Marvel Sinema Evreni’ne katılan son kahraman Doktor Strange’i ele alırken Eliot Deutsch’un 1969’da yazdığı şu satırlar üzerinden yazıya başlamak, konuya fazlasıyla dolaylı bir giriş yapmak gibi görünebilir: “Advaita Vedanta’yı yeniden yorumlarken, Vedaların şerh ve açıklamalarını dikkate almama pahasına bu öğretinin felsefi analizine odaklanmayı amaçlıyoruz. Böylelikle, evrensel felsefi dilin koşullarını gözeterek bu öğretinin felsefi açıdan bir Batılı için ne mana ifade ettiğini bulmak istiyoruz.” Ama Deutsch’un yazdıkları, Doktor Strange’in (Scott Derrickson, 2016) mistik öğretilerle bezeli dünyasının nasıl bir bağlamda ele alındığını kısa yoldan açıklamaya imkân verdiği için faydalı bir başlangıç.
Eğlenceyse Eğlence
Doktor Strange’in mistik dünyası, altmışlardan itibaren Amerika’da rağbet gören Tibet Budizmi, okültizm ve ezoterik öğretilerin, yine dönemin karakteristik “saykodelik” atmosferi içinde konu almasıyla dikkat çekiyor. Şaşırtıcı değil, çünkü çizgi romanda ilk kez 1963’te karşımıza çıkan Doktor Strange, bir anlamda çiçek çocukların kahramanı. Psikotik tecrübe (ve bunu sağlayan uyuşturucular) yetmişlerin ortalarına kadar Avrupa ve Amerika’da sanat, felsefe ve psikiyatri özelinde bilimin dikkatini şiddetle celbeder. Böylece “halüsinojenik” bir düzleme taşınan algı ve gerçeklik tartışması, yine bu dönem Amerika’ya hızla ithal edilen mistisizmle beraber ele alınır. Bu bakımdan film, mizansende simetrik kompozisyonlar; sinematografide göz alıcı renkler ve güçlü kontrastlar; Michael Giacchino’nun müzikleriyle anlatının bütün katmanlarında bu döneme göndermeler yapar. (Nesibe Sena Arslan)
(Yazının tamamını Hayal Perdesi’nin 56. sayısında okuyabilirsiniz.)