Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
16.07.2011 Ömrümüzden Bir Sene Can Sıkıcı Mutluluk, Samimi Keder Celil Civan

Mike Leigh’in son filmi Ömrümüzden Bir Sene’nin denklemi seyirciyi özellikle germek, onun canını sıkmak üzere kurulmuş gibi: Filmin odağında Tom ve Gerri ile onlara arada bir uğrayan hımbıl oğulları Joe’dan ibaret mutlu, dahası mükemmel bir aile vardır. Çift birbirini kusursuz tamamlamak yerine birbirinin handiyse ikizi olmuştur ki bu da yer yer tekinsiz bir hava yaratır. Etraflarındaki insanların aksine aile, mutluluk içinde yaşar. Oysa Gerri’nin iş arkadaşı Mary, çiftin eski dostları Ken, Tom’un kardeşi Ronnie’yle oğlu Carl ailenin tam aksi bir durumdadır: Mary histerik ve alkolik, Ken yapayalnız ve alkolik, Ronnie karısını kaybettiği için depresif, Carl ise sosyopattır. Leigh, başlangıçta ana akım sinemanın tercih edeceği gibi “mutlu aile tablosu”na vurgu yapar görünür ama film ilerledikçe hedef tahtasında oturanın ailenin etrafındaki kaybeden insanlar değil ama ailenin ta kendisi olduğunun farkına varırız. Yönetmen ailenin mükemmelliğini o kadar gözümüzün içine sokar ki bunun aslında mükemmellikten çok orta sınıflara özgü bir bencillikten başka bir şey olmadığını anlarız. Aile “dostlarının” alabildiğine kaybeden, tutunamayan tipler olarak çizilmesi bu tezadı ve bencilliği daha fazla ortaya çıkarır. Bu bakımdan etraftaki insanlar ne kadar gerçek görünürse ailenin yapaylığı da o kadar önplâna çıkar. Aile için çevrelerindeki herkes yardıma, sevgiye, ilgiye, merhamete muhtaç görünürken tam da bu sebeple bu insanlar büsbütün dışarıda bırakılır. Merhamet başkasına el uzatmak yerine onu uzaklaştırmak, uzaklaştırırken de vicdanını rahatlatmak için kullanılan bir araçtan başka bir şey değildir. Görünürde herkese yardım etmeye, onları anlamaya, sevgiyle kucaklamaya çalışırlar ama asıl amaç kendi küçük ve dar hayatlarının ne kadar doğru ve düzenli olduğunu ortaya çıkarmaktan ibarettir. Bu yüzden aile dışındaki herkes, ailenin kendi mesut dünyasını her seferinde bir kez daha sağlamlaştırmaya yarar. Böylece Leigh bağımsız sinemanın yaptığı gibi kaybedenlere odaklanmak yerine “mükemmel aile”yi öne çıkararak seyirciyi de vicdanen rahatsız eder. Zira perdede başkalarına üzülmek dururken kendi yapay ve bencil hayatlarımızı görmek pek de iç açıcı değildir.

 

Orta sınıflara özgü bu ahlâkı göstermek bakımından Gerri’nin psikolojik danışman olması rastlantı olmasa gerek. Kendi küçük ve huzurlu dünyasında mutluluk ve neşe içinde yaşayan Gerri’yi filmin başında işçi sınıfından bir kadınla konuşurken görürüz. İşçi kadının kesif ve ketum mutsuzluğuna karşı Gerri’nin geveze ve merhamet dolu iyilikseverliği gözleri yaşartır. Gerri kadına yardım etmek için elinden gelen her şeyi yapar ama kadın, belki de sınıfsal bir sezgiyle iç dünyasını açmaktan olabildiğince kaçınır. Bu biraz tuhaf görünse de film ilerledikçe Gerri’nin, ailesinin mutluluğunu korumak adına aynı iyilikseverliği bir silaha dönüştürdüğünü görünce işçi kadının sezgisel tutumunun haklılığı ortaya çıkar. Mary’nin eve sık sık gelmesi, Joe’ya asılması ve Joe’nun fazlasıyla sıkıcı kız arkadaşı Katie’ye kötü davranması, Gerri’nin merhametinin sadece mesleki bir davranış olduğunu gösterir. Mesai saatleri dışında Gerri, yardım etmekten hoşlanmaz; gerektiğinde kendi ayrıcalıklı konumunu korumak için mesleki hünerlerini devreye sokar.

 

Leigh bize şunu söyler: Ailenin amacı etraflarındaki “zavallılara” yardım etmekten çok onların aynasında kendi mükemmelliklerini tazelemekten ibarettir. Nitekim film boyunca görülen bütün o iyilik, merhamet ve anlayış aslında kötülük, merhametsizlik ve başkalarının acısına karşı bencil bir körlük olarak tezahür eder. Tom’un esprili sempatisi, Gerri’nin mesafeli merhameti ve Joe’nun bilinçli aptallığı, özellikle çiftin evinden çıkmak bilmeyen, her sıkıştığında Tom ve Gerri’ye sığınan Mary’yi büsbütün dışladıklarını gösterir. Onlar için Mary, histerik, başarısız, münasebetsiz ve içkiye düşkün bir kadındır. Onu sempatiyle, küçük esprilerle, olabildiğince sevecen tavırlarla “idare ederler.” Aile için ne Mary’nin ne de diğer sıkıntılı, mutsuz kişilerin iç dünyasının bir anlamı vardır. Başka bir ifadeyle Mary, Ken, Ronnie ve Carl onlar için uzaktan uzağa acınması, mesafe gözeterek ilgi duyulması gereken bir “öteki”den ibarettir. Öteki ancak öteki olarak kaldığı, bizim sınırlarımıza dâhil olmadığı, evimizin içine girmediği, hayatımızın bir parçası olmadığı müddetçe hayatlarımızda yer alabilir. Elbette kendi sınıfsal ahlâkımızı doğrulamak, vicdanımızı rahatlatmak için.

 

Oysa ötekinin kaybetmesi, tutunamaması tastamam bizim kazanmamızla, tutunabilmemizle alâkalıdır. Dolayısıyla her ötekiyle karşılaşma, bizim kendi küçük neşeli dünyamızı onaylamak kadar onunla yüzleşmenin de aracı haline gelir. Onlar mutsuz, kederli ve dibe vurdukları için biz mutlu, neşeli ve su üstündeyizdir. Onların bir leke gibi hayatlarımıza girmesi bilinçdışımızda bir rahatsızlığa, kendimizi sorgulamamıza yol açar. İsimleri çizgi film kahramanlarını çağrıştıran Tom’la Gerri’nin film boyunca Mary’ye, Ken’e, Ronnie’ye ve Carl’a karşı duydukları tedirginlik hiçbir zaman kendi dünyalarını sorgulamaya yol açmasa da ikilinin bilinçdışı huzursuzluğu yer yer perdeye yansır. Leigh böylelikle orta sınıfların ötekinden nefret ederken ona alabildiğine ihtiyaç duyan ikiyüzlü ahlâkını bir kez daha işaret eder.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..