Bin dokuz yüz onlarda Hollywood banliyösü civarına yerleşmeye başlayan film şirketlerinin yarattıkları sistemi dünyaya egemen kılmaları için on yıl gibi kısa bir süre yeterli olur. Maliyet düşürücü üretim yöntemlerini geliştirerek sadece Birleşik Devletler’de değil tüm dünyada ulaşabildikleri sinema salonlarını satın alarak film akışını güvenceye alır. Kısa zaman içerisinde dağıtım ve pazar kontrolünü sağlayan sürekli kâr gereksinimini önceleyen Hollywood Stüdyo Sistemi inşa edilir. Amerikan endüstrisi dünyaya yayılırken kuşkusuz yalnızca bir para akışından söz etmek mümkün değildir. Aynı zamanda sinematografik düşünce yetisi de pazarlanabilir bir hal alır; sinema üslubu, montaj tercihleri de uluslararası alanda dolaşıma girer.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa “moderni daha eski, seçkinci ve oldukça entelektüelleştirilmiş estetik bir duyarlılık içinde tanımladı.”(1) Buna karşın Amerika kitle kültürünü önceledi ve Hollywood’un modernizmi “görünmez kurgu” tekniklerini gözeterek yoluna devam etti. Bu karar, endüstrileşmiş filmlerin önünü açıp günümüzde hâlâ devam eden devasa ağı oluşturdu. Seyirciden gelen talep doğrultusunda kolay tüketilir filmler üretildi ve üretilmeye de devam ediyor. Filmlerin aksiyon, dram, tarih, komedi ya da belgesel, kurmaca olup olmamasının hiçbir öneminin kalmadığı, üretim sürecini, hikâyesini, karakterlerini her zaman ikinci plana itebilecek kadar güçlü bir ana akım yol üretildi.
Ancak yaşanılan iki büyük savaşın ardından azınlıkların, kolonilerin, ezilenlerin görünür oluşu, edebiyattaki yeni deneyimlerin, resim ve müzikteki akımların sinemaya uygulanabilmesi fırsatıyla Amerikan Rüyası her açıdan sarsılmaya başladı. En çok da anlık hareketlerin art arda konulmasıyla bütüne ulaşmaya çalışılan montaj tekniği ve hikâye anlatımındaki seçkinci ve ırkçı kahramanlık algısı bağımsız film yapımcılığının gelişmesiyle yıkıldı. Sinematografik anlatım tercihi itibariyle ana akımdan belli ölçülerde ayrılan yönetmen Terrence Malick Zamanın Yolculuğu: Yaşamın Seyri (Voyage of Time: Life’s Journey, 2016) belgeseliyle bir Amerikalı olarak içinde yetiştiği endüstriyel üretim biçimini zorlamaya çalışıyor. İlk filmi Kanlı Toprak’tan (Badlands, 1973) bu yana, ana akım Amerikan sinemasından farklı bir yerde duran yönetmen, kimi zaman da kaçınılmaz olarak klişelere başvuruyor. (Zeynep Turan)
(1) Geoffrey Nowell Smith, Dünya Sinema Tarihi, çev. Ahmet Fethi, Kabalcı Yayınları, s. 94.
(Yazının tamamını Hayal Perdesi’nin 55. sayısında okuyabilirsiniz.)