Masumiyet (1997) filminin DVD baskısında, yönetmen Zeki Demirkubuz’a ait bir söyleşi vardır. Bu söyleşi sırasında filmin yönetmeni çalışma masanının önünde oturmaktadır. Duvarda biri kendisine diğeri de Dostoyevski’ye ait iki fotoğraf vardır. Çalışma masasının üzerindeki bilgisayarın ekran deseni ise Beşiktaş futbol takımına ait bir fotoğraftır. Kendisi, Dostoyevski ve Beşiktaş; Zeki Demirkubuz’un kutsal üçlemesidir. Bu satırların yazarı, söz konusu üçlemeden Beşiktaş’ın hastası, diğerlerininse hayranıdır.
Masumiyet filmi, Bekir, Uğur ve Yusuf’u anlatır. Yapı olarak bir çerçeve öyküdür. Yusuf cinayetten cezaevine girmiş, burada Orhan Kara adında bir mahkûmla dostluk kurmuş, hatta cezası bittiğinde tahliye olmak istememiştir. Hapis’ten çıkan Yusuf, bir biçimde hayat kadını olan Uğur ve onun koruyucusu Bekir ile tanışır. Uğur, cezaevindeki Zagor lakaplı sevgilisine bakmak için pavyonda tanıştığı erkeklerle para karşılığı yatmaktadır. Uğur’un korumalığını yapan Bekir ise Uğur’a ümitsizce aşıktır ancak hiç bir karşılık alamamıştır. Erkeklerin sürekli Uğur’u birlikte kaldıkları otelden almaları, Bekir’i yiyip bitirmektedir.
Kırlık bir alanda Bekir’in esrar içerken Yusuf’a kendi hikâyesini anlattığı bölüm, filmin kült sahnesidir. Zeki Demirkubuz bu sahnedeki monoloğu ilk başta edebi bir metin olarak yazdığını söyler. Yani Masumiyet bir edebiyat uyarlaması değildir ama edebiyat kökenli bir filmdir. Aynı söyleşide Zeki Demirkubuz, Yusuf karakterinin Dostoyevski’nin Budala adlı romanındaki Prens Mışkin’den esinlendiğini ifade eder.
Dostoyevski’nin romanının Rusça adı “İdiot”tur. Roman Batı dillerine yine “İdiot” ismiyle çevrilmiştir. Türkçe’de ise yanlış bir biçimde “Budala” adıyla yayımlanmıştır. “Abdal”ın çoğulu olan budala sözcüğü dilimizde zamanla anlam kayması sonucu “zekaca geri” manasında kullanılmıştır. Oysa Prens Mışkin’in kusurları saflığı, dürüstlüğü, açıksözlülüğüdür. Bunların tam tersi nitelikteki bir toplumsal çevre, Prens Mışkin’i idiyot olarak ötekileştirmiştir.
Totskiy adında bir beyin eski metresi olan Nastasya Filippovna bir gece kendisi ile evlenmek isteyen insanları evine davet eder. Davetlilerden Rogojin, evlilik teklifinin kabulü karşılığında vaat ettiği yüz bin ruble ile gelir. Gecenin bir de davetsiz misafiri vardır: Prens Mışkin.
“-Ferdışçenko belki almaz, Nastasya Filippovna!.. Ben açık sözlü adamım. Ama prens alır. Burada oturup sızlanacağınıza, bir de baksanız a. Deminden beri inceliyorum onu.
Nastasya Filippovna merakla prense döndü:
- Doğru mu, prens?
- Doğru... diye fısıldadı prens.
- Demek, beni olduğum gibi, hiç bir şeysiz alırsınız?
- Evet, alırım...
- İşte karşımıza yeni bir durum daha çıktı, diye mırıldandı general. Olacağı buydu zaten.
Prens, onu inceleyen Nastasya Filippovna’nın yüzüne biraz sert, fakat üzgün, içe işleyen bir bakışla bakıyordu. Nastasya Filippovna, Darya Alekseyevna’ya dönerek;
- Gördün ya, biri daha çıktı, dedi. Hem de, biliyorum, bunu iyi yürekliliğinden yapıyor. Eh, ben kurtarıcımı buldum, gam yemem artık. Galiba onun için biraz öyleymiş demeleri doğruya benziyor. Madem Rogojin’in kadınını alacak kadar aşıksın, neyle geçineceğini hiç düşündün mü, prens?
- Sizi Rogojin’in kadını olarak değil, namuslu biri olarak alıyorum, Nastasya Filippovna.
- Ben miyim namuslu olan?
- Evet, siz...
- Bunlar romanlarda geçer, iki gözüm, eski çağların masalları bunlar... Artık dünya değişti, bu lafa kimse inanmaz. Hem sen evlenecek adam mısın? Bak, kendine bir dadı gerek.
Prens ayağa kalktı; titreyen, ürkek bir sesle, fakat kendine güvenen bir adamın tavrıyla;
- Benim görgüm, bilgim az; bunda haklısınız, Nastasya Filippovna, dedi. Ama... ama... benim size değil, sizin bana onur vereceğinize inanıyorum. Ben bir hiçim, fakat siz çok acı çektiniz ve girdiğiniz cehennemden temiz çıktınız. Utanmanıza, Rogojin’le gitmek istemenize sebep ne?” (1)
Romanın sonunda Prens Mışkin ile Nastasya Filippovna’nın nikâhında beklenmedik bir gelişme gerçekleşir:
“Nastasya Filippovna’nın yüzü gerçekten kireç gibiydi. Fakat iri gözlerinin ateş saçan bakışları halkı öylesine etkilemişti ki, bir anda herkesin öfkesi geçerek hayranlıkla bağırmaya başlamışlardı.
Arabanın kapısı açıldı. Keller geline yardım için elini uzattı. Fakat o anda ne olduysa oldu, genç kadın korkunç bir çığlıkla merdivenlerden kalabalığa doğru atıldı. Gelinin arkasından yürüyenler apışıp kaldılar, kalabalık ikiye ayrıldı, merdivenden beş-altı adım ilerde birden Rogojin belirdi. Nastasya Filippovna onun bakışlarını yakalayarak bütün gücüyle ona doğru koştu, deli gibi ellerine sarıldı.
- Kurtar beni! Hemen, şimdi, nereye istersen götür beni!” (2)
Ve Nastasya Filippovna, Rogojin ile gider. Prens Mışkin peşlerine düşer, ancak sevdiği kadının cesedi ile karşılaşır. Rogojin, Nastasya Filippovna’yı öldürmüştür. Hastalanan Prens Mışkin, yeniden İsviçre’ye tedaviye yollanır.
İkiye bölünen prens
Aslında Zeki Demirkubuz, Prens Mışkin’i Yusuf ve Bekir olarak ikiye bölmüştür. Yusuf onun saflığını, Bekir de Nastasya Filippovna’yı tüm geçmişine rağmen bir melek gibi görmesini temsil etmektedir. Prens Mışkin İsviçre’de tedavi görmüş, yani dışarıdan yalıtılmış bir dönem geçirmiş; Yusuf da cezaevinde yatmıştır.
Masumiyet’in Uğur’u ise otelden her gece başka bir Rogojin ile gitmektedir. Sonunda görkemli bir kaybeden olarak Bekir buna dayanamaz ve intihar eder. Yusuf ise cezaevinden kaçan Zagor için şehri terk eden Uğur’un peşine düşerken, gerçekte kendisini aramaktadır.
Yusuf ve Bekir’in bu davranışlarının toplamı ikiye değil, romanın sonunda Prens Mışkin’in kendisini dış dünyaya karşı kilitleyip İsviçre’deki hastaneye geri dönmesine denktir. Yani Prens Mışkin’i Yusuf ve Bekir olarak bölen yönetmen, filmin sonunda yeniden bütünler.
Uğur, tıpkı Nastasya Filippovna gibi ölür. Nastasya Filippovna’yı Rogojin öldürmüştür. Uğur ise Zagor tarafından değil ama onun yüzünden öldürülür.
İzleyicinin son sahnede, Yusuf’un cezaevi arkadaşı Orhan Kara’nın Zagor olduğunu öğrenmesiyle öykünün çerçevesi tamamlanır. Yusuf, cezaevi arkadaşı ile artık ölmüş de olsa yeniden biraraya gelmiş, yani kendisini yalıtmıştır.
Dostoyevski yaşamı boyunca insancıkları yazmıştır. Masumiyet de küçük insanın büyük öyküsüdür. “Masum” sözcüğü bu andan itibaren “idiyot” ile eş anlamlıdır. Belki de hep öyleydi...
Masumiyet; oyuncuları, plânları ve senaryosu ile büyük bir sinema eseridir. Ancak bazen yönetmenler edebiyat eserlerini sinemaya uyarlar, bazen de izleyiciler filmleri edebi eserlere uyarlar.