Çekmeköy Underground filminin hikâyesi, şehir antropoloğu ve yönetmen Aysim Türkmen’in deyimiyle “İstanbul’un yeni yükselen değeri Çekmeköy’de lüks sitelerin jiletli tellerle çevrili sokaklarında gezerken” karşısına çıkan bir sloganın izini sürmesiyle başlıyor. Yönetmen Aysim Türkmen ile 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’nda yer alan ve geçtiğimiz günlerde vizyona giren Çekmeköy Underground filmi üzerine konuştuk.
Filmin fikrinin “Çekin lan duvarı teli insan gibi yaşayın!” diye bir duvar yazısından doğduğunu biliyorum. Bir sürü yerde kentsel dönüşüm varken tercihiniz neden Çekmeköy oldu?
İstanbul’daki dönüşüme biraz farklı bir şekilde, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün açılmasıyla birlikte Kavacık, Levent İş Merkezi, Göktürk, Beykoz, Çekmeköy, yani İstanbul’un ikinci çeperinin oluşturduğu yeni kent üzerinden bakıyorum. Orhan Esen, bu çeperi gösterdiği bir şehir gezisinde, bizi Çekmeköy’deki sitelere götürmüştü. Yeni kentte, çok sıkı güvenlik önlemleriyle kendilerini tamamen soyutlayan site ve iş merkezlerinin bulundukları ortamla ilişkisizliklerini görmek çok çarpıcıydı. Zaten önceden güvenlik kapıları, hatta güvenlik kulübeleri üzerine bir arkadaşımla çalışmaya başlamıştık.
Bu güvenlik meselesi çok enteresan çünkü sitenin hemen dışındaki mahallede yaşayan güvenlik görevlisi kapıda duruyor ve mahalledeki insanları içeri sokmuyor. Bazı yerlerde duvar var, onun üstünde tel var, onun üstünde jiletli tel var, onun da üstünde bir tane daha tel var ve en üstte kameralar var. Dışarıdaki hayata baktığınız zaman ise çocuklar oynuyor, bazı yerlerde tavuklar var. Korkulacak bir hayat değil duvarların arkasındaki. Burası Rio De Janeiro değil, site dışında silahlarla gezen çeteler yok. Bu güvenlik önlemleri niye diye soruyor insan. Buradaki ayrışmanın gençler ve mahallede yaşayanlar üzerine olan etkilerine bakmak istedim. Sitelerin içinde anne babaları çalışıyor ama içeri sokulmuyorlar. Bu durum bir çatışma, gerginlik ortamı yaratıyor.
Bu duvar yazısının olduğu yerdeki kameralar sokağa dönük bir şekilde duruyor, yani sokağı denetliyor, hatta sokaktan geçenleri ihbar eder halde duruyor. Mahallede yaşayan gençlerden biri şöyle dedi: “Burada bir kadın var. Bırakın siteye girmeyi, sokaktan geçtiğimiz zaman polis çağırıyor.” Bu gençlerle biraz vakit geçirdim, yazıyı yazanın lakabının Küllü Harap olduğunu ve hapiste olduğunu öğrendim. Böylece Küllü Harap’ın hikâyesi etrafında bir film kurduk.
Akademisyen kimliğiniz var. Piyasa işlerinde, örneğin dizi setlerinde çalışmıyordunuz. Yabancısı olduğunuz bu çevreye ve yapımcı bulma, fon marketlerini takip etme vs. gibi süreçlere nasıl dâhil oldunuz?
Ben şehir üzerine çalışan biriyim. Yıllardır belgesel çektiğim için, bir sürü belgesel atölyesine katılmıştım. Yurt dışında ve yurt içinde fonlamanın nasıl işlediğini biliyorum. Daha önce çektiğim belgeseller Kültür Bakanlığı’ndan destek aldı. Film projeleri yazmak ve finansman bulmak üzerine yıllardır çalışıyorum.
Köprüde Buluşmalar’a seçilmiştiniz. Sizin için bu nasıl bir deneyim oldu?
Film Köprüde Buluşmalar ve !f Sundance Lab’e seçildi. Sosyal bilimler alanında çalıştığım için proje yazma konusunda akademik geçmişimin ciddi yardımı oldu. Ancak sosyal bilimci olsam da estetik bir film yapma derdim var. Belgesel sosyal bilimlere daha yakın, kafanızdaki derdi akademik sorunsallara yakın bir şekilde kuruyorsunuz. Ama kurmaca bir film yaptığınız zaman öykü ve karakterleri sosyolojik derdinizin üzerine çıkartmanız gerekiyor. Zor ama harika bir deneyim oldu benim için.
Peki, Çekmeköy Underground bir belgesel filmi olarak mı planlanmıştı yoksa baştan beri kurmaca mıydı?
Belgesel de bir kurmaca. Bu ayrımı çok net çizmiyorum. Bir konu üzerinde düşünmeye başlamıştım, buradan ne çıkacak diye takip ettim. Beyoğlu Salt’ta, “apaçi” gençler üzerine sunumlar yaptım. Daha önce çektiğim belgesellerde yaşadığım süreçlerde gördüğüm bir durum var. Bir karakteri izlemeye başladığınızda onun hayatına giriyorsunuz ve aylarca onunla yaşamak zorunda kalıyorsunuz. İnsanlar ilk sefer kamerayı gördüklerinde ne kadar heyecanlansalar da üçüncü kez onların evlerine girdikten sonra veya onuncu kez dükkânlarına girdiğinizde heyecan kalmıyor, zorlanmaya başlıyorlar. Belgesel çekmek bu anlamda zor iş. Çekmeköy’deki gençler ilk başta çok heyecanlandı; hayatlarıyla ilgilenen birileri var ve filmlerini çekiyorlar. Ama daha sonra fark ettiler ki bu öyle basit bir şey değil. Üstelik hikâye onlar için trajik, mahrem ve bu konuda kafaları çok karışık. Aslında bu gençler kendilerini göstermeyi çok seviyor, arabesk rap videoları ya da yetenek yarışmalarında gördüğümüz gibi. İçine kapalı bir gruptan bahsetmiyoruz. Dolayısıyla bizimle karşılaştıklarında bizi kendilerini gösterme aracı olarak gördüler. Ancak anlattıklarının hassas bir hikâye olduğunu hissettiler. Bence çok ciddi bir ikilem yaşadılar ve konuşmamayı tercih ettiler.
Filmin diyaloglarını nasıl oluşturdunuz?
Bakırköy Meydanı’na, Kartal sahil yoluna gidip bu gençlerle zaman geçirdik. Gaziosmanpaşa’daki Şanzelize Kulüp’e gittik. Kadıköy’deki rap gruplarıyla buluştuk. Facebook’ta takıldık. Sokak acayip yaratıcı bir alan. Duvar yazıları bir sürü hikâye barındırıyor. Birlikte vakit geçirince bu hikâyeleri anlatmaya başlıyor gençler. Bu filmde “apaçi” gençleri parodileştirmemek için uğraştık. Oyunculuklarla, dille, müzikle ve senaryoyla, gençlerle dalga geçen bir şey yaratabilirdik. Çok daha prim yapardı. Türkiye’de şu anda yapılan komedi buradan çok besleniyor. Üst-orta sınıf ve orta sınıf yukarıdan bakışla, güvenlik kameralarından izler gibi bu gençleri gözlüyor ve eğlence malzemesi yapıyor. Gündüz diskolarında dans eden çocukların videoları dolaşıyor. Biz de bu çocukların nasıl güzel dans ettiğine baktık. Çünkü harikalar. Gençlerin dansları, rapleri, hayalleri, çabaları çıkış noktamızdı ve bu konuda hakikaten oyuncular, müzisyenler ve senaristler olarak çok uğraştık.
Filmde hep bir tekinsizlik havası vardı. Az sonra kan dökülecekmiş gibi hissediliyor fakat filmde öyle bir şey görmüyoruz. Filmdeki bu atmosferi nasıl kurdunuz?
Tekinsizliğin dozunu iyi ayarlamak, suçlu göstermemek, çok net bir şekilde suçu belirlememek önemliydi. Abinin suçluluğuna dair kesin bir şey bilmiyoruz. Suçsuz olduğuna dair de bir şey bilmiyoruz. Buradaki o tartışmalı, çekişmeli alan tam bir film noktası bence. O dönemde beraber çalıştığımız Mert İzcan bu aynı Kurosawa’nın Raşomon (1950) filmi gibi dedi. Mahallede karşılaştığımız gençlerin her biri farklı bir hikâye anlatıyordu. Raşomon’dan da karmaşık bir durumdu bu çünkü Raşomon’da suç işleniyor. Ama bize anlatılan hikâyede suçun işlenip işlenmediğini tam anlayamadık. Her biri anlatıcı ayrı bir hikâye anlatıyordu. Yaptığım röportajları defalarca okudum ve gitgide kafam daha çok karıştı. Tam da bu kafa karışıklığını çözmemeyi seçtim. Suç kavramı muğlak bir alan. O muğlaklık benim için önemliydi. Emin olamama durumunun filmin duygusunu oluşturmasını istedim.
Filmde göç teması var. Sizce göçün karakterler üzerinde nasıl bir etkisi var?
İzmit’ten göç eden alt-orta sınıf bir işçi ailesinin çocukları olarak kurduk bu iki kardeşi. Arabesk bir gecekondu hikâyesi. İzmit’te ilk dönem sanayileşmenin parçası olan aile orada emekli olup Çekmeköy’e geliyor. Filmin temeli aslında o ilk kuşak işçi ailesi. Ancak şimdi arabeskten kopmamış ama bir yandan da çok farklı dinamiklerle yaşayan yepyeni bir kuşak ortaya çıktı. Arabesk rap yapan gençler günümüz kapitalist dinamiklerinin içinde kendilerini yepyeni formlarla görünür kılmaya çalışıyor. Yeri geldiğinde kendi parodilerini bile yapıyor görünür olmak uğruna. Aslında bildiğimiz arabesk kültürle iç içe ama ondan farklılaşan yeni bir sosyo-psikolojik oluşum var. Cemal ile Tarık bu durumun iki yüzünü anlatıyor. Kabullenişlerle, reddedişlerle, çatışmalarla, dostuklarla bu iki dinamiği birbirlerine bakan aynalar olarak kurduk.
Filmde iki kardeş arasındaki gerilimi nasıl temellendirdiniz?
İki hikâye paralel aslında. Tarık ile Cemal bir aynada birbirlerine bakıyorlar. Cemal kardeşinin sevgilisini görür görmez onun yanına geliyor, onunla Leyla’ymış (kendi eski sevgilisi) gibi konuşmaya, ona Leyla’yı anlatmaya başlıyor. Cemal Türkiye’deki arabesk kültürünün hayaleti gibi kuruldu. Bir yandan arabesk kültürdeki kavuşulamayan Leylalar, diğer yandan yeni kuşağın yeni aşkları.
Film ile ilgili beklentileriniz nedir?
Filmin kendi çapımızda reklâmını yapabilirsek çok geniş bir kitleye ulaşabileceğini ve onların bu filmi sahiplenebileceklerini düşünüyoruz. Elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ama bir yandan da belirli tarz komedi ve aksiyon filmleri özellikle belirli dönemlerde vizyonu tamamen kapatmış durumda. Onların arasında sivrilebilmek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ama çıkabileceğimiz sinema salonu sayısı bile o kadar sınırlı ki.
Kaç müzik parçası var soundtrack albümünde?
Film için yapılmış on parça var. Bir tane daha yapılacak. On iki parça ile çıkartmayı planlıyoruz. İnternette yayınlanacak. İlk parça “Harabın Öyküsü”, sonra “Hayal Oluruz” çıkacak. Müzikleri, Adana Underground diyebileceğimiz Doğu Akdeniz grubuyla ile şu anda Londra’da yaşayan Nu Park’ın üyesi Uran Apak beraber müzikleri yaparak muazzam bir iş çıkardı, filmi bambaşka bir düzeye taşıdı.