Türk sinemasına ilginin nicelik bakımından yükseldiği bir dönemde televizyon dizilerinde, sahne gösterilerinde seyrettiğimiz komedyenlerin filmleriyle karşılaşmamız artık olağan bir hâl aldı. Bir televizyon programındaki karakterden yola çıkarak çekilen Recep İvedik şimdilik dört filmle karşımıza çıkarken Ahmet Kural ve Murat Cemcir ikilisi, Ata Demirer ile Cem Yılmaz gibi isimler, dizileri ve gösterileri kadar filmleriyle de seyircinin teveccühünü kazandılar. Bu tür filmlere son dönemde ilgiyle seyredilen Çakallarla Dans serisi, Patron Mutlu Son İstiyor, Olur Olur, Hadi İnşallah gibi filmleri eklemek mümkün. Kimisi hasılat rekorları kıran kimisi hasılat rekoru kırmasa da çok seyredilen bu filmlerin temel handikapı senaryonun fazlasıyla dağınık olması, çoğu kez skeç mantığıyla çekilmesi ve konuyla alakası olmasa da komik sahnelerin filmlere eklenmesiydi. Geçen sezon seyrettiğimiz Düğün Dernek sıradan komik kahramanlarla abartılı komik kahramanlar arasındaki dengeyi koruyamaması ve komikliği hikâyenin akışında öne çıkarmasıyla sinemasal açıdan zayıflık gösteriyordu. Cem Yılmaz’ın Türk sinemasının -resmi görüşe göre- yüzüncü yıldönümünde hem yazıp hem yönettiği filmi Pek Yakında ise, Yılmaz sinemasına özgü diyebileceğimiz, ikinci yarının fazlasıyla sarkması derdinden muzdaripti.
Televizyon dizisi veya sahne gösterisi sonrasında sinemaya adım atmanın son örneği ise Leyla ile Mecnun dizisinin senaristi Burak Aksak’ın yazıp yönettiği Bana Masal Anlatma filmi. Burak Aksak, Bana Masal Anlatma’da farklı bir hikâye anlatmak yerine iyi bildiği sularda kulaç açmayı tercih etmiş görünüyor. Bana Masal Anlatma, Leyla ile Mecnun seyircisinin epeyce seveceği bir yapıya ve mizah anlayışına sahip. Dolayısıyla filmde racon sahibi olsa da sevdiği kıza bir türlü açılamayan, yaşı otuza yaklaşsa da ergenlikten kurtulamamış, babası öldüğü için annesiyle tatlı-sert bir ilişki yaşayan, eski bir mahallede yaşayan bir kahramanı anlatması fazla şaşırtıcı değil.
Bana Masal Anlatma, usta sayılan komedyenlerin yapmaya çalışıp beceremediği Yeşilçam komedisinin Aksak’ın absürd mizahıyla harmanlanmış bir sonucunu ortaya koyuyor. Bir yanda masal dünyasından gelen bir kıza (Ayperi’ye) aşık olan diğer yandan Suriçi’ni yıkıp yeni konutlar yapmak isteyen acımasız bir iş adamına karşı çıkan bir mahalle delikanlısını anlatan film, Yeşilçam’ın nostaljik kodlarına uygun mahalle ortamını çoğu kez absürd bir halde sunduğu gibi söz konusu nostaljiyi yeniden-üretmek yerine günümüzün şartlarına uyguluyor. Aksak, absürdü öne çıkararak Yeşilçam’ın naifliğini kullanıyor kullanmasına ama çuvaldızı başkasına batırdığı kadar iğneyi kendine batırmaktan da geri durmuyor. İstanbul’un değişen yüzüne bakan kahramanımız Rıza “Gökdelenler şehrin mezar taşlarıdır” gibi etkileyici ve anlamlı bir mesaj verirken bir sahne sonra sevdiği kızı etkilemeye çalıştığı için aynı repliği on beş kere söylediği için kızdan fırçayı yiyor. Aynı şekilde Suriçi’ni yıkmak isteyen iş adamı Timur’u eleştiren Aksak, Suriçi’ndeki evleri para karşılığında yıkılacağı için sevinen mahallelileri perdeye aktarmakla “kentsel dönüşüm” karşısında halkın gösterdiği tepkiyi de ti’ye alıyor.
Burak Aksak, Yeşilçam kodlarını yeniden-üretirken naif kalmaması ve absürdü öne çıkarmasıyla hem nostaljiye düşmekten hem de eleştiriden uzak durmaktan kendini kurtarıyor. Anılar, düşler, hafıza ve masal gibi yaşadığımız dünyanın gerçekliğine uymayan unsurları öne çıkaran Aksak, naifliğini absürd yaklaşımıyla dengeliyor. Bana Masal Anlatma, Leyla ile Mecnun’un farklı kahramanlarla çekilmiş yeni bir bölümü gibi görünse de içerdiği eleştirel yaklaşım ve absürdden kaçınmamasıyla son dönemde gösterime giren komedi filmlerinden birkaç adım önde duruyor. Usta denilen komedyenlerin yönetmeye çalıştıkları filmleri düşündüğümüzde Burak Aksak’ın Leyla ile Mecnun’un teknik tecrübesinden epeyce ders çıkardığını da eklemek gerek.