Lumiere Kardeşlerin ilk film gösterimini yaptıkları 1896 yılından üç yıl sonra sinema tarihinin en çok konuşulan ismi Alfred Hitchcock dünyaya geldi. 1920’lerde ara yazı tasarımcısı olarak başladığı sinema hayatında yönetmen, bu icadın kurallarını da en baştan kendisi belirleyecekti. Kendi kurallarını yaratmakla kalmayan Hitchcock, başta Avrupa olmak üzere dünyanın her yerinde anlatım tekniklerini belirleyen, “Hitchcockyen” tınılar taşıyan yeni yönetmen sinemalarının açığa çıkmasını sağladı. Peki, tüm dünyayı etkisi altına alan bu rüzgâr nasıl oldu da sinemanın daha ilk dönemlerinden itibaren bariz bir farklılık yarattı?
Hitchcock, birçok film eleştirmeni tarafından Hollywood’a ait olduğu gerekçesiyle küçümsenirken aralarında Jean-Luc Godard, Eric Rohmer, Claude Chabrol ve François Truffaut’nun bulunduğu Yeni Dalga’yı başlatan Cahiers du Cinéma ekibinin dikkatini çeker. Hollywood'da olmasına rağmen hemen hemen her filminde klasik sinemanın temelini sarsan özgün işler deneyen yönetmen, bu özelliğiyle Fransız Yeni Dalga akımının etkilendiği isimler arasında yer alır. Yeni Dalga’nın “caméra stilo” (kalem kamera) kavramı çerçevesinde görüntünün de yazı gibi anlatım dili olması ve kameranın bu anlatım dilinin aracı, dolayısıyla bir kalem gibi kullanılması düşüncesine Hitchcock’un hikâyeyi sesten arındırarak mümkün mertebe görüntülerle anlatmanın saf sinemanın oluşumuna imkân tanıyacağına dair düşüncesi örnek teşkil eder. Hitchcock etkisi özellikle Chabrol ve Truffaut’nun filmlerinde bariz bir biçimde kendini belli eder. Chabrol, Yeni Dalga’nın manifestosu sayılan Yakışıklı Serge (Le Beau Serge, 1958)’de Hitchcock’un Şüphenin Gölgesi (Shadow of a Doubt, 1943)’nden etkilenirken Truffaut’nun Penceredeki Kadın (La Femme d’a Cote, 1981)’ı Hitchcockvari psikolojik gerilim özelliği taşır. Bir bakıma Hitchcock, Yeni Dalga’nın auteur kuramına kaynaklık eder.
Truffaut’yu Hitchcock’a çeken şey tekniğinden ziyade heyecanıdır. Hitchcock’un çektiği filmi yaşadığını ve bu yüzden filmlerine benzediğini söyler. Ona göre Hitchcock dünyanın en iyi yönetmenidir fakat bir türlü anlaşılamamıştır, Truffaut’ysa bunu herkesin anlaması ister. Bu niyetle yönetmene ilettiği röportaj talebine olumlu yanıt aldığında söyleşi için 1962’de bir haftalığına Hollywood’daki Universal Stüdyoları’na kapanırlar ve Hitchcock’un sinema evrenini masaya yatırıp uzun bir değerlendirmeye tabi tutarlar. İki yönetmenin de birbirinden çok şey öğrendiklerini ifade ettiği söyleşinin en önemli özelliğiyse Hitchcock’un düşünce dünyasını, film yapma yöntemlerini ve sinemasını birinci ağızdan, etraflıca aktaran yegâne kaynak olmasıdır. Konuşmaların yer aldığı Hitchcock (Le Cinema Selon Hitchcock) kitabı 1966’da yayınlanır ve bu özelliğiyle sinemanın kutsal kitaplarından biri hâline gelir. (Betül Durdu)
Yazının tamamını Hayal Perdesi'nin 52. sayısında okuyabilirsiniz.