Yönetmen Ayat Najafi, başrolünde kız kardeşi Sara Najafi’nin yer aldığı Ülkesiz Şarkılar (No Land’s Song, 2014) belgeselinde hem İran’da kadın sesine karşı devam eden sansürü hem de Arap Baharı’nın İran toplumunda uyandırdığı ümidi anlatır. Ülkesiz Şarkılar, Sara’nın şarkı söyleme mücadelesini ve aynı zamanda İran toplumunda özgürlüğe duyulan hasreti konu edinir. Kadın sesinin serbestleşmesi üzerinden İran’da yürütülen özgürlük mücadelesi anlatılırken devrim öncesi ile sonrası arasına kalın bir çizgi çekilir.
Sara, içinde yaşadığı toplumun kadınlar üzerinde kurduğu baskıya anlam vermekte zorlanmaktadır. Yaşadığı sıkıntılardan kurtulmak için din âlimlerine danışarak çareler arar. İşin içinden çıkamadığı konularda sofistike sorular sormaktan çekinmez ve derinlikli tartışmalara girer fakat genellikle tatmin edici cevaplar alamaz. Belgesel boyunca Sara sadece Molla ile görüşmeye giderken çador giymektedir. Tesettürlü hâli ile Molla’nın karşısında rahat, sempatik ve samimi tavırları dikkat çeker, aklındaki soruları özgürce sorar, tartışır. Kadın sesine uygulanan yasak Sara için anlamsızdır, çünkü o şarkı söylemeye âşıktır. Molla’nın kadın sesinin rengiyle ve cazibesiyle ilgili yaptığı açıklamaları, Sara daha önce hiç düşünmemiştir ama öğrendikten sonra da pek anlamlı bulmaz. Molla ile tartıştığı fikirleri daha sonra Fransız arkadaşlarına anlatırken onlar da aynı şaşkınlığı yaşayacaktır. “O hâlde kadın sesine yakın erkek sesleri için neden aynı kuralın geçerli olmadığını” kendi aralarında tartışırlar, prensipteki cinsiyet ayrımını anlamlı bulmazlar. Sara din âlimi ile girdiği diyaloglarda esasında daha büyük bir sorgulama içindedir, hem kişisel derdine çare bulmak hem de İran’daki baskı ortamının nedenlerini anlamak ister.
İran’da hâlen yasak olan kadın sesine yeniden hayat vermek Sara’nın en büyük hayalidir. İran müziğinin kraliçesi olarak bilinen ve 1924 yılında erkeklerin önünde tesettürsüz olarak şarkı söyleyen ilk İranlı kadın olan Ghamar ol-Molouk Vaziri’nin başardığını yeniden başarmak ister. Ghamar 1920’lerde İran’da kadın sesinin sembolüdür. Sara kendisini bugün Ghamar’a göre daha şanslı hisseder, çünkü hedefini gerçekleştirebileceği güçlü bir araca, teknolojiye sahiptir. Başlangıç olarak “İranlı kadınların yaşadığı zorlukları Batılı kadınlar da görsün istedim” diyerek yola çıkar ve internet üzerinden tanıştığı Fransız müzisyenlere kendisini ve yaşadıklarını anlatır. Aslında kadın sesine uygulanan sansür Sara için tek mesele değildir. Her yönüyle İran’da kadınların baskı altında olduğunu düşünür ve Avrupalı arkadaşlarına yaşadıklarını anlatarak bir çıkış yolu arar. Paris’teki arkadaşları ile iletişim kurduğu bilgisayar ekranı Sara için özgürlüğe ve ümide açılan pencere olur. Kısa sürede arkadaşlarını da mücadelesinin bir parçası hâline getirir ve müzisyen arkadaşları Sara’ya destek olmaya karar verirler. Paris’e giden Sara, yaşadıklarını oradaki dostlarıyla birlikte şarkı söyleyerek, paylaştığı müziğin diliyle de anlatmaya çalışır. Bazen hüzünlü bazen neşeli hâlleri film boyunca devam eder. Kendisi için üzülen müzisyen arkadaşları ile birlikte şarkılar söyler. Bazen şarkı söylerken hep birlikte aniden susarlar ve derin düşüncelere dalarlar, bazen kahkahalarla güler ya da şarkı söylemekten yorgun düşerler. Duygu yoğunluğu ile donatılan sahneler, şiirin ya da müziğin hem zamansız ve mekânsız oluşuna hem de evrenselliğine ve gücüne vurgu yapar. (Nigar Tuğsuz)
Yazanın tamamını Hayal Perdesi’nin 48. sayısında okuyabilirsiniz.