet. Aslında ilk başta hikâye Van’da geçtiği için Van’da çekecektik. Ancak belirlediğimiz köye bir baskın oldu, 70 kişilik ekibi oraya götürecektik. Bu atmosferde, benden öte tüm ekip yabancılaşacaktı. Böyle bir ortam olunca farklı mekânlar bakmaya başladık. Konya’yı çok iyi biliyorum. Daha sonra burada çekmeye karar verdik. Biraz zorunluluktan oldu ama belki de çok daha iyi oldu.
Vizyondan ve festivallerden beklentileriniz neler?
Vizyonda çok büyük bir beklentim yok. Bağımsız sinemaya yer vermeyen sinema salonları anlayışı var. İlk başta buradan darbeyi yiyoruz. Böyle olunca çok büyük umutlar beklemiyorsunuz. On bine yaklaşmasını umut ediyorum. Festival süreci devam ediyor. Hindistan, İskenderiye vs. birçok festivalle görüşüyoruz. 15-20 festival ile ilişki kuruyoruz.
Bundan sonraki proje nedir?
Şu anda bir tane roman uyarlıyorum. Aziz Çertel adlı bir arkadaşımın Veda Çanları romanını sinemaya uyarlıyoruz. Onun için bir altyapı oluşturuyoruz. Muhtemelen yazın çekeceğiz. Kendi hikâyem var, Amerika’da ve Türkiye’de geçen bir hikâye. İsmi Ayın Gölgesi. Mar’ın gösterim ve festival süreci bittiğinde ona başlayacağım.