Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
15.05.2018 Başlat: Ready Player One Gerçekten mi Mehmed Ali Çalışkan

Bir Spielberg filminden ne beklememiz gerektiğini biliyorum. Her filminde bilindik bir tema ve iyi bir hikâye vardır, daha fazlası değil. Klişe sayılabilir ama, Spielberg sıradanlığın verdiği konforun üzerinde şaşırtıcı bir estetikle hikâyesini anlatır. Jaws (1975) filminde köpek balığı gerilimi, bir kasaba terörü teması gibi işlenir. Er Ryan’ı Kurtarmak’ta (Saving Private Ryan, 1998) İkinci Dünya Savaşı büyük resmine değil, tek bir erin küçük hikâyesine odaklanır. Spielberg sinemasından felsefi bir bağlam sunmasını beklemeyiz, anlamakta zorluk çekeceğimiz derinlikli göndermeler yapmayacaktır. Her bir karesini hikâyesi için kullanacak, adım adım her sahnede filmin sonunu inşa edecektir. 

Ama söz konusu şu gerçeklik ve varoluş teması olunca insanın ister istemez beklentisi artıyor, hani felsefi bir bağlam beklemiyor değildim. Yapay Zeka (Artificial Intelligence: AI, 2001) veya Azınlık Raporu (Minority Report, 2002) filmlerinde olduğu gibi, kendi geleneğinin dışına çıkıp entelektüel kibrimizi besleyecek güzel bir alt-metin verir diye umuyordum. Ama umulanın aksine, Başlat: Ready Player One gerçeklik gibi heyecan verici bir temada, ancak Black Mirror dizisinin bir bölümü kalitesinde bir örnek sundu. Orijinal ve ufuk açıcı bir felsefi bağlam içermemesine karşılık, Spielberg’in en iyi hikâyesi olabilecekken, örneğin Yapay Zeka filminin yanına bile yaklaşamadı.
 
Ancak elbette, konu ilgi çekici ve harcanan para da bir servet olunca ortaya seyirlik bir şey çıkıyor. Başlat: Ready Player One gerçek ve sanal dünyada birbirini etkileyen olaylar zinciri ile bir gerilim içeren, klişe de olsa net ve kısa bir politik mesajı olan iyi bir film diyebiliriz. Filmde iki temel mesaj var. İlki kapitalist zengin sınıfın dünyayı sanallaştırma yoluyla da sömürmek isteyeceğine yönelik. Sanal oyunda vurucu güç olarak kullanılacak insanların borçlandırma yoluyla bir nevi köleleştirilmesi ve bu köle düzenine hem dışarıda hem de oyunun sanallığında örgütlenerek direnen asi bir grup özelinde ortaya çıkan bir mesaj bu. İkinci mesaj ise görece daha felsefi bir bağlamda, sanal dünyanın doğa bozucu özelliğine vurgu yaparak tüm sıkıntı ve dertlerine rağmen gerçek dünyanın yani gerçekliğin insan için en doğru yer olduğunu söyleyen bir klişe üzerinde ilerliyor ve filmin birçok yerinde sık sık tekrarlanıyor: Gerçek olan tek şey gerçekliktir.  
 
Dijital Çağın Klişeleri
Ben de buraya takılayım biraz, klişeler olmasa sinema ilerlemez elbette ama hangi klişeyi seçtiğimiz de önemli değil mi? Belli ki Spielberg, sanal hayatın güçlenmesi karşısında elimizden kayıp giden bir gerçeklik olduğuna yönelik savın hızla klişeye dönüşmesinden rahatsız değil. Dolayısıyla filmde hem dünyanın geleceğinde kaçınılmaz bir sanallığın olacağına ilişkin yarı futuristik yarı distopik öngörüyü temel alıyor hem de bu bu distopya çerçevesinde yitirdiğimiz gerçekliğe yönelik bir güzelleme yapıyor. Nitekim, sosyal medya veyahut sanal olarak kendimizi ifade ettiğimiz her mecra, gerçeklik algımızda ufak ufak değişiklikler yapıyor. Fiziki edimlerimizin hâlâ sanal karşılıkları olmasa da insan ilişkileri, toplumsal kimlikler, şu meşhur maskelerimizin hepsi artık sanal alemde esaslı rekonstrüksiyon imkânı bulmuş gibi. Baumann’ın da dediği gibi arkadaş olmak ve arkadaşlığı bırakmak artık “connect” ve “disconnect” gibi iki butonla halledilebiliyor. Hatta bu sanallaşmanın kendi av ve avcısını, dolandırıcı ve kerizini de ortaya çıkarması uzakta değil, şu sanal çiftlik olayında buna şahit olduk. Esasen dünya modernizm sonrası beliren yeni, karmaşık, belirsiz, merkezsiz, hedefsiz ve tanımsız olgulara tam postmodern diye bir isim verecekken, iki binli yılların dijital dünyası bu karmaşık renkli ortamın merkezine yerleşerek postmodernizmin ete kemiğe bürünmüş versiyonu oldu. Dolayısıyla doksanlarda karnı ağrıyarak postmodernizmi tanımlamaya çalışan sosyal bilimci aydınların arasından çok azı, bu dönemin aslında dijital çağı doğuran sancı olduğunu görebildi. Bu çağda artık yeryüzünün üzerine örülen tüm o dünya katmanlarına yeni bir küre eklendi: İnternet. İnternet ve onun inşa ettiği sanal kültür, toplumbilim açısından önemli sorgulamaların yapıldığı yeni bir olgu. Nitekim bu konu sadece sinemanın ilgisini çekmedi, felsefeden sosyolojiye birçok sosyal bilimin de çoktan çalışma alanı haline geldi.
 
Tabii ki dünyevi gerçekliğimiz ile sanal katmanlarımız arasındaki yarılma, ayrışma ve dahi çatışma, hatta dünyeviliğin yavaş yavaş sanallığa taşındığına şahitlik ettiğimiz tüm bu sürecin analizi ve tahlili her ne kadar önemliyse de, ben bunun sinema için esaslı sorgulamalardan ziyade yeni bir klişe doğurduğunu düşünüyorum: Gerçeklik önemlidir ve elimizden kayıyor.
 
Başlat: Ready Player One filminde, insanlık gelecekte fiziki şartların görece zorlaştığı bir dünyada yaşıyor ancak herkesin tesellisi sanal bir oyunda VR gözlüklerle geçirdikleri o değerli vakit oluyor. Oyunda tüm insanlar kendi gerçek kimliklerinden farklı olarak inşa ettikleri sanal bir varoluşla, oyunun kendi çatışmalı ve rekabetçi ortamında, hayatta kalmaya ve sanal hayatlarını daha zengin ve keyifli bir hale getirmeye çalışıyor. Ancak oyunun sahibi ve yaratıcısı ölüyor ve tüm oyun kullanıcılarına oyun içinde bir yarışma bırakıyor. Bu yarışmayı kim kazanacaksa oyun şirketinin yeni sahibi o olacak. Elbette kötü adamlarımız da var, şirketin içindeki hırslı kapitalistler oyun aracılığıyla kurulan köle düzenini devam ettirmek isteyecek ancak hem filmin hem de oyunun kahramanı buna izin vermeyecektir. Kahraman yarışmayı kazanacak, kötü adamları alt edecek, şirketin sahibi olacak ve müteveffa oyun yaratıcısının oyun içindeki sanal kişiliğinin dilinden son bir kez “gerçek olan gerçekliktir” sözünü duyacak ve yeni patron olarak haftada bir gün oyunu kapatarak insanları gerçek dünya ile ilgilenmeye mecbur bırakacaktır. Nitekim gerçekliğimiz önemlidir ve ona sahip çıkmalıyız.
 
Ancak burada çok daha esaslı bir felsefi sorgulama imkânı ortaya çıkıyor. Spielberg’ün filmde sanal oyunun ölen yaratıcısının oyun içinde ortaya çıkışına yönelik getirdiği sorgulama, kısmen buna kapı açıyor. Gerçeklik ne kadar gerçektir, gerçek olan gerçekte nedir? Yani postmodern sanallaşma toplumbilim açısından ele alındığı kadar, varlık felsefesi açısından ele alındığında, şu trajik soruyu sormaktan kaçamayacağız. Eğer sanal âlem, bize algılarımız aracılığıyla gerçekte olduğundan farklı bir dünya sunuyorsa, yine algılarımız aracılığıyla bize sunulan kendi fiziksel dünyamızın gerçek olduğuna nasıl inanacağız? Bir yerlerde kafamıza bir VR gözlüğü geçirilmediğinin ve bize algılarımız aracılığıyla “sandığımız” bir dünyanın sunulmadığının garantisi nedir?
 
Bir Spielberg filmi bence bu soruyu sormalıydı: Gerçeklik nedir? Oysa bu filmde perdeden, “Gerçek olan tek şey gerçekliktir” klişesi taşıyordu. Gerçek olan tek şey gerçeklik mi? Gerçekten mi?
 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..