Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
10.08.2018 Ahlat Ağacı Dağınık Bir Filme Dair Dağınık Parçalar Celil Civan
Olay Örgüsü/Üstanlatı
Ahlat Ağacı’nı bir uyarlama, Sinan’ın yazdığı kitabın bir uyarlaması sayabilir miyiz? Yazılan “bireysel görünümlü serbest çalışma” bir deneme kitabı gibi gözüküyor. Sinan’ın film boyunca yaptığı yolculuklar, aylaklık anları, görüştüğü kişiler film sonunda bir kitap oluyor. Deneme bir edebi tür olarak daha çok yazarın deneyimini, olgunluğunu, görgüsünü, yalınlığını işaret ettiğine göre genç yazar Sinan’ın tecrübesizliği, ergen öfkesi, görgüsüz çıkışları, soluğunu kesen gevezeliği de bununla örtüşüyor.
 
Sinan’ın kitabını çoktan yazdığını varsayıyoruz ama kitabın yayınlanması filmin sonuna denk geliyor. İki ihtimal: Belediye başkanına sunulan dosya kitabın henüz taslak halinde olduğuna, dolayısıyla bitmediğine dair bir ipucu olabilir. Diğer yandan Ahlat Ağacı diğer Nuri Bilge Ceylan filmlerinin aksine sonunda düğümlenen bir olay örgüsüne sahip olmayışıyla bir anlatıdan üstanlatıya geçiverir. Kitabın önceliği ve filmin sonralığına dair çizgiselliğin kırıldığı yerdir burası: Bir metni takip ederken metnin yazılma/filme çekilme sürecini de görürüz.
 
Metnin dağınıklığı sadece tecrübesiz bir yazarın denemeleri olmasından mı kaynaklanıyor? Olay örgüsü son tahlilde bir bütünlüğü, kurgusal bir tamlığı, kahramanın olgunluğuna inancı taşır. Oysa dağınıklık bu bütünü de, tamlığı da, olgunluğu da reddediyor. İki ihtimal gene çıkıyor karşımıza: Bütünlüğün mecburiyetinin aksine aylakça dolaşmaya imkân tanıyan bir serbestlikle artık bütünlüğün, tamlığın, olgunluğun imkânsız olduğu bir boşluk. Benzerlikler çok uzakta değil: Karla kaplı İstanbul’un içinde yiten kahramanlarıyla Uzak, bozkırın yüceliği ve ürkütücülüğü içinde ilerleyen adamlarıyla Bir Zamanlar Anadolu’daAhlat Ağacı’nın zamanı hep bir “şimdiye” atıf yapmasıyla geçmişi de geleceği de göstermiyor: Bugünün dertleri, şu anın konuşmaları, anlık tartışmalar. Dahası, taşranın durağanlığında dolanan aylağın bütün bağlardan kopuk şimdiliği.
 
Dikiz/Bakış
Aylak, gezmekle kalmaz, onu seyreder, dahası dikizler. En başta vitrindeki yansımasıyla karışan satılık ürünleri, yanından hızla akıp geçen sıradan insanları, kalabalığın içinde kendini belli eden bir yüzü. Uzak’ın uzaktan kadınları takip eden Yusuf’u, Kış Uykusu’nda kendisi yokken eğlenen karısını kıskançlıkla seyreden Aydın’ı Ahlat Ağacı’nda da karşılığını bulur. Sinan kasabada dolanan bir dikizcidir; dikizlediği şeyleri biz de gördüğümüze göre bizi de dikizci yapar. Kahramanla suç ortaklığına gireriz. Sadece lisede hoşlandığı kızı değil, ağaca bağlı bir ipin altında yatan babasını da seyrederiz. Onu orada bırakmalı mıyız, yoksa yanına gidip neler olduğuna mı bakmalıyız? Ağaçtan elma koparan imamı görürüz. Uzaktan geçmeli miyiz, yoksa onu korkutup gizlice seyretmeli miyiz? Eski bir arkadaş kayalıklarda oturur. Onu hiç bulaşmamalı, yoksa yanına gidip yüzünü mü görmeliyiz? Bakmak, seyretmek, görmek bizim tercihimiz gibidir başta. Bakışın gücü bizi muktedir kılar. Oysa en kırılgan olduğu uğrak da burasıdır. Son tahlilde yapıp yapacaklarımızı bakışımız belirler. Ona hükmeden biz değilizdir artık; biz onun hükmü altındayızdır. Bakışımızla esir alırız ama bakışın esiriyizdir. Sinan’ın okumuş kibriyle “yoksul, köylü, işsiz” kıskançlığı bir aradadır. Bakışın nesnesine duyduğu öfkeyle gıpta, nesnesiz bir hıncı yaratır.
 
Paranın Yasası
Sinan kasabaya gelir gelmez babasının bir alacaklısıyla karşılaşması ilişkiler ağının fetişini apaçık gösterir: Para. Daha ilk karşılaşmada nezaketin, komşuluğun, hoşsohbetin altından çıkar. Sadece bunları dağıtmaz para, filmdeki bütün ilişkileri varlığıyla etkiler: Babanın kumar borçları, aile içi dengeyi sarsar, belediye başkanının bütün “iyi niyeti” belediyenin harcamalarıyla örtülür, kumcu iş adamının “kitap merakı” para kazanmanın önemine evrilir, Sinan’ın cebinden yok olan üç yüz lirayla aile bireyleri kuşkulu hale gelir. Nihayetinde imamlarla gerçekleşen o uzun konuşmanın altında da dedesinin imama borç verdiği çeyrek altınlardan başka bir şey yoktur. Paranın dolaylılığı insan ilişkilerini de dolaylı kılar ister istemez: Bütün diyalogların gürültüsü altında borcun suskunluğu yatar. Tam tersi de geçerli elbette; borcun suskunluğunu bozmak gevezeliğe düşer.
 
Geveze Suskunluk
Gevezelik, sadece paranın varlığını değil, katlanılmaz suskunluğu da örtbas eder. Biriyle karşılaştığımızda, yan yana olduğumuzda sessizliği bozan o gündelik, gereksiz, anlamsız konuşma mecburiyeti; çay bahçesinde hesap kitap yapan milli piyangocuya hal hatır sormak, belediyenin işleyişini bilmeyince ağzımızdan çıkan anlamsız sözler, ne yapmaya çalıştığını umursamadığımız babamıza laf olsun diye yardım etme isteğini belirten yarım ağız bir cümle. Ama daha çok da içe atılan bir hıncın yer yer bozulsa da muhafaza etmeye gayret ettiği nezaketin süslediği konuşmalardır bunlar: Kitabını yayınlamak isteyen genç bir yazarın görece tanınmış yazarla atışması, babasının borçları yüzünden utanan bir erkeğin onunla tartışması, yazgısından memnun olmayan birinin dedesine borcu olan imama dinle ilgili sorular sorması. Bütün bunlar söz konusu diyalogların değerinden bir şey kaybettiğini söylemez elbette. Ancak daha derinde, kuyunun dibinde, daha saldırgan bir güdünün varlığını gösterir: hınç.
 
Kör Kuyu
Herkes babasına mı benzer? İstemesek de, aksini yapsak da, başka yolculuklara çıksak da en son babada mı düğümlenir her şey? Yoksa babamız olmak hıncımızı mı sağaltır? Sinan’ın kitabının tek okuru, ailesinden uzaklaşıp ıssız bir köy evinde yaşayan babasının tek amacı su çıkıp çıkmayacağı belirsiz bir kuyuyu açmaktır. Belirsizlik ve kuyu; yeniden şimdinin metaforları işlevini görür. Kuyunun nereye varacağı belirsizdir, suyun çıkacağı muammadır, gelecek bir kuyu gibi karanlıktır. Geçmiş ise en fazla kuyunun başlangıcına işaret eder. Nihayetinde kuyu kendi kuyruğunu ısıran bir yılana benzer; daima şimdidir. Filmin başında kuyunun dibinden çıkan kayanın geri düşmesi Sisyphos’u anımsatır. Kayayı çıkarırsın, en tepeye geldiğinde tekrar düşer. Burada geçmiş de gelecek de yoktur; şimdinin bitimsiz, süreğen varlığı aynı zamanda her şeyin de belirleyicisi olur. Bunun kurtuluşun imkânsızlığına işaret ettiğini söylemek için henüz erkendir ama: Belki de kuyunun dışında bir başka dünyanın olduğunu iddia edip hayal kurmak yerine önce kuyunun varlığını kabul etmek gerekir. Ne yaparsak yapalım şu kör kuyudan çıkamayız demek olduğu kadar yapacağımız her şeyi kuyuda yapmalıyız anlamına da gelebilir bu. Kuyu bizim çaresizliğimiz kadar çaremizdir belki de. Belki: sihirli kelime. Kurtuluş ümidinin gizlice parladığı yerdir burası: Öyle olmasa kuyuda yaşayan birileri film çekmeyi, bazıları da yazı yazmayı neden sürdürsün?

 

 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..