Sinemada tarihsel figürlerin hayat hikâyelerine yer vermek önemli olsa da çoğu kez bu tür filmler sinemasal boyutuyla değil tarihsel, siyasi atıflarıyla ele alınır. Oysa son dönemdeki Atatürk filmleri de, son günlerin tartışma konusu Muhteşem Yüzyıl dizisi de, Mehmet Tanrısever’in Said Nursi’yi anlattığı Hür Adam da nihayetinde senaristle yönetmenin “kurgu”larından ibarettir. Burada eleştirilmesi gereken nokta figürün gerçeklikle ilişkisinden önce nasıl temsil edildiği, nasıl “kurgulandığı” olmalı.
Tarihle ilgili bir “kurgu” sadece geçmişe değil ama geleceğe dönük bir bakış açısına da sahiptir. Kemal Tahir, Osmanlının kuruluşunu anlattığı Devlet Ana adlı romanını Doğu-Batı çatışması ve ATÜT ekseninde kurarken, ileriye dönük, Türk sosyalizmine özgü bir hedefi de göz ardı etmez. Keza Tarık Buğra Osmancık’ta aynı tarihsel süreci Türk-İslâm sentezi temelinde dile getirirken bugün’den geçmişe ve dolayısıyla geleceğe doğru bir perspektifle konuşur. Başka bir ifadeyle tarihsel kurgu yazarların ideolojik yaklaşımlarının izini taşır.
İdeal Benlik ve Karikatür Tipler
Said Nursi’nin dindarlığı içsel çatışmalar yaşamasına engel olmuş olsa bile hayatında bazı dönemeçlerden geçtiğini, zihinsel tartışmalar yaşadığını, kendisini anlatırken “eski Said-yeni Said” diye iki dönemden bahsettiğini hatırlamak gerekir. Oysa Tanrısever, Hür Adam’da neredeyse daha çocukluğundan itibaren bir dava uğruna mücadele eden, sabit ve kararlı bir portre çizer. Hür Adam, hayatında zihinsel hiçbir çatışma yaşamamış, düz bir çizgi üzerinde ilerleyen bir Said Nursi’yi anlatır. Kahraman, ideal ve düz bir seyir izlerken filmdeki çatışma unsuru dışarıya, Nursi dışındaki kişilere yansıtılır. Ancak böylesi bir yansıtma edimi de Nursi’nin dışındaki kişileri karikatür tipler olmaktan kurtaramaz. Zira Nursi kimsenin ulaşamayacağı bir ideal noktada durmakta, onun derin kişiliği yanında hiçbir yan karakter karakter olma şansını yakalayamamakta, düşmanları kadar bağlıları da, merkezdeki kahramanın ideal benliği altında ezilmekten kendini kurtaramamaktadır.
Ancak burada ideal benlikten söz ederken, bu benliğin diğer yüzünü, benlik idealini unutmamak gerekir. İdeal benlik imgesel bir özdeşleşmeyi gösterir. Kahraman ne kadar ulaşılmaz olursa olsun bir özdeşleşme imkânı sağlar (tek imkân karikatür olmak olsa da.) Oysa benlik ideali simgesel özdeşleşme anlamına gelir. İmgesel özdeşleşmeyi işaret eden ideal benlik, “olmak istediğimiz şeyi” temsil eden imgeyle özdeşleşme demektir. Bir oyuncuya, şarkıcıya veya tarihsel kişiliğe özenmek ideal benliği ifade eder. Oysa benlik ideali simgesel boyutta işler ve sözkonusu özdeşleşme hakkında şu soruyu sorar: Bu özdeşleşmeyi kimin için yapıyorsun?(1) Dolayısıyla benlik ideali, özendiğim kişilikle özdeşleşmeyi belli bir “bakış” adına yaptığımı söyler. Öyleyse bir ideal benlik bir benlik idealine, bir “bakış”a göre kurgulanır.
Bitlis’de doğup, Osmanlı topraklarında yaşamış kahramanın günümüz İstanbul Türkçesiyle nasihatlerde bulunması, Kürtçe konuşanlara ısrarla Türkçe hitap etmesi ve “birlik ve beraberlik” mesajları vermesi Said Nursi’nin tarihsel bir figürden önce kurgusal bir ideal benlik olduğu anlamına gelir. Sovyetlerden gelecek “materyalizma” saldırısına karşılık Amerika ve Vatikan’la işbirliği yapılması gerektiğini söyleyen “gerçek” Said Nursi’ye karşılık Hür Adam’daki Nursi’nin Soğuk Savaş dönemine ve sözkonusu “tehlike”ye atıf yapmadan Amerika ve Vatikan’la diyalog kurulmasını istemesi, portrenin belli bir “bakış”la çizildiğini gösterir. Kurgu ve bakış, tarihi belgelere ne kadar dayanırsa dayansın anlatılanları “sahte” kılar.
Yüzeysel Rejim Eleştirisi
Sözkonusu bakış, ideal benliği yüceltirken etrafındakileri karton tipler olmaktan kurtaramadığı gibi dile getirmek istediği eleştirileri de derinleştiremiyor. Cumhuriyet devrimlerine dönük eleştiriyi sarık üstüne fötr giyen köylü ve saz yerine çalınacak mandoline “mandalin” diyen zavallı köy bekçisiyle gösteren film, siyasi eleştiri yerine yüzeysel ve demode bir mizahi yaklaşımdan fazlasını gösteremiyor. Oysa Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan kimi trajik olayları yer yer sembolik kimi zaman da dramatik bir havayla göstermek Said Nursi’nin muhalif kimliğinin ve mücadelesinin gerçek boyutlarını anlatmak açısından önemli. Filmin bazı sahnelerinde küçük atıflarla karşılaşmak mümkün olsa da Hür Adam’da çatışma, idealle karikatür arasında olmaktan öteye gitmediği, düşmanlar da karton olduğu için yapılmak istenen eleştiri de zayıf kalıyor. Hele Risaleler’de de geçen “zındıka komitesi”nin gösterildiği sahneler düpedüz gülünç kaçıyor: Bir masa etrafında toplanan “nursuz” tipler, ellerinde içki kadehleri, dünyayı yönetmeye çalışırken Said Nursi’yi yok etmek istiyor. Müsamere tadındaki bu sahneler filmin eleştirel vurgusunu azaltmaktan başka bir işe yaramıyor.
Said Nursi’nin İkinci Dünya Savaşı’ndaki hayatının anlatıldığı kısımlarda, dönemin ırkçı havasını dile getiren kimi diyaloglar dikkat çekse de özellikle Said Nursi’ye karşı olanların (ki filmin sonunda hemen hepsi elini öpüp af dileyecektir) karton tipleri, film kadar anlatılan figürün mücadelesini de hafifletiyor. Oysa Said Nursi, bütün hayatı boyunca düşünceleri ve inançları yüzünden çile çekmiş, muhalif bir isim. Bu bakımdan kişisel çatışmaları dile getirilmese bile onun yaşadığı zorlukları anlatmak için daha etkileyici yöntemler kullanılabilirdi. Böylesi bir çaba Said Nursi’nin muhalif kişiliğine halel getirmeyeceği gibi yaşadığı sıkıntıların ve gösterdiği çabanın daha gerçekçi aktarılmasını sağlardı.
Oysa benlik ideali, seyirciye özdeşleşmesi için ideal bir benlik çizmekten bir türlü vazgeçmek bilmiyor: Said Nursi, karton düşmanlarla mücadele ederken mevcut paradigmanın muhafazakâr bir versiyonunu yeniden üretiyor. Bunu üretirken de obsesif bir tavırdan kendini kurtaramıyor. Obsesif kişilik, gerçeklerin ortaya çıkmaması için bol bol konuşur. Hür Adam da üç saat boyunca, hatta jeneriğin akışı bittikten sonra bile konuşmaya devam ediyor. Sürekli konuşan kahraman, özdeşleşmeleri için “iç piyasa”ya keskin uçları törpülenmiş bir ideal benlik sunuyor. Hür Adam kanlı canlı bir Said Nursi resmi çizmekte başarı göstermediği gibi son tahlilde idealleştirdiği karakteri de karikatürleştirme problemiyle karşı karşıya kalıyor.
(1) Slavoj Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, (İstanbul: Metis Yayınları, 2008), s. 121-126.