Yerli sinemada, genellikle seyirlik yapımlarla “sanat filmleri” arasında seçim yapmak zorunda kalan izleyiciler, Yol Ayrımı’na büyük beklentiyle gitti. Aradığını buldu mu bilinmez ama filmde irdelenecek birçok nokta olduğunu söyleyebiliriz.
Yol Ayrımı’nda disiplinli, duygusuz bir tekstil patronu olan Mazhar Kozanlı’nın hikâyesi anlatılır. Kozanlı geçirdiği trafik kazasından sonra, bambaşka bir insana dönüşür. Yeni benliği, hayatında bugüne kadar görmediği güzellikleri de kötülükleri de birer birer ortaya çıkarır. Turgul diğer filmlerinden farklı olarak bu sefer hikâyeyi en sondan başlatır, Mazhar’ın ailesiyle gerilimli ilişkisine odaklanır ve insan olma serüvenini aktarmaya çalışır.
Ayrımlarla Geçiyor Ömrüm
Yavuz Turgul, Türk sinemasının geçtiği aşamalara Yeşilçam’dan beri tanık olan ve bu süreçte aktif olarak üreten bir yönetmen. Arzu Film’de Ertem Eğilmez filmlerinin senaristi olarak başladığı kariyerine, yönetmenlikle devam eder. Türk sinemasının çıkmaza girdiği yıllarda Muhsin Bey (1986), Aşk Filmlerininin Unutulmaz Yönetmeni (1990), Gölge Oyunu (1993) gibi önemli yapımlara imza atar. Özellikle Muhsin Bey kültleşir ve Turgul’un “auteur” olarak anılmasını sağlar. Yerli film sektörünün durgunluk içinde olduğu 1996’da gelen Eşkıya seyircide büyük ilgi uyandırır. Turgul bu başarının ardından Kabadayı (2007), Gönül Yarası (2005), Av Mevsimi’ni (2010) çeker. Bu filmler Eşkıya kadar ses getirmez ancak bu, Turgul’un sinemasının değiştiği anlamına gelmiyor. Yönetmeni yakından takip edenler, Turgul’un filmlerinde, geriye bakıldığında Muhsin Bey’de dahi görülebilecek belli ortak noktalar tespit edebilir. Geçmişe yönelik özlem ya da geleneksel değerlere olan bağlılık (hatta bağımlılık) Turgul’un filmlerindeki ana temalardır. Ancak Yol Ayrımı’nda geçmiş, özlenecek bir unsur olmaktan uzaktır. Tüm ana karakterlerin geçmişi pişmanlıklarla doludur ve bitiremedikleri hesapları vardır.
Yol Ayrımı’ndaki “ayrım”, Turgul’un filmografisinde yeni değil. Turgul’un senaryolarında, geleneksel-modern, eski-yeni, taşralı-kentli çatışmaları ve zıtlıklar arasındaki sıkışmışlık yoğun biçimde hissedilir. Ayrımların getirdiği sonuç ise seçimlerdir. Züğürt Ağa köyden kente gelip yaşarken, Muhsin Bey Ali Nazik’e kaset yaparken, Baran Keje’yi kurtarmaya çalışırken, Haşmet Asilkan en büyük filmini çekmeyi umarken belli seçimler yapmak zorunda kalır. Karakterler bulundukları döneme, toplumsal koşullara ve mekâna göre ikileme sokulur. Değerlerini mi koruyacaklar yoksa paranın, mevkinin en büyük güç sayıldığı yeni sisteme ayak mı uyduracaklar? Hızlı bir modernleşmeyle gelenekselden kopan, doğru ile yanlışın birbirine karıştığı bir ortamda, karakterlerin yaptığı seçimler onları feraha ulaştırmaz. Değerlerini korudukları için suçlanır ya da üçkâğıtçı olmayı beceremedikleri için sistemden atılırlar. Turgul filmlerinin kahramanları arada kalmışlıklarıyla, tereddütleriyle, geçmişe tutunarak yol almaya çalışır. Oysa Yol Ayrımı yeni bir söylemi de taşır: Her türlü engele rağmen yeni deneyimlere ve insan olmaya doğru emin adımlarla yürü.
İnsan Nasıl Kurtulur
Mazhar, kazadan önce işçilerinin hak talebini görmezden gelir, ailesiyle sadece iş ilişkisi kurar, insanları dolandırarak şirketine yarar sağlar. Zalim bir burjuvadır. O kadar ruhsuzdur ki, Mazhar’ın yaşayıp yaşamadığından emin olamayız. Turgul eğer sadece seyircinin değil, oyuncunun da karakteriyle özdeşim kurmaması için bunu yaptıysa ve bu şekilde kazanın ardından yeniden dünyaya gelişin vurgulanması için bu yola gittiyse anlamlı olabilir. Ancak aksi halde, Şener Şen’in niçin bu kadar yapay bir oyunculuk sergilediğini sorgulayabiliriz.
Yönetmenin nasıl insan oluruz sorusuna verdiği cevapları, Mazhar ve onun öteki benliğini temsil eden eski arkadaşı Altan üzerinden okuyabiliriz. Mazhar hastane dönemiyle başlayan süreçte, beklenmedik duygusal davranışlar gösterir. Bir ağacın güzelliğini veya yağmurun serinliğini hissetmeye başlar. Daha önce yaşanmamış saydığı ömrüne, bir anda yeşeren umutlarıyla devam etmeye karar verir. Evi, işi, eşi ve kendine dayatıldığını düşündüğü her şeye sırtını döner ve Altan’ın yanına gider. Merhamet, vicdan daha önceki zalim tavırlarının yerini alır. Gerçek benliğini bulma çabası ona güç verir. Bütün bu dönüşümün gerçeküstü bir dokunuşla gerçekleşmesi ise izleyicide soru işareti bırakır. İnsan yıldırım çarpmasıyla, büyük bir hastalıkla ya da bunun gibi dış etkenlerin etkisiyle yeniden doğabilir mi, en azından belirli bir süre vicdani sorgulamalardan geçmesi gerekmez mi, bunu yaparken acı da duymaz mı veya iyi-kötü arasında bir gerilim yaşamaz mı? Turgul, gri alanlardan ziyade, aydınlanan insanın nasıl olacağına ve toplumda nasıl karşılanacağına odaklanıyor.
Mazhar şirketi işçiler arasında pay etme, vakıf kurma gibi radikal kararlar alınca aile ağız birliği ederek onun üstüne gelir. Turgul, burjuva tavrını karakterlerin insani özelliklerini zayıflatarak yansıtır. Özellikle Mazhar’ın eşi Belgin ve annesi Firdevs Hanım’ın aşırı tepkileri, paranın etik veya iyilik gibi kavramları yok ettiğini gösterir. Mazhar’ın çocukları, sağkolu bildiği yakınları dahil hiç kimse düzenin bozulmasını istemez. İnsan gibi ve özgürce yaşama isteği onlara ütopik bir saçmalık gibi görünür. Sistemi bozmaya çalışanlar, deli damgası yemeye, onursuzlaştırılmaya hazır olmalıdır. Yol ayrımında tehlikeleri göze alıp, insan olmayı seçmek zor bir karardır.
Elbette bu ciddi meselelerle boğuşurken, Mazhar’ın Emine’yle kurduğu aşırı merhametli ilişkide, insanlara bakışında, kendisini olduğu gibi akışa bırakma halinde, bu denli romantize olması ne kadar gerçekçi sorusu akla geliyor. Belki de Turgul, o kutsal dokunuşu bu sefer abartarak göstermek istedi. Ancak yine de kendisine kutsiyet atfedilmiş figürlerin bile umutsuzluğa düştüğü, isyan ettiği görülürken hızlı gerçekleşen ışığı görmüş Mazhar imgesinin filmin genel çatışmalarını zayıflattığını eklemek gerekiyor.