Av Mevsimi’inin basın gösteriminden sonra açıklama yapan kimi sinema yazarları, filmin polisiye havasına kendilerini fazla kaptırmış olmalılar ki entrika eksikliğinden, filmin sırrını erkenden açık etmesinden yakındılar. Yavuz Turgul, gene sağlam bir atmosfer kurmuş, iyi diyaloglar yazmıştı ama işin polisiye kısmı zayıf kalmıştı.
Sinema yazarlarının bu tespitleri filmin niyetine dönük yanlış okumanın örneği olarak ele alınabilir. Zira yazarlar, filmin ilk göze çarpan unsuruna, polisiye özelliğine vurgu yaparlarken söz konusu yüzeyin neden seçildiğini göremiyorlar. Oysa Turgul filmin kimi yerlerinde polisiyenin trüklerini kullanmakla kalmayıp onlarla dalgasını da geçerek polisiyeyi belli bir niyetle işlediğinin işaretlerini veriyor. Bir cinayet filminde kovalamacadan, cinayetin çözülmesinden ve katilin bulunmasından daha önemli ne olabilir? Oysa Yavuz Turgul, Av Mevsimi’nde bu üç sahnede de heyecanı geri çektiği gibi, kovalamaca ve çatışma sahnelerinde mizahı öne çıkararak gerilimi alabildiğine düşürüyor. Bu da Turgul’un bir polisiyeden ziyade polisiye parodisi yaptığını ima ediyor.
Turgul polisiyeye özgü bu sahnelerde özellikle türü vurgulamaktan kaçınıyor. Zira Turgul polisiyeyi yoksullardan yüksek tabakaya kadar farklı toplumsal kesimlerden insan portrelerini ele almak, onları derinleştirmek için kullanıyor. Bu sebeple de filmin ana gerilimini cinayetin sebebi ve katilin kim olduğu değil ama soruşturma sürecindeki görüşmelerde, cinayetin etrafındaki insanların anlattıkları hikâyeler oluşturuyor. Bu anlamda yönetmenin türün özelliklerini özellikle ters yüz ettiğini vurgulamak gerekir: Cinayetin, katilin önemli olduğu filmlerde kişiler tip olmaktan kurtulamaz, hatta ana kahraman bile yüzeysel olabiliyorken Av Mevsimi’nde soruşturmanın parçası olan her birey derinlemesine bir karakter olma özelliği gösteriyor. Dahası film bir noktadan itibaren nehirde bulunan bir kesik elin peşine düşmek yerine usul usul bir kesik elin etrafındaki insanların, özellikle de cinayet masasında çalışan İdris ve Hasan’ın hikâyeleri üzerinde yoğunlaşıyor. Bu anlamda İdris’in “bir el bulduk hayatımız ne hâle geldi?” sorusu filmin ana vurgusunu bir kez daha tekrar ediyor. Genç bir kıza ait olduğu söylenen kesik el, cinayet masası polislerinden yoksullara, alt-kesimlerden zengin sınıfına kadar herkese temas ediyor.
Turgul polisiyenin imkânlarıyla geniş bir toplumsal yelpazede dolaşırken kesik elin sahibinin hikâyesi de etrafındaki insanların söyledikleriyle beraber yavaş yavaş canlanmaya başlıyor. Öldürülen Pamuk, gölgesiz kaldığını söylese de cinayet masasının kurt polisi Ferman sayesinde bir anlamda hayatına, gölgesine kavuşuyor. Oysa belki de filmin içerdiği ironi bir kez de burada ortaya çıkıyor: Herkesin hikâyesini çözmekte mahir olan ana karakter Ferman’ın hikâyesi diğer kişilere göre derinleşmesi gerekirken tam tersine yüzeysel ve yarım kalıyor. Belki de Ferman’ın “gölgesizliği” Turgul’un vazgeçemediği nostaljinin de bittiğini gösteriyor. Yazıp yönettiği Muhsin Bey (1987), Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990), Eşkıya (1996), ve senaryosunu yazdığı Kabadayı (2007) gibi filmlerde eskiye dair bir özlemi dile getiren, eskinin yenide kaybolmaması için çabalayan Turgul son filminde cinayetleri başarıyla çözdüğü için “avcı” diye anılan Ferman’ın hikâyesine eğilmekten vazgeçiyor. Belki artık eskiyi anlatmanın faydası olmadığını, belki de “avcı”ların gizli kalması gerektiğini düşündüğünden…