Bu yılki İstanbul Film Festivali’nde Yol Kenarı yoğun bir ilgi ve beklentiyle karşılandı. Tayfun Pirselimoğlu’nun birçok usta oyuncu, ödüllü kurgucu Ali Aga ve Angelopoulos filmlerinden bildiğimiz görüntü yönetmeni Andreas Sinanos ile çalıştığı film, festivalden iki ödülle döndü. En İyi Yönetmen ödülüyle birlikte, başrol oyuncularından Tansu Biçer de En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü. Pirselimoğlu’nun kariyerindeki önemli basamaklardan biri olarak görülebilecek Yol Kenarı, etkili görsel çözümlemeleri ve Kafkaesk denebilecek anlatı yapısıyla dünyanın sürüklendiği, görmezden geldiği bir sonu anlatıyor.
Pirselimoğlu, senarist olarak başladığı sinema kariyerine, Dayım (1999) ve Sükut Altındır (Il Silenzio e’Doro, 2002) gibi kısa filmlerle devam etti. Ardından Hiçbiryerde (2002), vicdan ve ölüm üçlemesi (2007-2010) ve son olarak Ben O Değilim (2013) filmleriyle hem yurt içi hem de yurt dışında birçok ödül kazandı. Filmlerinde insan ve dünyanın tuhaf döngüsü, belirsizlikler, vicdan, kötücüllük gibi kavramların üstüne giden yönetmenin, son filmi en iddialı işi sayılabilir. Zira film bir Kıyamet ve Mehdi anlatısı sunuyor. Fırtınalı ve karanlık bir kasabada acayip olaylar yaşanır. Ne orada yaşayanlar ne de araştırma yapan ekip kasaba açıklarında demir atmış gemiden gelen karmaşık seslerin, sebepsiz yangınların ya da ölümlerin sırrını çözemez.
Yol kenarında yaşayan kasabalıların sıradan hatta sıkıcı görünen hayatlarında ölüm ve dehşet kol gezer. Ancak olan biten hakkında basit sorular sormak dışında bir şey yapmayan bu insanlar kaderlerini kabul eder. Heidegger’in “dasein” olarak tanımladığı varoluşları içinde kalmaya, sadece orada olmaya devam ederler. Onlar ne kendi varlıklarını ne de orada olmayı seçmiştir, yol kenarındaki o dünyaya fırlatılmışlardır. Kaderleri yaratıcı tarafından, mutlak ölüm olarak tayin edilmiştir. Bu insanlar da geleceği ve geçmişi bırakarak, kendilerini gündelik hayatın meşgalelerinde kaybederler ve şimdiyi tekrar ederek yaşarlar. Heidegger’in imkân olarak söz ettiği ölüm, buradakileri özgürleştirmez ya da benliklerini bütünleştirmez. Kıyametin yakınlığı, onları kendilerine ve diğerlerinin hayatlarına karşı yabancılaştırır. Varoluşlarına dair bir arayışa gitmekten çok, sonlu bir şimdinin içinde sıkışırlar ve gelmeyecek bir gemiyi beklemeye devam ederler.
Ve Kaostan Mehdi Çıkagelir
Yol Kenarı’nda ilk olarak hissedilen, tekinsiz bir atmosferdir. Tehlikeli olduğu varsayılan orman, yanarak koşan adamlar, anlamsız sesler, uğultular ve fırtınalı denizde hareketsiz bir gemi… Tüm bu unsurlar, tekinsizin işaret ettiği hakikati sorgulatır. Bir şeyler olacaktır ama ne zaman? Bu sorgulamalar arasında beklenen işaret gelir. Her şey tüm acayipliklere rağmen monoton bir şekilde yürürken, kasabaya çalışmak için gelen adam (Tansu Biçer) merak konusu olur. Doktora giden bu yabancı, önce sürekli karşılaştığı hemşireye gözükür, ciddi bir şeyi olmadığını öğrenir. Ancak muayene sırasında yabancının kürek kemiklerinin arasındaki leke fark edilir ve hakkında söylentiler yayılır. Kasabalılar yabancının sırtındaki lekenin peygamberlik mührü ve kendisinin ise Mehdi olduğuna inanmaya başlarlar. Önce imalar ve garip bakışlarla, sonra da doğrudan adamı sorgularlar. Aslında herkesin tahmin ettiği ancak emin olamadığı sonun alameti Mehdi gelmiştir. Adam buna anlam veremese de insanlar onu her bulduğunda, kıyameti ve sonlarını sorarlar. Sürekli tekrar eden sorulara Mehdi’nin bilmiyorum cevabı ya da kayıtsızlığı, kendisine dair şüpheyi kuvvetlendirir. Mehdi hâlihazırda yaşanacakları bildiği için bu tavırda olmalıdır.
Kasabayı saran bunalım ve paranoya hali her yeri kaplar. Kötülük sessizce artarken, insanlar sıradan görevlerini yerine getirmeye ve dedikodulara kulak vermeye devam eder. Yabancı, gerçekten Mehdi olsa bile onlar için yapılacak bir şey kalmamıştır, sona doğru giderken ne bir umut doğacak ne de var olandan daha dehşetli şeyler yaşanacaktır. Zaten insanlar gerekçeye ihtiyaç duymadan birbirini öldürür ve kimse vicdani sorgulamalara gitmez. Ölenin niye öldüğü sorgulanmadığı gibi, yeniden dirilene de hayret edilmez. Böyle bir yere kıyamet belki de çoktan gelmiştir. Mehdi, Mesih ya da İsa bunu somutlaştırmanın yoludur.
Yaşamın Kıyısı Ölümün Ötesi
Yol Kenarı’nda ölüm bir yandan son gibi gözükürken, diğer yandan da yeni bir oluşun habercisidir. Mehdi tarafından öldürülen kötü karakter (Deccal) de, sudan gelen ve öldürülen adam da bir süre sonra yeniden dirilir. Sudan gelen suya, karadan gelen karaya döner.
“Ölüm Cemaati henüz gelmemiş olandır. Herkes kendi öznelliğinin dışına çıktığında buluşulan bir yer vardır… Yapılacak yegâne şey onu çağırmak, çağıran diğer tekillerle sınırı paylaşmak, kendi sınırının dışına çıkmışlarla eşikte durmaktır. Beklemektir.” (1) Yol Kenarı’ndaki tam da bu tür bir bekleyiştir. Ölümün yanına kıyameti de eklemek gerekir ki bu tür bir kapsamla film daha detaylı okunabilir. Dünyanın sonu geldiğinde her şey kötüye gidecek, maddi ve manevi yapı altüst olacaktır. İnsanlar birbirini öldürecek, fitne yayılacaktır. Kıyamet alametlerini kendince yorumlayan kasaba ahalisi, eşikte Mehdi ile birlikte beklemeyi seçer.
Ölüm, üstesinden gelinemeyecek denli kesindir ve her varlık bunu ancak kendisi olarak deneyimleyebilir. Belirlenemeyen ise ne zaman olacağıdır. Ölümün insanı terbiye etmesi, insan olmaklığına imkân vermesi ya da sahteleşmiş yaşantısından kopmayı sağlaması gibi düşünceler ise sıkışıp kalmış bu kasabanın insanları için oldukça şiirsel kalır. Deccal aralarında kol gezse de sudan gelen insan öldürülse de onlar varoluşlarını benimseyemez, kendilerini akıntıya bırakırlar. Deccal gibi tasvir edilen kötü karakter, yıkıcı eylemlerini sürdürürken, kendini onun yanında bulmuş hemşire hiçbir müdahalede bulunmaz. Sürekli sigara içip, korkmadığı ama merak ettiği sonu bekler.
Yaşamlarındaki her şeye yabancılaşmış ve kenarda kalmış kasabalıların dert ettikleri, ölümün ötesidir. Ancak garip olan, dini referanslara göre yaşamayan, hatta birkaç duayı bile ezbere bilmeyen karakterlerin kıyametten bu kadar emin oluşudur. Tesadüfi olabilecek veya başka sembollerle ilişkilendirilebilecek bir işaret, sıradan birini peygamber konumuna getirmeye yeter. Bu belki de mevcut düzendeki son anlam arayışıdır. Kaybolmuş yaşamlarında bulamadıkları manayı ya da inanç kırıntısını kıyamet fikrine yükleyerek, karamsar bekleyişlerine ad verirler.
(1) Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi. Metis Yayınları, İstanbul: 2017, s.160.