Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
09.01.2016 The Hateful Eight Tarantino'dan Amerikan Kâbusu Celil Civan

Quentin Tarantino’nun sinemasında birbiriyle çelişebilecek iki unsur uyumlu biçimde işler. Bunlardan biri otomatik algıları, alışkanlıkları yıkan farklılaştırma tekniği, diğeriyse alabildiğine gerçekçi olmaktır. Rezervuar Köpekleri’ndeki (Reservoir Dogs, 1992) kulak kesme sahnesi ilk unsura örnek olurken, kahramanların -diğer Tarantino filmlerinde olduğu gibi- bol bol filmin yapısıyla ilgisi olmayan diyaloglar kurması ikincisine örnek verilebilir.[1]

Tarantino’nun son filmi The Hateful Eight’te de aynı unsurları görürüz. Bir “tuhafiye dükkânında” bir araya gelecek karanlık kişilerin arasındaki gerilimli ilişkilere odaklanan filmin hemen hemen ilk yarısı bir posta arabasında geçer. Alabildiğine uzayan diyalogların hâkim olduğu bu bölüm Tarantino’nun söz konusu gerçekçi yönüne işaret eder. Diğer yandan filmin ikinci yarısında algıları kırmaya dönük sahnelerle karşılaşırız. Bunlardan biri film boyunca birbiriyle çatışan Kuzeyli Binbaşı Marquis Warren ile Güneyli Chris Mannix’in filmin sonunda işbirliği yapmasıdır. Diğer yandan cellât John Ruth’un yakaladığı Daisy Domergue isimli kadın suçlunun filmin ikinci yarısında birden bire gitar çalıp “Jim Jones at Botany Bay” isimli western’i söylemesi seyirciyi şaşırtır. Filmin sonunda bir çete üyesi olduğunu ve bu yüzden başına ödül konduğunu öğrendiğimiz Daisy’nin şarkısı kendisini yakalayan John’a bir “ağıt” niteliği de taşır. Zira John az sonra zehirli kahve içtiği için ölecektir.

Filmin diyalogları Tarantino’ya özgü gerçekçiliği vurgulasa da Abraham Lincoln döneminde geçen filmde, Kuzeylilerin muzaffer olup Güneylileri yenmelerine rağmen toplumsal katmanda İç Savaş’ın izlerinin hâlâ devam ettiğini görürüz. Bu bağlamda, diyaloglar işlevsiz görünse de dönemin politik manzarası ardındaki gerçekleri göstermesi açısından dikkat çeker. Dahası, başkanlık koltuğunda bir siyahinin oturduğu günümüz Amerika’sında siyahilerin hâlen “meşru” şiddete maruz kaldıklarını düşündüğümüzde durumun değişmediği de vurgulanmış olur. Bu açıdan filmde Güneyli Mannix’in “Zenciler korku içindeyse beyazlar güvendedir” sözü ile Warren’ın “Siyahların güvende olduğu tek zaman, beyazların silahsız olduğu zamandır” sözü dönemin atmosferini anlattığı gibi günümüz Amerika’sında her iki toplum kesimine ait bilinçdışı korkulara işaret eder.

Lincoln’ın Mektubu

Filmin en önemli nesnesi Binbaşı Warren’ın yanından eksik etmediği bir mektuptur. Mektup Warren’a yazılmıştır ve altında Lincoln’ın imzası vardır. Söz konusu mektubun samimi içeriği iki adamın yakın arkadaş olduklarını gösterir. Ancak filmin ikinci yarısında Warren mektubun sahte olduğunu söyler. Binbaşı, bu mektubu beyazlar arasında güvende olmak için kullandığını ifade eder. Mektubun sahte olduğu anlaşılsa da filmin son sahnesinde mektubun sesli bir biçimde okunması manidardır. Mektup tam da bir odada yatmakta olan çete üyeleri, kelle avcıları ve savaş suçlularının cesetleri üzerine okunur. Lincoln’ın dostluğa, kardeşliğe ve geleceğe dair umutlarını dile getirdiği mektubun bu son sahnede okunması bir ironi taşır. Günümüz Amerika’sında siyahi birinin başkan olması toplumdaki ırkçı gerilimle polis şiddetinin varlığını nasıl örtbas edemiyorsa Lincoln’ın mektubu da bir oda içindeki “küçük Amerika” gerçeğini örtemez. Martin Scorsese’nin New York Çeteleri (Gangs of New York, 2002) filminde de gördüğümüz gibi, Amerikan rüyası çeteler arası şiddet ve çıkarlar üzerine kurulmuştur. Keza The Hateful Eight de savaş sonrası barış ortamını anlatmasına rağmen çetelerin ve kelle avcılarının işlerini eskisi gibi yürütmeye devam ettiğini söyler. Politik düzlemdeki barış, eşitlik ve adalet söylemlerine karşılık toplumun alt kesiminde başka bir gerçek varlığını sürdürür; eski gerilimler ve çatışmalar aynı şiddetle hâlen devam etmektedir.

Tarihsel kurgular, geçmişe dair hikâyeler anlatsa da kurguyu yapan sanatçının kendi dönemine özgü toplumsal, ideolojik ve kültürel sorunlara, başka bir ifadeyle döneme özgü “siyasal bilinçdışına” da işaret eder. Bu bakımdan tarihi kurgu, yazıldığı dönemin bağlamı içinde de değerlendirilmeye uygundur. Tarantino’nun son kurgusu olan ve Abraham Lincoln’ın başkanlık döneminde geçen The Hateful Eight’in, Amerika’da izlediği politikalarla zaman zaman Lincoln ile karşılaştırılan Barack Obama’nın Amerika’sına dair ipuçları taşıdığını söylemek mümkün.

(1) Alper Çeker, Kan Kardeşi Tarantino, Stüdyo İmge, 1996.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..