Bu yıl “Ve Kadın Dünyaya Dokundu” temasıyla yola çıkan ve kırk sekizincisi düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’ni geride bıraktık. Biletlerin kadın izleyiciler için daha uygun olmasının da katkısıyla, özellikle kadınlar tarafından yoğun bir ilgiyle takip edilen festivalde Ulusal Yarışma kategorisindeki pek çok film kapalı gişe gösterildi. Festival bittiğinde ise aklımızda kalan konular genellikle sinemanın dışındaydı: Politik mesajlar, hava şartları, aksaklıklar, kadınlardan oluşan jürinin yetkinliği üzerine tartışmalar, beklenmedik ödüller…
Siyasi mesajların çokluğu
Bu yıl açılış ve kapanış törenlerine ek olarak bir de “Geç Gelen Portakallar” ödül töreni yapıldı ve 1979 yılında sansüre tepki nedeniyle, 1980 yılında da 12 Eylül askeri darbesi nedeniyle yapılamayan festivallerin ödülleri dağıtıldı. Tören, fikri altyapısı güzel olsa da, festivalin geneline yayılan siyasi mesajların biraz gölgesinde kaldı. Açılış ve kapanış törenleri de dâhil olmak üzere ödül için sahneye çıkan herkesin siyasi bir mesaj vermeden inmediği, siyasi mesaj vermeyenin “ayıplandığı” ve bu mesajlar sonunda alkışlamayanlara sert bakışların atıldığı bir ortam oluşturdu. Özellikle “genç” yönetmenlerin bu tarz mesajlar verme yarışına girmesi, Altın Portakal’da son yıllarda artan bu durumun oldukça normalleşmiş olduğunu bize gösterdi.
Bari festival biletlerine özen gösterilsin
Yoğun yağış ve fırtına nedeniyle pek çok organizasyonun iptal edildiği, gösterim salonları arasındaki ulaşımın zaman zaman imkânsız hale geldiği bir festival yaşadık. Bu durum festival atmosferine girmemizi oldukça zorlaştırdı. Ulusal filmlerin galalarının yapıldığı Antalya Kültür Merkezi (AKM) nispeten bu atmosferi sunabilse de uluslararası yarışma filmlerinin ve diğer yabancı filmlerin gösterildiği alışveriş merkezleri bu duyguyu vermekten oldukça uzaktı. Festival filmlerinin vizyon filmleriyle aynı yerde gösterilmesi ve filme giriş için bilet yerine birer “fiş” verilmesi oldukça can sıkıcı bir durumdu. Sadece sinema için var olacak mekânların özlemi içinde yanıp tutuşurken, Türkiye’de sinemanın kanayan yarası olan bu konuyu sineye çekerek “bari biletlere özen gösterilseydi” düşüncesiyle filmleri izledik.
Aksaklık aksaklık aksaklık…
Festivalde ciddi bir ulaşım ve organizasyon sıkıntısı vardı. Onlarca filmin yüzlerce etkinliğin olduğu festivalde mekânlar arasında düzgün bir ulaşım ağı kurulamadığı için çoğunu kaçırdık. Kendi imkânlarımızla gitmek istediğimizde ise şehrin ulaşım altyapısının çok da iyi olmaması nedeniyle programlarımızda ciddi aksamalar yaşandı. Çoğu filmden ve etkinlikten feragat etmek zorunda kaldık. Buna ek olarak festivalin kalbinin attığı AKM’de insanların yemek yemek için küçücük bir kantine tıkıştırılması, çeşit azlığı, oturma yeri sıkıntısı, eleman yetersizliği vb. yüzünden çoğu zaman aç kaldık. Küçücük tostlarla günü geçirmek zorunda kalmamız yetmezmiş gibi mekânın çevresinde tek bir ATM’nin olmaması da büyük sıkıntılara neden oldu. Projektörün filmleri olduğundan daha karanlık bir şekilde göstermesi çoğu filmde ışık ve mekân kullanımlarının anlaşılamamasına neden olduğu gibi sesin ve görüntünün çoğu filmde gitmesi de hem izleyicide hem de film ekiplerinde haklı bir rahatsızlığa sebep oldu. Kısa metraj ve belgesel filmlerin tanıtımının düzgün bir şekilde yapılmaması ve organizasyonuna gereken özenin gösterilmemesi sonucunda da çoğu film boş koltuklara gösterildi.
İzleyici sayısı fazla ama seviyesi düşündürücü
Festival izleyicisi genel anlamda düşündürücüydü. Bütün ulusal yarışma filmlerine giren ve film daha bitmeden söyleşi çadırına koşturarak en önden yer kapan, orta yaş üstü bir izleyici kitlesi vardı. Bu insanlar, çoğu filmin yarısında çıktı ve söyleşilerde film ekiplerine anlamadıkları ve niye kullanıldığını bilmedikleri her konuda hakaret derecesinde şeyler söyledi. Saygı sınırlarının aşıldığı bu anlarda yerinde ve bilinçli yorumlarda bulunan diğer izleyicilerle münakaşaya da girdiler. Bu rahatsız edici durum, film ekiplerinin ve diğer izleyicilerin oldukça keyfini kaçırdı ve söyleşilerin, amacı dışına çıkarak, bir “savaş meydanı”na dönüşmesine neden oldu.
Çok film, az kalite
Festivalde çok fazla filmin yarışması ciddi bir eksi olarak gözümüze çarptı. Ulusal yarışmadaki pek çok filmin ciddi senaryo ve prodüksiyon hatalarına şahit olduğumuz için yarışan film sayısının on üç tane olması, genel film seviyesini oldukça düşürdü. Hele uluslararası yarışmanın ödül anlamında neredeyse hiç önemsenmemesi ve film galalarının ufacık alışveriş merkezi salonlarında yapılması, hem izleyiciye hem de film sahiplerine yapılan bir ayıp olarak düşünülebilir. Ulusal filmlerin çok fazla olması ve uluslararası filmlerle oldukça uzak yerlerde gösterilmesi, bu filmlerin eleştirmenler tarafından da takip edilmesini oldukça zorlaştırdı. Sonuç olarak ulusal filmleri izleyebilme çabası içinde, ne uluslararası filmler, ne de kısa film ve belgeseller takip edilebildi. “Zaten izleyici ilgisinin az olduğu bu yapımları eleştirmenler de izlemeyecekse kim izleyecek?” sorusu akıllarda kaldı.
Biz farklı filmleri mi izledik acaba?
Festivalin kapanış gecesinde ödüller sahiplerini bulurken büyük bir şaşkınlık yaşandığı söylenebilir. Öncelikli konu; kısa film ve belgesel ödüllerinden itibaren ikişer ikişer verilmeye başlanan ama niçin verildiğini kimsenin bilmediği “Jüri Özel Ödülleri”ydi. Bir çeşit “teselli” olarak değerlendirilebilecek bu ödüller, yönetmenlerin çoğunu mutlu etse de, olayı yarışmadan ziyade bir “teşvik” ortamına çevirdi. Ulusal yarışmada pek çok ödülün iki filme verilmesi, ciddi senaryo ve kurgu hataları olan bir filme senaryo ve kurgu ödüllerinin gitmesi, Zenne’nin başrol oyuncusu Erkan Avcı’ya En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nün verilmesi ve bunun gibi pek çok konu, eleştirmenler tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Eleştirmenlerin favorisi Nar filminin sadece bir “teselli” ödülü alabilmesi ve kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen Güzel Günler Göreceğiz’e En İyi Film ödülünün gitmesi tam bir şok etkisi yaratırken, kadınlardan oluşan jürinin kararlarının ciddi bir şekilde tartışılmasına ve jüri kalitesinin eleştirilmesine sebep oldu. Çiğdem Vitrinel’in Geriye Kalan’ına giden En İyi Yönetmen ödülü ve Zenne filminin aldığı En İyi İlk Film ödülü dışında oldukça eleştirilen ödüller konusunda jürinin bir açıklama yapmamış olması da akıllarda soru işaretleri bıraktı. Bu “kalitesiz” ve “hakkaniyetsiz” ortamdan sonra da Altın Portakal eleştirmenlerin gözünde ciddi anlamda kredisini tüketti diyebiliriz. Böylece bu seneki Altın Portakal, bazı şeylerin ciddi olarak sorgulanması ve bir süzgeçten geçirilmesi gerektiğini de bize göstermiş oldu.