Cem Yılmaz, özellikle seksenlerde çocuk olan neslin önemli popüler kültür ikonlarından biri. Sinemaya olan ilgisi ve sevgisiyle gerek senarist gerekse oyuncu olarak pek çok filmde yer aldı. Bu işlerde her zaman öncü olmaya çalıştı, prodüksiyon anlamında masraftan kaçmayan, iyi iş üretme odaklı bir davranış benimsedi. Gerek tek kişilik gösterilerinde gerekse yazdığı senaryolarda halkla bağını, gözlem yeteneğini ve bilgisini efektif şekilde kullandı. Gösterilerindeki kendine özgü hazırcevap tavrını filmlerindeki karakterlere de taşıdı. Böylece Ata Demirer’in mimik odaklı güldürüsünden veya Şahan Gökbakar’ın davranış odaklı güldürüsünden çok önce, diyaloga yaslanmış bir güldürü tarzı ortaya çıkardı. Son filmi Arif V 216 da bu sinemanın bütün özelliklerini taşıyan, yine aynı özen ve ilgiyle oluşturulmuş ama bazı “fazlalıklar” nedeniyle dengesini bulamamış bir film.
G.O.R.A. (2004) ve A.R.O.G.’da (2008) izlediğimiz Arif Işık karakteri Arif V 216’nın da temel taşı. G.O.R.A. gezegeninden tanıdığımız 216 isimli robotsa ona eşlik ediyor. Film artık insan olmak isteyen 216’nın dünyaya gelmesiyle başlıyor. Daha sonra Arif ve 216 zaman makinesinin yardımıyla yanlışlıkla 1969 yılına ışınlanıyor. Bundan sonrasında da kendi zaman dilimine dönmek isteyen Arif’le içine düştüğü Yeşilçam ortamında bir kıza âşık olan ve geri dönmek istemeyen 216’nın yaşadıkları anlatılıyor. Film; prodüksiyon tasarımıyla, sanat yönetimiyle, kullanılan mekânların düzenlemeleriyle, görsel efektlerin kalitesiyle Türkiye’de kolay kolay kimsenin cesaret edemeyeceği ve yap(a)mayacağı ölçüde bir prodüksiyona sahip. Sadece sinemanın mutfağındaki insanların değil her izleyicinin fark edebileceği özenli prodüksiyonun büyük bir emeğin ürünü olduğunun altını çizmek gerekir.
Risksiz Senaryo
Filmi senaryo özelinde değerlendirdiğimizde ise filmin Cem Yılmaz’ın son yıllarda kolaya kaçarak kurduğu iyi-kötü çatışmasının tipik örneği olduğunu söyleyebiliriz. Klasik anlatıya yaslanıp çok iyi bildiğimiz bir yapıdan ilerleyen Yılmaz, burada risk almıyor ve güçlü prodüksiyonu fazla şişmiş ve “enflasyona uğramış” senaryonun üstüne kuruyor. Bunu yaparken de hedef kitlesini geniş tutmak için bazı tercihlere başvuruyor. Filmin zaten zaman yolculuğu ve uzay gibi her dönem ilgi çeken bir konu çerçevesinde ilerlemesi ve Türkiye’de üretilmeyen bilimkurgu türünde olması en başından avantaj sağlıyor. Cem Yılmaz bu avantajın üzerine filmi inşa ederken üç özel tercih yapıyor. İlki otuz yaş üstü kitleyi hedefleyen nostaljik güzellemeler, ikincisi daha genç bir kitleyi hedefleyen ve Leyla ile Mecnun gibi dizilerle tavan yapan “gönderme yapma” hastalığı, son olarak da hem “genç” hem de “nostalji” kelimelerini kendi içinde eritebilen doksanlar popüler müzik şöleni.
Son yıllarda Hababam Sınıfı’nın başını çektiği Yeşilçam filmleri üzerinden, bir nostalji havası oluştu. Türk sinemasının “sözde” yüzüncü yılı etkinliklerinin katkısıyla, Yeşilçam popüler kültür malzemesi yapıldı ve öğütülebildiği kadar öğütüldü ve sonrasında kenara atıldı. Bu hengâmeden kısa süre sonra Cem Yılmaz’ın Yeşilçam güzellemesi yapması, Cem Yılmaz’ın sinema ve Yeşilçam sevgisini şahsi anlamda samimi bulsam da, filmi ister istemez kültür endüstrisi öğesi gibi gösteriyor. Arif ve 216, filmde 1969 Türkiye’sine değil, farklı bir popüler kültür boyutuna gidiyor: Yeşilçam’ın gerçek olamayacak kadar karikatürize tiplerinin dünyasına. Cem Yılmaz ülkenin o dönemki sosyokültürel, ekonomik ya da politik durumuna hiç değinmiyor. Zaman yolculuğunu gerçek tarihlerden ziyade o tarihlere atıf yapan popüler kültürlere yapıyor. Nostaljiye bu denli saplanmış olan bir toplum için bu iyi bir tercih ve böylece film izleyiciyi kolayca yakalıyor.
Cümbüş Şamata
Yılmaz’ın başvurduğu bir diğer ticari hamle de günümüz popüler sinemasında çok fazla yer alan göndermeler. Cem Yılmaz filmlerinde daha önce de gördüğümüz bu durum Arif V 216’da fazla kaçmış gibi görünüyor. Daha çok gençler arasında anladın/anlamadın tarzında bir rekabete yol açan bu yöntem, insanlara “zeki” sıfatı kazandırdığı için popüler. Bu tercih günümüz gençliği arasındaki derinliksiz “hap bilgi” trendini körüklüyor ve bazı sitelerin “top 10” listelerine de malzeme üretiyor. Tabii genellikle apolitik tavır takınan Cem Yılmaz’ın, Besim Tibuk, komşularla sıfır sorun ve kıskanç Almanlar gibi politik göndermeler yapması da dikkat çekici. Cem Yılmaz’ın filmin taşıyıcı unsuru olan son tercihi ise pop müzik şarkıları. “Araba”, “Bandıra Bandıra”, “Şımarık” gibi şarkıları yeniden yorumlayan Yılmaz, özellikle bu kısımlarda filmi bir cümbüşe çeviriyor ve günümüz popüler kültürünün özlem duyduğu doksanlara selam gönderiyor.
Arif V 216 güldürüyle dramı iç içe vermeye çalışan bir film; fakat özellikle ilk yarısının çok hızlı ilerlemesi seyircinin geçişleri sindirememesine neden oluyor. Filmin gücünü zayıflatan bu duruma ek olarak Cem Yılmaz’ın artık bir tipleme haline getirdiği ve derinleştirmediği karakterleri, kendi kurduğu klasik anlatı çarkının içinde dişli olmaktan öteye gidemiyor. Film Türkiye standartlarında büyük bir prodüksiyon olduğundan Yılmaz’ın ticari anlamda tutan ve sevilen bir yoldan giderek risk almaması anlaşılabilir ama bunun “iyi film” yapmanın önünde engel olduğu da aşikâr. Diğer açıdan Yılmaz, filmdeki Yeşilçam dokusunun getirdiği didaktik unsurları absürdleştirme yöntemiyle kırsa da Arif’in son sahnedeki tiradı filmin çok üstüne çıkan bir didaktik unsur olarak kalıyor. Bunun izlenenin bir film olduğu gerçeğini hatırlatması ve filmin absürd zemininin kabullenilmesi açısından faydası var tabii. Ama Cem Yılmaz bu sahnelerde izleyiciyi filmden uzaklaştırmayı göze alıyor.
Cem Yılmaz tek kişilik gösterilerinde her zaman dile getirdiği gibi seyircinin zeki olduğunu kabul eden bir sanatçı. Bu film de onun bu anlayışının bir yansıması gibi. Çoğu yerde ticari kaygılar hissedilse de Arif V 216 şu an devlet fonu etrafında debelenmek zorunda kalan Türk sinemasında yapılması cesaret isteyen bir film. Cem Yılmaz’ın yeteneğinin ve ince zekâsının ürünü ve “kaliteli” sıfatını sonuna kadar hak ediyor ama tabii ki Cem Yılmaz’ın potansiyelini yansıtan bir film değil. Keşke Cem Yılmaz daha az hesap kitap yapacağı ve daha özgür olacağı senaryolar üretebilse. Her Şey Çok Güzel Olacak (1998) ve Hokkabaz (2006) gibi iki çok iyi film yazdığı için bunu ondan istemek gayet doğal. (Koray Sevindi)