Yerli Diziler
Dosya Arşivi
Eylül-Ekim 2011
Romandan Sinemaya
27.09.2011 Yabancılar Aslında Hiç Yabancı Olmayanlar Onur Bali

Yeni Türk Sineması’nın önde gelen auteur yönetmenlerinden Zeki Demirkubuz, kendi topraklarından uzakta yaşam sürmüş, bu süre içerisinde de düşünce dünyasına kattıkları ile damgasını vurmuş Fransız aydın Albert Camus’nün Yabancı adlı eserini 2001 yılında beyaz perdeye Yazgı adıyla uyarlar. Bu iki yapıt, birbirlerinden farklı zaman ve mekânlarda geçmelerine rağmen benzer temalar üzerinde dolaşmaktadır.

Camus’nün eseri 1942 yılında yayınlanır. İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerinin hissedildiği bu yıllarda Fransa Nazi işgali altında varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Camus’nün savaşa herhangi bir anlam yükleyememesi, bu sebeple de çevresi ile arasına mesafe girmesi Yabancı’nın oluşmasında büyük rol oynar. Eserde mekân Camus’nün doğduğu yer olan Cezayir’dir. Cezayir, kırklı yıllarda henüz Fransa’dan kopmamış, bağımsızlığını kazanamamış, işgal sırasında Fransa tarafından direnç merkezi olarak kullanılmıştır. Camus de Cezayir’in savaşın merkezinde olmasını, “baş karakterini yaratırken büyük ölçüde Fransa’nın 1942’de Nazi işgali altındayken yaşadığı sosyal patolojiyi yansıtmak için kullanır” (Daldal, 2002). Yazgı ise Zeki Demirkubuz’un özellikle Suç ve Ceza, Yabancı romanlarının etkisinde yönetmenliğini, yapımcılığını ve senaristliğini üstlendiği “Karanlık Üzerine Öyküler” üçlemesinin ilk filmidir. Film, çekim tarihi ile paralel bir zaman içerisinde geçer. Çoğu Batı ülkesine nazaran geç kalmış bir sanayileşme dönemi yaşayan Türkiye iletişimsizlik, kimlik sorunu, yabancılaşma gibi problemlerle daha geç tanışmış, sinema ve yazında bahsi geçen modernitenin meydana getirdiği içtimai değişimlerin irdelenmesi Batı’ya oranla daha geç olmuştur. Yazgı bu sorunları irdelemeye ve modern zamanların insanının profilini küresel kapitalizmin etkileri altındaki Türkiye’nin sosyal ve ekonomik şartları içerisinde çizmeye çalışır.

İki yabancı

Demirkubuz da Camus de anlatmak istediklerini yarattıkları başkarakterin üzerinden vermek isterler. Camus’ün kahramanı Meursault, Demirkubuz’unki Musa’dır. Musa ismi Meursault isminden bazı harfler atılarak oluşturulmuştur. Demirkubuz kahramanının ismiyle, henüz hikâyesini anlatmaya başlamadan uyarladığı romana saygı duruşunda bulunur. Ayrıca Musa’nın, herhangi bir metafizik inanç sistemi ile ilişiği bulunmamasına rağmen bir peygamberin ismini taşıması da Demirkubuz’un yarattığı kayda değer bir çelişkidir. Meursault ile okuyucunun tanışması, Meursault annesini kaybettiği ve cenazesinde son görevini yapmak için annesini yerleştirmiş olduğu huzurevine gittiği zaman gerçekleşir. Meursault’un annesini huzurevine yerleştirmesinin altında annesine bakabilecek kadar para kazanamaması ve annesi ile paylaşacak bir şeyinin kalmadığını düşünmesi yatar. Meursault annesinin ölümüne her insanın annnesini kaybettiğinde vermesi beklenen tepkileri vermez, kayıtsız kalır ve annesinin bedenini son bir defa dahi görmek istemez. Ölüsünün başında beklerken ikram edilen kahveyi içmekten çekinmez; gözyaşı dökmez. Annesini mezarına doğru götürürlerken onu rahatsız eden sadece güneş ve temel ihtiyaçlarını karşılayamamasıdır. Yazgı ise Musa ile annesinin geçirdikleri son geceden başlar hikâyeye. Meursault’un aksine Musa annesiyle birlikte yaşamaktadır ve Meursault’tan daha kayıtsız bir karakterdir. Nitekim film süresince öğrenemesek de varlığından çoğu zaman sıkıntı duyduğu annesini, Meursault’un yaptığı gibi huzurevine yerleştirmeyip yanında kalmasına izin vermesi de kayıtsız tavrının ve yazgının değiştirilemezliğine itaatin göstergesidir. Filmde Musa’nın annesini kaybetmesi ve ölümüne üzülmemesi romana oranla daha çok ön plâna çıktığından Demirkubuz tarafından annesinin canlı bedeni seyirci ile tanıştırılmak istenir. Musa da Meursault gibi annesinin ölümüne herhangi bir tepki vermemiş, arka odada ölü yattığını bildiği halde sıradan bir günmüş gibi hayatına devam eder. Hatta Meursault gibi annesinin ölü bedeni ile aynı ortamda sütlü kahvesini içer; lakin Meursault’tan farklı olarak eylemi hazırlayan, kahveyi yapan kendisidir. Demirkubuz’un kahveyi Musa’ya hazırlatması Yabancı’ya bir başka gönderme olmasının yanında, Yabancı ile Yazgı arasındaki yıl uçurumuna rağmen kişinin kendine yabancılaşmasıyla yalnızlığının, azalmak yerine gittikçe arttığına ve daha vahim bir hale büründüğüne işaret etmektedir.

Her iki kahraman da günlük hayatlarının tekdüzeliğini sekteye uğratacak yargılanma süreçlerinden önce işlerine kendilerini adayarak çalışır. Meursault, sıkı çalışmasının karşılığında patronu tarafından Paris’e gönderilip, terfi ettirilmesi önerildiğinde herhangi bir seçim yapmaktan acizdir. Onun için işinde yükselmenin, daha fazla para kazanmanın önemi yoktur. Toplumun büyük bir kesiminin taşıdığı bun gibi fani kaygılara yabancılaşmıştır. Musa da Meursault gibi işinde daha başarılı olma gayeleri taşımasa da varoluş sıkıntısını oyalamak istercesine yoğun bir sorumluluk duygusu ile hareket eder. Demirkubuz sinemanın görsel ve işitsel avantajlarını kullanarak Musa’nın işe giderken kullandığı yolları yoğun bir kargaşa ve ses içerisinde gösterir; böylece seyircinin rahatsız olmasını sağlayarak film ile seyirci arasına mesafe koyarak, çarpık kentleşmenin, dolayısıyla modernleşmenin bireyin üzerindeki yıkıcı etkilerine dikkat çeker. Demirkubuz’un sinemanın anlatım avantajlarını kullandığı bir başka yer ise Musa’nın aynı şirkette çalıştığı Sinem ile sinemada film izledikleri sahnedir. Yönetmen kamerayı oyuncuların filmi izledikleri sinema perdesine yerleştirerek seyirciye izlediklerinin de bir film olduğunu hatırlatıp seyirci ile film arasına mesafe koyar. Kuşkusuz bu seyircinin filmden uzaklaşmasına, bulunduğu yere yabancılaşmasına sebep olur.

Meursault’un suç işlemesine dolaylı olsa da sebep olan komşusu Raymond’dur. Aralarındaki arkadaşlık Raymond’un isteğiyle oluşmuştur. Meursault için Raymond ile arkadaş olmak herhangi bir seçimin sonucu değil, bir rastlantıdan ibarettir. Meursault’un birlikte yaşadığı çevre, aralarındaki ilişkiyi onaylamaz. Çünkü Raymond toplum tarafından ötekileştirilmiş bir karakterdir. Raymond’un arkadaşlık çabalarına Meursault’nın karşı çıkmaması toplumun değer yargılarının dikine giden bir tutumun göstergesidir. Yazgı’da Raymond’un yerini alan Necati karakteri de Musa’yı suça doğru yönlendirir. Fakat Musa bu suçu işlemez. Necati ve Raymond neredeyse bire bir çizilmiş karakterlerdir. Musa da Necati ile seçimsiz ve rastlantısal bir arkadaşlığa sahiptir. Musa’nın Necati ile arkadaşlıklarının toplumun değer yargılarına uymaması ve bu sebeple toplum tarafından onaylanmaması filme yansıtılmaz. Karakterin toplumdan nasıl ayrıştığını, daha doğru bir deyişle ayrıştırıldığını anlama sürecinde böyle önemli bir sahnenin es geçilmesi filmin eksiklerindendir. Musa ile Necati’nin arasında geçen konuşmalar filmle roman arasındaki zaman farkının da altını çizer. Nitekim Necati Musa’ya metresi ile yaşadığı sorunlar hakkında mafyaya akıl danıştığını söylerken, Raymond ise Meursault’a aynı sorundan mütevellit külhanbeyine başvurduğunu söyler. Alternatif adalet mekanizması olarak varlık sürmüş külhanbeyliği zaman içerisinde yerini mafyaya bırakmıştır.

Yazgı ile Yabancı sinema ve romanın yapısal farklılıklarına rağmen aynı yapıdaki anlatıcıları kullanır. Yabancı’da birinci kişili anlatım mevcuttur; anlatıcı Meursault’tur. Meursault’un duygularına ve düşüncelerine ayrıntılı bir şekilde erişemeyiz. Meursault ne kadar istiyorsa o kadarını okuyucuya iletir; okuyucu ile arasında mesafe yaratır. Filmde bu mesafe genelde koridorlara yerleşen, kahramanı gizlice takip eden sabit kamera ile sağlanır. Lakin çoğu sahnede de kamera Musa’nın gözü olur ve o ne kadar olayların içindeyse seyirci de o kadar olur. Yönetmenin seyirci ile film arasına mesafe koyduğu sahnelerden biri Musa ile karısının televizyon karşısına geçip oturdukları, kameranın televizyon olduğu sahnedir. Demirkubuz sinema sahnesinde yaptığının bir benzerini burada yaparak seyirci ile film arasına mesafe koymuş, filmin bütününe yayılan bir türlü sağlanamayan kollektivizm kavramına dikkat çekmiştir. Film boyunca karakterler birlikte herhangi bir eylem yapmaktan acizdir.

Meursault da Musa da kadınlarla olan ilişkilerinde seçim yapmaktan kaçınır. Birlikte oldukları kadınları sevip sevmedikleri üzerine düşünmezler. Çünkü sevginin ifade ettikleri, onlar için fiziksel ihtiyaçların giderilmesi ile sınırlıdır. Musa ve Meursault için evlenmek mühim bir mesele değildir. Karşı taraf evlenmek istiyorsa evlenilir ve hatta kişinin kim olduğunun önemi bile yoktur. Evlilik, toplumun en ciddi kurumlarından biri olarak kabul görmektedir. Evliliğin değersizleştirilmesiyse toplumun değer yargılarına yapılan bir hakarettir. Bu hakaret ve başkaldırış cezasız kalmaz. Meursault suç işlediğinden ötürü Marie ile evlenme fırsatı bulamazken, Demirkubuz Musa’yı evlendirerek esinlendiği romanı başka boyutlara taşır. Sinem’in Musa’nın vurdumduymazlığını ve tepkisizliğini sorguladığı sahne Musa ile Meursault arasındaki farka da işaret eder. Nitekim Musa kendisi için hiçbir şeyin fark etmediğini gerektiğinde söyleyebilecek kadar bunun farkındadır. Meursault ise hayatını sorguladığı ve aydınlanma yaşadığı hapishanede idamı beklemeye koyulduğu zamana kadar bunu fark etmez.

Suç ve ceza arasında

Yazgı’da olup, Yabancı’da olmayan önemli unsurlardan biri, patron-çalışan ilişkileridir. Musa’nın patronunun, Sinem ile yakın bir ilişkisi vardır. Bu ilişki Sinem Musa ile evlenmeden önce başlamıştır. Sinem’in Musa’yı seçmesindeki en büyük etmen patron ile ilişkisinden dolayı çaresiz ve aldatılmış hissetmesidir. Musa onun için güvenli bir limandır. Sinem seçimini kendi isteği doğrultusunda değil, çaresi olmadığı için yapar. Romandaki Marie ise Meursault ile beraber olmayı kendisi seçer. Sinem’in seçim şansının olmamasının filme eklenmesi Demirkubuz’un belirttiği gibi “imtiyazlılara duyduğu öfkeyi” vurgulamak istemesinden kaynaklanır. Patron, Musa’nın karısıyla birlikte olmak konusunda kendini rahat hissetmekte, çalışanının karısına da sahip oldabileceğini düşünmektedir. Musa ise karısının patronu ile ilişkisini fark ettiği halde, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eder. Çünkü ona göre fark eden bir şey yoktur.

Musa komşusu için kavgaya girse, hatta karşı tarafın arkasından silah ile ateş açsa bile onları vuramaz. Roman ile filmin ayrışması da burada başlar. Demirkubuz bir söyleşi sırasında bunu yapma nedenlerini “romanın ikinci kısmını didaktik bulması” ve “annesinin ölümüne üzülmemesini daha ön plânda tutmak istemesi” olarak sıralar (Karaca, 2001). (Demirkubuz ikinci sebebe istinaden Musa’nın annesinin ölümüne üzülmemesini abartır ve duygularını sevinç duymasına kadar vardırır). Meursault ise rahatsız edici güneşin etkisinde adamlardan birini açtığı ateş ile öldürür. Cinayeti işlediği sahildeki güneşten ve yarattığı boğucu ortamdan rahatsız olmuştur. Bu durum, annesini gömüleceği yere götürürken temel ihtiyaçlarını karşılayamamasından dolayı rahatsız olması ve annesinin mezarının başında hiç vakit geçirmeden bir an önce kaçması ile benzerlik içerir. Hastabakıcı kadının Meursault’a mezarlığa giderken söyledikleri de benzerliği vurgular: “İnsan yavaş gitse güneş çarpar. Hızlı gitse kan ter içinde kalır. Sonra kiliside soğuk alır, şifayı bulur” (Camus, 2005, s. 23). Meursault mezarlığa giderken yavaş gitmiş ve güneş çarpmıştır. Sahilde vurmayı plânlamadığı adamın üstüne doğru giderken kan ter içinde kalmıştır. Soğuk almış ve şifayı bulmuş; yani suç işlemiştir. Bu benzerlik ile vurgulanmak istenen Meursault’un suç işlemek için toplumun ahlâk ve suç anlayışına göre herhangi bir geçerli sebebi bulunmamasıdır. Musa da suç işlememesine rağmen kendi rahatını bozdukları ve bireysel olarak rahatsız olmasına sebebiyet verdikleri için patronunun çocuklarını öldürmeyi aklından geçirir. Bir bakıma Meursault gibi suç işlemek için kişisel bir rahatsızlıktan başka bir sebebi yoktur. Musa ve Meursault, toplumun ısrarla onlardan beklediği kendi yazgılarından başka yazgıları da davranışa geçmeden önce düşünmeyi yerine getirmemişlerdir. Oysa etraf kendi çıkarlarına göre hareket eden ve başkalarını sözde düşünen insanlarla doludur. Lakin bunlar toplum tarafından suçlu olarak yaftalanmamakta ve yargılanmamaktadırlar. Meursault ve Musa’nın adalet mekanizmasında suçlu durumuna düşmelerinin nedeni işledikleri iddia edilen suçlar değil, toplumun onlardan beklediği davranışları sergileyememeleriyle ilintilidir.

Kendi çıkarlarına göre hareket eden ama bundan dolayı yargılanmayan insanlardan biri de Musa’nın patronudur. Patron, Musa’nın sessiz bir insan olmasının verdiği avantajı kullanarak ailesini öldürme suçunu ona yükler. Daha sonra ceza almamak için Sinem’i istediği gibi konuşturmaya zorlar. Yabancı’da ise mahkemede Meursault lehine tanıklık edecek kişilere herhangi bir baskı uygulanmaz. Meursault’un karşısında olan toplumun değer yargılarını temsil eden adaletken, Musa’nın davasında karşısındaki patrondur. Yönetmenin bunu tercih etmesinin altında Türkiye’deki yargı sisteminin imtiyaz sahiplerinin lehinde ve çıkarları doğrultusunda işlediğini belirtme kaygısı yatar. Kuşkusuz davada Musa’nın konuşmaması, toplumun ona yüklediği suçları taşıyan sessizliğini bozmaması onu kendi değer yargılarına göre hareket etmedi diye cezalandırmak isteyenlerin işini kolaylaştırmış, davada katalizatör misyonunu üstlenmiştir. Kendini imtiyaz sahibi olarak gören ve suçsuz bir insanı ipe götürebilecek kadar kirlenmiş bir patronun, vicdanına yenilip kendini öldürmesi ise karakterin cezalandırılması, Meursault’un da varlığından yakındığı kendini ayrıcalıklı görenlerden, onu ve Musa’yı ötekileştirenlerden alınmış bir intikamı temsil eder.

Musa’nın mahkemesi film içerisinde gösterilmeyen, eksiltilen sahnelerdendir. Bunun sebebi, Demirkubuz’un herhangi bir suç işlememiş, sadece başkalarının suçlarını üzerinde taşıyan Musa’yı bir de seyircinin yargılamasına izin vermek istememesi olabilir. Musa patronunun intihar mektubu ile özgürlüğüne kavuşmuş ama buna sevinmemiştir bile. Çünkü Musa suç işlemediği halde suçlu hisseder. Ona göre günümüzde maskeleriyle yaşayan insanların suçsuz olması mümkün değildir. Musa çıkardığı maskesi ve dürüstlüğü ile toplumun haksız suçlamalarının doğurduğu sessizliği taşır. Musa’yı hapishaneye düşmeden önceki yargı sürecinde sorgulayan ve suallerine beklediğinden farklı cevaplar alan savcının basit bir farklıyı ötekileştirme mantığı ile onu benzettiği kişi, gençliğinde okuduğu bir kitabın karakteri olan Meursault’tur. Meursault dava süreci içerisinde ve öncesinde Musa’ya oranla daha bilinçsiz, kendini anlamamış bir karakter profili sergiler. Nitekim Musa sorgu esnasında üç kişiyi öldürmekten mi yoksa annesinin ölümüne üzülmediğinden, hatta sevindiğinden mi yargılandığını bilemediğine dikkat çeker. Meursault ise Musa’nın aksine böyle bir görüş belirtmez. Aynı düşünceyi belirten avukatıdır.

Kitabın sonunda annesini hatırlayan Meursault gibi Musa’nın da aklına filmin sonunda annesi gelir. Annesinin hayata yeniden başlamasından etkilenerek varoluşsal mutluluğunun farkına varan Meursault gibi Musa karakterinin de annesini düşününce içi hareketlenir. Lakin bu hareketlenme kısa bir süre sonra içinin bomboş olduğunu fark etmesiyle son bulur. Camus’den daha nihilist bir karakter yaratan Demirkubuz’un, Meursault eğer Yazgı’nın geçtiği zamanda ve toplum koşullarında ortaya çıksaydı nasıl bir karakter olurdu sorusuna cevap vermeye çalıştığı aşikârdır.

Meursault’un hayatın anlamsızlığının içindeki yaşama arzusunun ayyuka çıktığı anın onu anlamayan, anlamayacak insanların ona uyguladıkları ceza süresi ile birleşmesi ironiktir. Meursault varoluş sıkıntısı içerisinde birisini öldürmüş ama birisini öldürdüğünden değil de toplumun normlarına karşı geldiğinden, başkalarının onun için/adına kabullendiği yazgıyı hiçe saydığından idama mahkûm edilir. Kuşkusuz geleneğin devam etmesi için Meursault ve Musa gibi yabancılar -aslında hiç de yabancı olmayanlar- asılmaya devam edilecektir. İnsan olmanın yükünü sırtında hisseden Musa, insan ruhunun annesinin ölümüne sevinecek ve karısının aldatmasına ses çıkarmayacak kadar boş olup olmadığını sorgulayarak, kendisini yabancı diye nitelendiren toplumun değer yargılarının ikiyüzlü olma ihtimaline dikkat çeker. Çünkü Musa’yı ve Meursault’u yargılamaya hazır insanlar ruhları dolu, topluma uyumluymuş gibi davransalar da aslında bu tutumları özlerinden ırak, başkaldırmadan ayrıcalıklı olmak istemelerinden kaynaklanır. Bu durumda yabancı diye yaftalananların, yaftalayanlardan ne gibi bir farkı olduğu düşündürücüdür.

Kaynakça

Camus, A. (2005). Yabancı. İstanbul: Can Yayınları.

Daldal, A. (2002). Zeki Demirkubuz’un Yazgı’sı. Yeni İnsan Yeni Sinema, 12.

Demirkubuz, Z. (Yönetmen). (2001). Yazgı[Film]. Mavi Film.

Karaca, N.B. (2001). İdeal İyiliğin Yolu Kötülüğü Anlamaktan Geçiyor. Aktüel, 17-23 Kasım.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..