Söyleşi
Erol Mintaş SÖYLEŞİ:Zeynep Merve Uygun "Artık kendi içimize dönmeliyiz. Suçu dışarıda aradığın zaman kendinle bir ilişkin kalmıyor, yeni bir şey inşa edemiyorsun. Bu mağduriyet dilinin dışına çıkıp, hayatta bir insanın zorluklara nasıl reflekslerle karşılık vereceği üzerine kafa yordum."
05.12.2014 “Anne İnsanın Vatanıdır”

Kısa filmleri Butimar (2008) ve Kar (Berf, 2010) ile tanınan yönetmen Erol Mintaş’ın ilk uzun metrajı Annemin Şarkısı (Klama Dayîka Min) seyirciyle buluştu. Mintaş ile filmlerindeki anne-oğul ilişkisini, anadil ve kimlik meselelerini, zorunlu göçü, toplumsal şartların mağdur ettiği bireylerin hayatlarını konuştuk. Sohbetimiz Annemin Şarkısı’nın benzer temaları ele alan başka filmlerden ayrılan yanlarına, yaşanmışlıkların sanatın süzgecinde damıtılmasına ve Mintaş’ın insanın iç dünyasına eğilen bakışına uzandı.

Butimar’da, Kar’da ve Annemin Şarkısı’nda anne-oğul ilişkisi merkezde. Neden hikâyelerin hep anne-oğul ilişkisi üzerinden gidiyor?
Anne, benim için -hep söylüyorum- anadildir, anavatandır, insanın kökleridir.  Filmlerimde de annenin durduğu ve temsil ettiği yer budur. Hem anne açısından hem de annenin etrafındaki karakterler, örneğin oğullar açısından anne bunu temsil ediyor.  
 
Göç ile birlikte anneyi yanında bir kimlik gibi taşıyorsun ama üç hikâyede de anne ölüyor. Bu bir oralı olamama durumuna mı işaret?
Göç edip, göç ettikleri yerde tutunma çabası var ve bu çaba çoğunlukla belli bir kuşak için başarısızlıkla sonuçlanıyor. Özellikle yaşlılar için. Filmimde de anne 25-30 yıl önce İstanbul’a gelmiş, köyleri yakılmış, bir savaş yaşanmış ve bu yaşanmışlık ile geliyor. Ama tek başına değil, savaşı yaşadığı insanlarla birlikte geliyor ve Tarlabaşı’nda bir hayat kuruyor. Şimdi ikinci göç, “kentsel dönüşüm” denilen zorunlu göçten kaynaklı yerinden edilen anne, bu sefer tamamıyla tek başına kalıyor. Doğayla ve birbirleri ile iç içe yaşamaya alışkın yaşlı bir kuşak var ve bu insanlar şehirle uyumsuz.

Köylerimizde evlerimiz birbirinden uzaktır yaşamlarımıziç içe olmasına rağmen. Bizim ev köyden 1,5-2 kilometre uzaktadır. Çıkınca ferah bir nefes alacağın ve kendinle baş başa kalabileceğin bir ortam var. Metropollerin karmaşası içerisine girdiği zaman bu insanlar buna adapte olmakta zorlanıyor. Zaten metropolde yaşamzor. Bir de bunun siyasi, göçmenlik ve dil probleminden kaynaklı meseleleri var. Her zaman söylerim İstanbul bin yıllardır olan bir şehir ama daha İstanbul’a kuşbakışı baktığın zaman bir şantiye görüyorsun. Sanki bu şehir dün kurulmuş da insanlar harıl harıl bir şehir inşa ediyorlar. Bu karmaşada anne tek başına kalıyor ve kendi kurduğu dünyada kaybolup gidiyor.
 
Peki annen filmi izledi mi?
İzlemedi çünkü annem Kars’ın bir köyünde yaşıyor. Henüz ona izletemedim. Bu film zaten 14 Kasım’da vizyona giriyor. Kars’ta da inşallah bir sıkıntı olmazsa vizyona girecek. Orada anneyle beraber izleyeceğiz.
 
Merak ediyorum çünkü filmde annenin özdeşleşebileceği bir karakter var.
Ben de çok merak ediyorum bakalım ne diyecek. Yaşıtlarından filmi izleyenler var. Saraybosna’da filmi gösterdiğimizde her milletten insan vardı. Hatta şunu söyleyebilirim: Şimdiye kadarki gösterimlerde en fazla katılımlı, filmde ayrıntıları en iyi keşfeden Saraybosnalı izleyici oldu. Orada sadece Saraybosna’dan, eski Yugoslav ülkelerinden insanlar yoktu. Avrupa’dan, Arap ülkelerinden, sektörün içinden ve dışından insanlar izledi. Oradaki tepkiler hoşuma gitmişti.
 

(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi'nin 43. sayısından okumak için tıklayın.) 
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..