Yusuf Özkır
Yakın tarihi Hürriyet sayfalarından okuyan “Hürriyet Gazetesi Belgeseli”, gazetenin 50. kuruluş yıldönümü için 1998 yılında hazırlanmış. “Demirkırat” ve “12 Mart” belgesellerinin yapımcısı Mehmet Ali Birand’ın imzasını taşıyan belgesel Hürriyet’in kurulduğu 1 Mayıs 1948 sonrasını ve gazetenin kurulduğu bağlamı anlatma çabasında. Yaklaşık iki saat süren belgeselde solgun gazete kupürleri, siyah-beyaz arşiv görüntüleri ve tanıklarla gerçekleştirilen röportajlar kaynak niteliğinde. Üç düzlemde kurgulanan belgeselde, Hürriyet’in kendi yaşam öyküsü, Türk siyasal hayatı ve dünyayı şekillendiren kritik olaylar Hürriyet’in potasında başarıyla eritiliyor. Tarihsel akışa gösterilen özen Türkiye’nin siyasi, kültürel, entelektüel ve sosyal haritasına yolculuk yapmak isteyenler için zengin örnekler içeriyor. Belgeselin merkezinde Hürriyet gazetesi ve siyasalın kışkırtıcılığı var gibi görünüyorsa da özellikle kültürel değişimleri tetikleyerek yeni yaşam tarzlarının kurucu figürü konumuna yerleşen marka ve imgelere dair veriler, bu ürünlerin, aslında oldukça yakın bir geçmişe ait olduğunu hatırlatıyor izleyene. Tek parti yönetiminden demokrasiye, devlet kapitalizminden serbest piyasa ekonomisine geçişin getirdikleri; siyasal değişimin etkisiyle kültürel ve toplumsal yaşamda görülmeye başlayan yeni sembolik kodlar, Hilton Oteli, Coca Cola’nın, kot pantolonun gelişi, birinci boğaz köprüsünün açılışı, Hollywood filmleri, arabeskin dışa vurumu vb. formlarda hayatımıza giren türler belgeselde kronoloji gözetilerek yer alıyor. Hürriyet sayfalarını ekrana taşıyan belgesel medya sosyolojisi araştırmaları için de kaynak niteliğinde. Toplumsal değişimi gazete reklamlarını çözümleyerek anlama çabasındaki bir araştırmacı 50’li yıllarda radyo reklamlarının 70’lerdeyse TV reklamlarının gazete sayfalarını doldurduğunu tespit edebilir. Reklam metinlerinde tercih edilen ifadelerin önce radyoyu sonra da TV’yi hayatın merkezine yerleştirerek sunmasıysa kitle iletişim araçları tarihi açısından ayrı bir anlam taşıyor.
Entelektüel Sermayenin Belirleyiciliği
Hürriyet’in sayfaları takip edilerek gözlemlenebilen yeni durum ve Hürriyet’in öncülüğünde basında gerçekleşen devrimler toplumsal ve siyasal değişimi büyük ölçüde tetiklemiş olmakla birlikte, bu çözümlemede, belgeseli şekillendiren entelektüel sermayeyi siyasal tarihin okunma ve aktarılma biçimi üzerinden analiz etme çabasındayım. Bu perspektiften bakıldığında belgesel çözümlemesinde dikkate alınması gereken temel konu, “neyin gösterildiği ve dolayısıyla neyin gösterilmediği” olgusu Hürriyet belgeseli için de geçerli. “Belgesel gerçekleri göstererek yalan söylemektir”[1] yaklaşımından hareketle belgeselin içeriğine bakıldığında özellikle siyasal yaşamın kendince ya da tek taraflı bir okuma ekseninde görselleştirildiği göze çarpıyor. Siyasalın ve toplumsalın akışında kilit rol oynayan olayların nedenleri üzerinde durulurken izleyiciye sunulan argümanlar zihinleri belirli bir pencereden bakmaya zorlayacak nitelikte. Her ne kadar sadece Hürriyet’in geçmişine yolculuğu hedefliyor olsa da belgeselin izleyiciye gösterdikleri, iletişim araçlarını kültürel, siyasî/ideolojik, ekonomik, "estetik" bir mücadele alanı[2] olarak değerlendiren yaklaşıma somut örnekler sunuyor. Örneğin 12 Eylül darbesine atıfta bulunan görüntülerden önce Necmettin Erbakan’ın “Kadayıfın altı kızarana kadar bekleyeceğiz, evet bir ay daha kan ve gözyaşı, ama dört yıl kan ve gözyaşı olmaması için” mealindeki cümlesiyle darbenin tetikleyici dinamiğine gönderme yapılıyor.
Diğer bir örnekteyse Türkiye’yi 27 Mayıs darbesine taşıyan sürecin belgeselleştirilmesi Hürriyet’in perspektifi açısından farklı bir izlekte aktarılıyor. Demokrat Parti’nin iktidar yıllarını “1950’de halkın büyük desteği ile iktidar olan Demokrat parti, kendine güveni arttıkça sertleşmiş, hükümet etmekle muhalefeti ezmeyi birbirine karıştırmış muhalefet ise hırçınlaşmıştı.” cümleleriyle sunarken, aynı anda, dönemin muhalif hareketlerinin dilinden düşmeyen “Olur mu böyle olur mu?/Kardeş kardeşi vurur mu?” türküsünü söyleyen protestocular ekrana getiriliyor. Devamındaysa zam ve ekonomik sıkıntıyı gösteren haberler gösterilerek ülkenin 27 Mayıs darbesine sürüklendiği süreç büyük ölçüde makulleştirilmiş ve haklılaştırılmış bir algıya indirgeniyor. Hürriyet’in 27 Mayıs karşısında “tarafsız ve insaflı” yayınlar yaptığını anlatan bölümün Hüsamettin Cindoruk’un tanıklığıyla desteklenmesiyse ironinin ötesinde paradoksal bir duruma işaret ediyor. Bir ekleme yaparak vurgulamak gerekir ki; Hürriyet’i masaya yatırdığı “Babıâli Tanrıları: Simavi İmparatorluğu” isimli çalışmasında İrem Barutçu, Hürriyet’in 27 Mayıs darbesinden sonra DP aleyhine oldukça aşağılayıcı yayınlara imza attığını belirtir. Barutçu’ya göre Hürriyet 27 Mayıs’ın ardından darbecilerin istediğinden de fazlasını sunmaktadır. 27 Mayıs’ın ardından Talat Aydemir’in darbe girişiminde bulunması ve Hürriyet’in tavrı da belgeselde ele alınıyor. 1962 yılında Talat Aydemir cuntasınca gerçekleştirilen darbe girişimi Hürriyet gazetesince demokrasiye karşı müdahale olarak değerlendirilir ve dönemin yayın yönetmeni Necati Zincirkıran “Demokrasi Tehlikede” başlığını manşete çeker. Cüneyt Arcayürek’e göre Talat Aydemir “bu manşetin moral güçlerini kırdığını” sonradan itiraf eder. Belgeselde Hürriyet’in tutumu aktarıldıktan sonra Talat Aydemir’in darbe girişimini engelleyen Başbakan İsmet İnönü’nün radyodan yaptığı konuşmanın “Vatanı korumak için konuşlanan Harbiyeliler vatan aleyhine aldatılmışlardır. Gece yarısında başlayan haincetecavüz hareketi bastırılmıştır” ifadelerinden oluşan kısmı Hürriyet okuyan insanlar eşliğinde ekrana getirilerek darbenin engellenmesinde Hürriyet’in rolü öne çıkartılır.
Hürriyet’in Kırmızı Çizgileri
Belgesel 1970’lı yılları anlatırken ‘Kavga yılları balığının yanında Deniz Gezmiş fotoğrafını’ kullanıyor ve devamında solcu öğrencilerin eylemini “Gündoğdu, hep uyandık siperlere dayandık” marşı eşliğinde ekrana getiriyor. İzleyiciyi irrasyonaliteye kilitleyerek profan bir kutsallık atmosferi üreten bu sahneler zaman zaman yavaş çekim ve müzikle destekleniyor. Örneğin marşın “Bağımsızlık uğruna alkanlara bulandık” kısmı söylenirken elinde Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafını taşıyan bir öğrenci yavaşlatılarak yakın plandan gösteriliyor. Benzer kültleştirme tutumu yakalanan Deniz Gezmiş’in polis otosuna getirilmesi sırasında ayin müziği kullanılarak tekrarlanıyor. 1973 yılında kurulan CHP-MSP koalisyonu anlatılırken “Ecevit Erbakan’ı da koluna takmak zorunda kaldı” ifadesi metnin ilerleyen kısmında “Erbakan, Ecevit’ten sonra bu sefer de Demirel’in koluna girdi” şeklinde sunularak siyasi etik açısından Erbakan eleştirisi yapılıyor. Bununla birlikte belgesel, 1973 yılında kurulan Ecevit-Erbakan koalisyonunu, değişmeye çalışan Türkiye’deki sol ve sağ’ın uzlaşı arayışı olarak yansıtarak dönemin atmosferini ortaya koyuyor. Hürriyet’in 1978 yılında Süleyman Demirel’in ağzından manşete taşıdığı “Bu CHP’ye Ülke Teslim Edilmez” açıklaması ise Türk Sağı ile CHP arasındaki derin kırılmanın tarihselliğini ifşa edici içerikte.
Hürriyet’in süreklilik unsurunu temsil ederek gazeteye ruhunu üfleyen ilkeler yetkili isimlerin tanıklığında belgeselde veriliyor. Gazetenin sahibi Aydın Doğan ve yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök ile yapılan röportajlarda Hürriyet’in kırmızıçizgileri laiklik ve Atatürk ilkeleri etrafında anlamlandırılıyor. Aydın Doğan’ın “Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri” çerçevesinde değerlendirdiği yayın ilkeleri hakkında Ertuğrul Özkök; 28 Şubat postmodern darbesi üzerinden daha geniş bir yorumlama çabasına girişiyor. “Gazeteciliğin, gerektiği zaman taraf olmak olduğunu”belirten Özkök,Hürriyet’in de 28 Şubat döneminde laiklik ile anayasal düzenden yana taraf olduğunu, bunun da yeni kuşaklara bıraktığı en büyük mirasları olduğunun altını çiziyor.
Hürriyet “Devletin gazetesidir” söylemini destekleyici yaklaşımlardan biriniyse KKTC’nin 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş dile getiriyor. Kıbrıs’taki bağımsızlık mücadelesi sürecinde Hürriyet’in manşetlerini “Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki temel yaklaşımı gibi algılayarak ilgi ve heyecanla takip ettiklerini” anlatan Denktaş; Hürriyet gazetesinin zaman zaman da “KKTC Türklerinin isteklerini Türkiye’deki mevcut iktidara duyuran aracılığı” başarıyla yaptığını vurguluyor. Kenan Evren’in “Hürriyet’i daima dikkate alırdım” açıklaması da aynı bağlamda değerlendirilebilir. Ayrıca; Hürriyet ‘Koç’un ve ayakkabı boyacısının aynı anda okuyabildiği bir gazetedir’ anlatımıyla şekillenen ‘Halkın ortak gazetesi’ vurgusu için de belgesel zengin bir içeriğe sahip. Toplumu damardan yakalayan haberleri, satış rakamlarının sürekli yükselen değerlerde olması bir yana politikacıları kitleselleştirerek toplumla özdeşleştirilebilmesi Hürriyet’e ayrıcalık kazandırıyor. Örneğin Süleyman Demirel için kullanılan ‘Barajlar Kralı’ sloganının Hürriyet tarafından kamuoyuna armağan edildiği Demirel tarafından belgeselde açıklanıyor. Demirel, 1964 yılında üretilen bu sloganın hala kendisinin namı olduğunu ve halk tarafından sevildiğini anlatıyor.
Sonuçta “Babıâli’den İkitelli’ye” Hürriyet’in hikâyesini kişileri değil olayları öne çıkartarak aktarma çabasına girişen belgesel, senaryosu, anlatım biçimi ve kurgusu ile kendi alanında başarılı bir örnek oluşturuyor. Haber yazımı, fotoğraf kullanımı ve köşe yazısı konusu noktalarında yazlı basının şekillenmesinde gerçekleştirdiği atılımları belgesel ortamına taşıyabilmesi ise Hürriyet’in Türk medyasına armağan ettiği yeni bir ilk olarak değerlendirilebilir. Öte yandan yapımın 28 Şubat’ın fırtınalı günlerine denk gelmesi bazı bölümlerde “öteki” vurgusunu öne çıkartırken gazetenin ve-ya belgeselin hazırlanmasında entelektüel sermayenin belirleyici etkisini bir kez daha ortaya koyuyor. Hürriyet yayınlarıyla ilgili kamuoyunda yankılanan eleştirilerin dışarıda bırakılması ise çalışmanın eksi hanesine yazılabilir.
[1] Eyal Sivan, www.hayalperdesi.net., Söyleşi: Mustafa Emin Büyükcoşkun, 29 Temmuz 2010
[2] Stuart Hall’den aktaran Yusuf Kaplan, TRT-Türk devrimi – (3), Yeni Şafak Gazetesi, 20 Aralık 2010