Schmidt Hakkında (About Schmidt, 2002) ile Sideways (2004) filmlerinde yalnız ve hayat karşısında şaşkın Amerikalı erkeklerin dünyasına eğilen Alexander Payne, son filmi Senden Bana Kalan’da (The Descendants, 2011) yeniden aynı kulvarda gezinmek istese de filmde Payne’e özgü ironi yerini anaakım sinemanın mutlu sonla biten, yerinde bir mizah içeren aile dramlarına bırakıyor.
Hawaii’de yaşayan işkolik avukat Matt King’in başında birçok bela vardır. Öncelikle Hawaii, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan insanların zannettikleri gibi sadece “deniz, güneş, kum”dan ibaret bir yeryüzü cenneti değildir. Aksine Hawaii de dünyanın geri kalanına benzer; sıkıcı olduğu gibi burada yaşayan insanlar da diğerlerinden farksızdır. Eşi Elizabeth bir kaza sonucu bilincini kaybetmiş, komada yatarken King, hem bugüne kadar ilgi göstermeye fırsat bulamadığı iki kızıyla başbaşa kalmıştır hem de aile baskısıyla yüzyıllardır ellerinde bulunan toprakları satmak üzeredir. Aslında içinde bulunduğu durum, King’in başını dosyalardan kaldırıp gerçeklerle yüzleşmesine sebep olur: Sevdiği eşiyle ilgili inanılması zor bir sır öğrenir, kızlarını tanıyamadığını anlar ve akrabalarının para hırsını fark eder. Üstelik eşi eğer komadan çıkamazsa “fişinin çekilmesini” talep etmektedir.
Eşinin bu talebi, King’in de hayat karşısındaki şaşkınlığını üzerinden atıp sorumluluk sahibi olması için atması gereken adıma işaret eder. Eşinin ailesine, yakın dostlara veda etmeleri için haber verilmelidir ve bu görevi zor da olsa King hayata geçirmelidir. Ancak eşiyle ilgili öğrendiği sır King’in peşini bırakmaz. Bu çıkmaz içinde King’in yanında, daha önceden hiç tanımadığı, tanımaya başladığındaysa sürekli çatıştığı kızları Alexandra, Scottie ile Alexandra’nın arkadaşı Sid vardır. Başlangıçta söz konusu “sorunlu” gençler ile King arasında bir çatışma meydana çıksa da benzeri Hollywood dramlarında olduğu gibi çatışan bu dörtlü, film gerekli dozdaki yas tutma ve geçmişi geride bırakma noktasını aşıp kaçınılmaz mutlu sona yaklaşırken, birbirini anlamaya ve birbirine yardım etmeye başlar. Böylelikle işkolik King ile gençler arasındaki kuşak çatışması, King ile eşi ve akrabaları arasındaki çatışma karşısında bir tür ittifaka dönüşür. Gençler King’i anlar, hatta ona akıl verirken King de gençler aracılığıyla hayat karşısındaki şaşkınlığını atlatır.
King’in genç kuşakla barışması kendi kuşağına karşı alacağı tavrı da belirler. Eşi artık ölmek üzeredir, geriye dönüş yoktur, öyleyse her şey geride bırakılmalı, her şey affedilmelidir. Bunun yanında akrabalarının tarihsel ve doğal miras karşısındaki açgözlülüklerini dizginlemek gerekir. King, yasını tutup bağışlamasını gerçekleştirerek olgunlaşırken ailesine de karşı çıkarak milyon dolarlık arazilerinin satılmasını engeller. Böylece King erdemli davranarak ihmal ettiği kızlarına kavuşmuş olur.
Beş dalda Oscar’a aday olsa da sıradan bir Hollywood filminden öteye gitmeyen Senden Bana Kalan anaakıma özgü klişeleri yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyor. Filmin son sahnesinde kızlarıyla koltuğa yayılıp televizyon seyreden King’in hâli de bunu gösteriyor: Gerekli yas tutulmuş, bağışlama gerçekleşmiş, Amerikan orta sınıfı “mutlu son”u, yani televizyon karşısında dondurma yemeyi hak etmiştir.