Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
07.02.2014 Sen Şarkılarını Söyle Yazgını Sev Celil Civan

Sen Şarkılarını Söyle (Inside Llewyn Davis) filmi boyunca Llewyn Davis elinden kaçıp giden kedinin ismini bir türlü hatırlayamaz. Kendi yolculuğunu tamamladığında kedinin ismini sahibinden duyarız: Ulysses. Ulysses, James Joyce’un kahramanından önce ünlü Helen destanındaki Odysseus’un Latinize edilmiş ismidir. Tercüme ettiği Odysseus’un önsözünde Azra Erhat Odysseus’un İlyada’nın aksine bir halk destanından çok bir tekil kahramanın hikâyesi olduğunu söyler; Erhat Odysseus’u bir film kahramanına benzetir.

Joseph Campell’in “kahramanın sonsuz yolculuğu” diye nitelendirdiği kahraman hikâyesinin örneklerinden biridir Ulysses; bir hedef uğruna bir yolculuğua çıkar, çeşitli badireler atlatır, en nihayetinde varmak istediği yolculuğu bitirir. Bu yolculuk aynı zamanda bir olgunluk hikâyesidir ki destanlardan efsanelere, edebiyattan sinemaya kadar birçok alanda izine rastlanır.

 

Coen Kardeşlerin filmografisinde kahramanın yolculuğu tema’sına sık sık rastlandığı gibi söz konusu tema’nın parodileştirildiğini de görürüz. Kimi kez kirli bir halı gibi “değersiz” (Büyük Lebowski, 1998) veya “hayatın anlamı” (Ciddi Bir Adam, 2009) gibi “değerli” bir sorunun peşine düşen kahraman çoğu kez hikâyenin başladığı yere geri döner. Bu yolculuk boyunca çeşitli badireler atlatsa da bunlar olgunlaştırıcı ve eğitici olmaktan ziyade grotesk ve komiktir. Dahası kendisine yol göstermesi için arayıp durduğu “bilge” adam motifiyle karşılaşan kahraman ya gitgide gülünç hale gelmiş, gizlendiği perdesi açılan Oz büyücüsü gibi ciddiyetini kaybetmiş, beklediği bilgelikten yoksun biriyle karşılaşır veya Llewyn Davis’in peşine düştüğü Bud Grossman gibi ona görmek istemediği gerçeği söyleyen biri halini alır: Llewyn kendisinin yetenekli bir müzisyen olduğunu düşünür, yazgısı ona kötü davranmaktadır, büyük yapımcı Grossman’a müziğini dinletebilirse yazgısını değiştirebilecektir. Ancak yolculuk Llewyn’in istediği gibi gitmez: Grosmann ona “fena değilsin ama bir grupla birlikte çalarsan daha iyi olur” der. Dolayısıyla yolculuğun sonunda, yolculuğa bir biçimde vesile olan kedinin isminin Ulysses olduğunu öğrendiğinde Llewyn en başa, filmin başında gördüğümüz yolculuğa çıkmadan önceki haline geri döner.

 

Küçük bir barda folk şarkıları söyleyen Llewyn Davis’in hikâyesi, çıktığı yolculuğun yanı sıra diğer özellikleriyle de bir Ulysses ironisi gibidir: Odysseus’un uğruna serüvenlere sürüklendiği Penelope, etrafını kuşatan taliplerinden kaçmaya çalışırken Llewyn en yakın arkadaşının karısıyla gayrımeşru bir ilişki yaşamaktadır. Üstelik kadın ondan pek de hazzetmemektedir. Yolcuğu boyunca karşılaştığı müzisyenler alabildiğine grotesk tiplerdir; hiçbirinin bir olgunluk hikâyesine katkı yapmak gibi bir amacı olmadığı gibi hemen hepsi yenik ve can sıkıntısı içindedir. Dolayısıyla Llewyn’in yolculuğu bir kendini yeniden kurma süreci olmaktan çok başladığı yere geri dönme, bir süreğen daire çizme hikâyesini andırır.

 

Georg Lukacs, romanla epik arasındaki ayrımı yaparken epik kahramanın yolcuğun sonunda koptuğu epik âleme tekrar bağlandığını söyler. Çünkü epiğin dünyasıyla kahramanın dünyası arasında bir özdeşlik vardır. Oysa modern zamanların bir türü olan roman bu özdeşliği ortadan kaldırmıştır. Modern bir roman tarihinin aynı zamanda ironi tarihi olması da kahramanla yaşadığı dünya arasındaki mesafeden kaynaklanır. Romanların modern kahramanı ne kadar bağlanmaya çalışırsa çalışsın yaşadığı âlemle doğrudan irtibat kurup ona bağlanamaz. Dolayısıyla modern kahramanla yaşadığı dünya arasındaki hakikat farkı -belki de hakikatin yokluğu- her zaman ironik mesafeye yol açar; yolculukla olgunlaşma güya tamamlanmış olsa da.

 

Almanca “can sıkıntısı” (langweilig) ibaresinin “lange-weile” (uzun zaman)’dan geldiği söylenir. Coen Kardeşlerin hikâyelerinde söz konusu yolculuk bittiğinde kahramanın içine düştüğü can sıkıntısının artığını, daha da genişleyip derinleştiğini görürüz. Kahraman bir yola çıkmış, farklı ve grotesk tiplerle karşılaşmış, ulaşmak istediği kişiye ulaşmıştır ama olgunlaşıp özdeşleşmek istediği dünyayla arasındaki mesafe kapanmak yerine, neredeyse daha da fazla açılmıştır.

 

Bu anlamda Llewyn Davis’in hikâyesinin sonunda en başa, üstelik bu sefer tastamam hiçbir değişim olmamışcasına filmin başlangıcına geri dönmesi, bizi birbiriyle koşut iki türlü düşünmeye sevk eder: Filmin sonunu en başta görmemiz Llewyn’in bir yolculuğa çıkıp farklı birine dönüşeceğini ima eder. Öte yandan filmin sonunda tekrar başa dönüş, Llewyn’in aynı yolculuğu sürekli yapsa da hiçbir değişim yaşamadan geri döndüğünü, dolayısıyla aynı hikâyeyi tekrar yaşadığını söyler. Gitgide derinleşen bir zamanın, tam da can sıkıntısının içinde, özdeşleşebileceğimiz bir hakikatin, bir müteal hakikatin yokluğu, tekrar’ın içindeki kendinde fark’a ilişir ve ona Latince “Amor Fati” der: Yazgını sev.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..