Michelangelo’nun somut imzasını taşıyan tek eseri Pietà isimli heykeldir. Bugün San Pietro Katedrali’nde cam bir mahfazada bulunan heykelde çarmıhtan indirilen İsa’yı annesi Meryem’in kucağında görürüz. Hıristiyan itikadına göre Tanrı’nın Kelamı olarak tenleşen (incarnatio) İsa, insanlığın işlediği günahların kefaretini çarmıha gerilerek ödedi; ancak Hıristiyanlara göre bu kefaret Tanrı’nın oğlunu cezalandırması olarak algılanmaz, aksine bir katolik ilahiyatçı ve misyoner olan Thomas Michel’in ifadesiyle “Hıristiyanlar İsa’nın ölümünü günahın ve ölümün gücünden kurtulma şeklinde algılar.” (1) Burada sözü edilen günahın ve ölümün gücünden kurtuluş, İsa’nın hayattayken mücadele ettiği, günahları engellemesi mümkün olmamakla kalmayıp onların doğmasına da sebep olan “dünyevi hukuku” da ifade eder. Zira Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’de dediği gibi dünyevi hukuk suçluları yola getirmeyi bırakın, gözlerini korkutamadığı gibi onların çoğalmasını da sağlar: “Toplumu zamanımızda bile koruyan, suç işleyeni ıslah edip onu bambaşka insan yapabilen tek araç, suçluya vicdanının sesini duyurabilen İsa’nın yasasıdır. İsa kulu Kilisenin evladı olarak suçunu kabul edince doğrudan doğruya topluma, yani Kiliseye karşı kabahatli olduğunu anlar, kabul eder.” (2)
Öyleyse dünyada tenleşen Tanrı Kelâmı’nın çarmıha gerilişi, “dünyevi hukukun” egemen olduğu çağın da sonunu müjdeleyen bir fiildir: “İsa Mesih’in çarmıha gerilişi, hukukun insanı kurtaramadığının ilanıdır. (…) Mesih, insanları kötü çağdan kurtarmak için onların günahlarına karşılık kendisini feda etmiş (…) insanların kurtuluşu için çarmıhta kurban edilmiştir.” (3) İsa’nın ölümüyle birlikte “dünyevi hukuk” yerini Tanrısal yasaya bırakmış, Eski Ahit’in yerini Yeni Ahit almıştır: “İsa’nın ölümü Hıristiyanlar için, sadece Yahudi Kavmi ile değil, tüm insanlıkla Tanrı arasında aktedilen bir Yeni Antlaşmanın doğuşu anlamını taşır.” (4)
Kim Ki-Duk’a Göre İncil
Hıristiyan dininin hem kendi içinde hem de diğer dinlerce en çok tartışılan formülünün Teslis inancı olduğu söylenebilir. (5) Baba-Oğul-Kutsal Ruh olarak ifade edilen formül, bugün çoğu Hıristiyan tarafından aynı tanrısal cevherin yansımaları olarak görülür. Aynı cevhere sahip olduğu için birbirinden ayrı olmayan Teslis inancında “Baba’nın yaratıcı ve yönetici, Oğul’un kurtarıcı ve yargılayıcı, Kutsal Ruh’un ise inayet ve ihsan edici olma özellikleri ön plana çıkarılır”. (6)
Kim Ki-Duk’un İncili’nde Teslis hem biçimi hem de içeriği itibariyle özünde Hıristiyanlıktan ilham alsa da farklı bir bakış açısıyla karşımıza çıkar. İsa’nın Tanrı Babası yerini Anne’ye, günahsız oğul İsa yerini günahkâr ve “ikinci” Oğul Gang-Do’ya, Kutsal Ruh ise anne ile oğul arasındaki sevgiyle başlayıp filmin sonunda vicdana dönüşen ilk oğlun tekinsiz hayaletine bırakır. Ancak söz konusu ikame karakterlerle sınırlı kalmaz. Kim Ki-Duk herkesin aşina olduğu İsa hikâyesini sekülerize ederek “dünyanın günahı” ile “dünyasal hukukun” adını da doğrudan doğruya kapitalizm olarak koyar. Bu bakımdan filmin İsa’sı Gang-Do’nun başlangıçta tefeciler adına çalışan bir cezalandırıcı olması manidardır. Zira tefecilik de, tefecilik adına borçluları “yasa dışı” biçimlerde cezalandırmak da, sermayeci düzeneğin yazılı hukukunda güya yer almasa da “fiili” olarak ona mündemiçtir. Başka türlü söylersek yazılı hukukun tıkır tıkır işlemesi için “rutin dışına” çıkmaya ihtiyacı vardır. Rutin dışı, istisna kaidenin devamlılığı için gerekli bir unsur olmakla kalmayıp dünyevi hukukun tökezlediği yerde de işleri hızlandırır. Bu bakımdan Gang-Do’nun “şiddeti”, kapitalist vicdanları da sızlatsa bile kendi bağlamı içinde adildir; zira söz konusu şiddet mevcut kapitalist sistemin iş görmesini sağlar. Gang-Do dünyevi hukukun içinde tenleşmesiyle kendini o hukukun parçası kılmak zorunda bıraktığı gibi onun tarafından da lanetlenir. Ta ki Anne’si onu kurtarana kadar!
Anne: Yaratıcı ve Yönetici
Teslis’in Tanrı Babası yaratıcı ve yönetici olma özelliğiyle öne çıkarken Acı’da bu özelliklere sahip olan Anne Mi-Son’dur. Tefeciler adına borçluları vahşice sakatlayıp sigorta paralarını tefecilere ulaştıran İsa’nın karşısına bir gün bir kadın çıkar ve yıllar önce onu terk eden annesi olduğunu söyleyerek af diler. Lacan “Oedipus kompleksinden” söz ederken Baba’nın somut varlığının çok da önemli olmadığını söylemiştir; önemli olan Baba’nın Adı/Baba’nın Hayırı’dır (le nom du père / le non du père). Baba’nın Hayır’ı ise bize ne yapıp yapmayacağımızı söyleyen şeydir, yani Yasa. Böylece Asi İsa Gang-Do’nun çok da üzerinde tefekkür etmeden işlettiği dünyevi-kapitalist hukukun karşısında birden bire İlahi Yasa’nın varlığı zuhur eder: Ama Baba’nın değil, Anne’nin… Anne lalettayin biri, bir kadın değildir; o Oğul’un yaratıcısıdır; Oğul yaratılmakla dünyaya gözünü açtığına, varlıklar dünyasını görmeye başladığına göre bir anlamda kâinatın da. Hele Oğul’un hayatına girip ona karışmaya başladığında Teslis’in Baba’sı da Anne’de tecelli eder: Anne yaratıcı olduğu kadar yöneticidir de. Filmin ikinci kısmında ortaya çıkmaya başlayan “sürpriz”le birlikte yönetici olmaktan çıkıp yönlendirici de olduğunu görürüz. Dolayısıyla Oğul’u yaratan Anne onu yönettiği gibi ne yapıp etmesi gerektiğine de karar verendir: “Çünkü kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı’dır” (Filipililer 2:12-13).
Böylece etkin olan Anne, Oğul’un dünyevi hukuka bağlılığını sarsmaya başlar ve ona Anne’nin Yasa’sını gösterir. Dünyevi hukuka aykırı Yasa’nın dünyada, üstelik Sevgi/Aşk halinde zuhur etmesi mevcut düzenin (Yunan paganizminin dediği gibi “güzel düzen” eunomia’nın) içinde bir “skandal”ın patlak vermesine yol açar: “Bize kendimizi içine doğduğumuz organik cemaatten “çekip çıkarmamızı” emreden şey aşkın kendisidir. Ya da Pavlus’un deyişiyle: Bir Hıristiyan için, ne erkek ne kadın, ne Yahudi ne Yunan vardır. Kendisini bütünüyle Yahudi “etnik tözü”yle özdeşleştirmiş olanların, keza Yunan filozoflar ve küresel Roma İmparatorluğu savunucularının İsa’yı gülünç ve/ya travmatik bir skandal olarak algılaması şaşırtıcı değil.” (7) Gang-Do’nun Anne’si uğruna girdiği gülünç durumları, sonrasında işi bırakmak istemesi, düzen savunucusu patronu tarafından dayak yemesi Anne sevgisiyle ortaya çıkan skandalın göstergeleridir.
İhsan ve İnayet: Kutsal Ruh/Kutsal Vicdan
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hıristiyanlığa göre aynı Tanrısal cevherden ortaya çıksa da Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un fonksiyonları farklılık arz eder. Augustinus, Kutsal Ruh’un Baba ile Oğul’u birleştiren sevgi olduğunu ileri sürer. Kutsal Ruh’un birleştiriciliği sadece Baba ile Oğul arasında değildir; Kutsal Ruh “kilise” olarak kabul edilen Hıristiyan bedeniyle, Hıristiyan cemaatinde de etkindir: “Kutsal Ruh, bireylerin kalbine imanın ihsan edilmesinde ve ilahi inayetin sağlanmasında aktif olan ilahi unsurdur.” (8) Tanrının dünyada etkin olan, güçlü ve mündemiç mevcudiyeti olan Ruh, (9) Baba ile Oğul’un arasındaki Sevgi olduğu gibi insanları birbirine bağlayan ilahi dolayımdır da. Acı’da ilk ilahi dolayım Anne’nin ölen ilk Oğlu ile ortaya çıkar. Anne ile Günahkâr Oğul’un arasında, Oğul’un simgesel düzenini ortadan kaldıracak bir skandal yaratan Sevgi’nin asıl kaynağı, başka bir deyişle Anne ile ikinci Oğul’u bir araya getiren şey kapitalist hukuk sisteminin yasa dışı adaletine kurban giden ilk oğlun tekinsiz hayaletidir. Bu anlamda ilk oğlun adının bilinmemesi tesadüf değildir; ilk oğul emek piyasasındaki insanları sessiz, isimsiz kalabalık kitlelere dönüştürüp kapitalizmin yeniden üretilmesini sağlayan “niceliksel emektir.” Dolayısıyla burada birbiriyle tezat oluşturan iki ilahi dolayım ortaya çıkar: Birincisi, yukarıda da söz ettiğimiz gibi, insanları birbirine bağlayan ve “niceliksel emekle” gösterilen ve dünyevi hukukla adalet sağlayan kapitalizme özgü “ilahi” dolayımdır; diğeri ise Anne ile Oğul’un arasındaki Sevgi’nin, Sevgi ile birlikte mevcut düzenin yapısını kırılganlaştıran skandalın da ortaya çıkmasını sağlayan “ilahi” dolayım. Burada ilk dolayım kapitalizmin “evrensel ruhu” olarak tezahür ederken ikincisi hem Anne de hem de Gang-Do’da ortaya çıkan vicdandır. Ancak söz konusu vicdanları da ayırmak gerekir: Anne için vicdan ilk oğlun acısı ve intikamıyken Gang-Do’da Sevgi’yle zuhur eden masumiyete inanç, Sevgi’nin ortadan kaybolmasıyla nükseden yalnızlık ve pişmanlıktır.
Kimi Batı dillerinde vicdanın (conscience) aynı zamanda bilinç anlamına geldiği hesaba katılırsa burada tohum halinde de olsa bir sınıf bilincinin görünür olduğundan söz edilebilir. Ancak Kim Ki-Duk’un “İsa hikâyesi”, Anne ile Oğul arasında tercih yapmadığı gibi bilinç ve vicdan arasındaki kırılgan irtibata da işaret eder. Oğlunu, yarattığını söylediği günahkârı cezalandırmak için harekete geçen Anne Oğlu’nu tanıdıkça ceza verip vermemekte tereddüt yaşar ve nihayetinde ikircikli bir haletiruhiyeyle hareket ederek “Tanrısal Yasanın” ortadan kalkmasına sebep olur. Anne ile Oğlu birleştiren, kapitalist simgesel düzende gedik açan Kutsal Ruh, Yasa’nın kendini yok etmesiyle ne annede ne de oğulda bir bilincin ortaya çıkmasına sebep olurken Oğlun elinde artık vicdan ve pişmanlıktan başka bir şey yoktur. Nihayetinde dünyada yalnız kalıp “Anne beni niye terk ettin?” diye ağlayan Oğlun anlamlandıramadığı bir vicdan azabının şiddetiyle kendi çarmıhını sırtlanmaktan başka bir çaresi kalmaz. Ancak Gang-Do kendini Sevgi uğruna kurban etse de -filmin sonunda görüleceği gibi- “güzel düzenin” en altındakiler bile onun kefaretinin farkına varamaz. Hem cemaat hem de bireyi ima eden kilise ilahi dolayımı farklı yorumlar: Cemaatin tümel bedeninde aktif olan kapitalizmin “evrensel ruhuyken”, tekil bireylerin bedenlerine düşen çaresiz bir vicdan azabından başka bir şey değildir.