Söyleşi
Serdal Doğan SÖYLEŞİ:Koray Sevindi, Zeynep Merve Uygun "Hikâyelerin hiçbiri hayal ürünü ya da kurgu değil. Hepsi yönetmenlerin ya da senaristlerin kendisinin, ailesinin ya da geçmişteki ailelerinin başından geçen hikâyeler."
12.11.2011 Unutma Beni İstanbul

48. Antalya Altın Portakal Film Festivali Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması Bölümü’nde yer alan ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında gerçekleştirilen Unutma Beni İstanbul projesi, İstanbul’un yedi tepesinden esinlenilerek seçilen yedi yönetmenin kısa filmlerinden oluşuyor ve bir uzun metrajlı film olarak karşımıza çıkıyor. Filmde daha önce İstanbul’da yaşamış ya da İstanbul kökenli olan yönetmen ve senaristlerin gözünden İstanbul’un pek çok ulusun üzerinde bıraktığı kültürel etkisi anlatılıyor. Biz de filmin ortak yapımcılarından Serdal Doğan’la Unutma Beni İstanbul’un hazırlık ve çekim süreçleri üzerine konuştuk.  

Unutma Beni İstanbul gerçekten büyük bir prodüksiyon olarak karşımıza çıkıyor. Peki bu projenin fikri nerede ve ne şekilde ortaya çıktı?

Filmin ana yapımcısı olan Hüseyin Karabey Selanik Film Festivali’nde Petros Markaris’le bir araya geliyor. Sohbet ederken tesadüfen aynı bölgede oturduklarını öğreniyorlar. Petros Markaris Yunanistan’ın önemli senaristlerinden birisi. Theodoros Angelopoulos’un önemli birkaç filminin senaryosunu yazan kişi. Sohbet ederken Hüseyin’e nerede oturduğunu soruyor. “Kurtuluş” cevabını aldıktan sonra Petros “Tatavla” mı diyor. Hüseyin “Evet” diyor. Hangi bina derken Ravenna Apartmanı’nın dördüncü katında oturduğunu öğreniyor ve duygulanıyor Petros. “O binada ben oturuyordum” diyor. “Orada doğdum ve 22 yaşında bir gecede beni sürdüler.” 64 yılıydı sanırsam ve hâlâ kendisini İstanbul’da görüyor. Nerede olursa olsun kendi kimliğini tanıtırken İstanbullu’yum diye anlatıyor. Buradan da hikâye başlıyor.

Film, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesi olarak karşımıza çıktı. Peki Unutma Beni İstanbul bu projeye nasıl dâhil oldu?

Hikâye bize geldiğinde üzerine konuştuk ve sohbet ettik. O sırada bizim şansımız İstanbul 2010 Kültür Başkenti’ydi ve İstanbul projeleri arıyorlardı. Biz de bu düşünceyi somutlaştırıp 2010’a verdik. Ama maalesef ilk etapta kabul etmediler projeyi. Dikkate değer bulmadılar. Sonra “Proje öldü” diye düşünmüştük. Nasıl olduysa bilmiyoruz 2010 Temmuz ayında projeyi kabul ettiklerine dair bir haber aldık. Bizi çağırdılar ve konuştuk. Mayıs’ta ön görüşmeler yapılmıştı. 2010 Temmuz’dan 2010 Aralık’a kadar da ekip toparlanıp bu yedi film çekilerek şu an gördüğünüz hâle getirildi.

Filmde İstanbul, hikâyelerin odağında duran ve bu hikâyeleri birleştiren ortak bir konu olarak yer alıyor. Unutma Beni İstanbul’un bir 2010 projesi olmasını bir yana bırakırsak, İstanbul siz ve filmlerin yönetmenleri için ne ifade ediyor?

Öncelikle bu hikâyelerin hiçbiri hayal ürünü ya da kurgu değil. Hepsi yönetmenlerin ya da senaristlerin kendisinin, ailesinin ya da geçmişteki ailelerinin başından geçen hikâyeler. Biz bu projeyi hazırlarken İstanbul’la gerçekten organik bir bağı olan kişilerle görüştük ve “Sizin hikâyeniz var mı?” diye sorduk. Haziran’da bir workshop yapmıştık ve hep beraber toplanmıştık. Hepsinin dolu dolu hikâyeleri vardı. Açıkçası İstanbul kimseye ait değil diye düşünüyoruz. O, dünyanın belki de ilk ve tek organik başkenti. Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya kadar herkesin bir şekilde yolunun düştüğü, Roma, Bizans, Osmanlı, Selçuklu devletlerinin yaşadığı, halklarının var olduğu bir yerdi ve hepsinin kendi hikâyeleri vardı. Bu anlamda bizim için de özel bir yer teşkil ediyordu. Haziran’dan sonra oturduk, yazdık, konuştuk ve proje son şeklini aldı.

Oyuncuları, yönetmenleri, senaristleri ve film ekiplerini düşündüğümüzde çok fazla insanın işin içinde olduğunu görüyoruz. Filmin hazırlık ve çekim süreçleri boyunca ne tür zorluklarla karşılaştınız? Genel yapım koordinatörü siz olduğunuz için yapımı nasıl koordine ettiğinize dair biraz bilgi verebilir misiniz?

Evet dediğiniz gibi çok ciddi bir prodüksiyon gerekti. Yaklaşık 35 tane oyuncumuz yurtdışından geldi. 15 tane yönetmen ve senarist arkadaş vardı. Bizim Türkiyeli oyuncularla beraber sadece ana oyuncu kadrosu içerisinde 150’ye yakın insanla çalıştık. Bir de zamanla yarışıyorduk, çünkü İstanbul 2010 bize mevcut filmler içerisinde en az ödeneği verdi. Bununla beraber Aralık’ın başında filmi teslim etmemizi istedi. Hem zamanla hem de ekip oluşturmakla uğraştık. Çok önemli oyuncu kadroları vardı. Mira Furlan, Hiam Abbass, Ali Suliman… Bu oyuncuların gerçekten yüksek kaşeleri var. Kurulan güzel ilişkilerden ve hikâyeyi çok sevdiklerinden dolayı çok komik rakamlara geldiler. Hatta biz tatil niyetine de olsa İstanbul’a geliriz demişti birçoğu. Projeyi oluştururken gerçekten de insanüstü bir çaba gösterildi. Buradan emeği geçen bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum. Çünkü normal bir çalışma süresinin çok dışında çalıştık. Neredeyse 24 saat. Zaman sıkıntımız vardı ve o tarihe yetiştiremezsek büyük problemler yaşayacaktık. Ama en zor sınavı yapım ekipleri verdi diyebilirim. Bu zorluğu çözmek için yedi ayrı görüntü yönetmeniyle çalışıldı. Sanat, ışık ekipleri en fazla ikişer filmde yer aldı. Farklı farklı ekiplere böldük ve insanlar yıpranmasın istedik. Bazen kültürel olarak doku uyuşmazlığımız da oluyordu, çünkü birçok yönetmen Türkiye’deki şartları çok fazla bilmiyordu. Bu konuda çok sıkıntı çektik. Ama herkes iyi niyetli olduğu için sorunları aşabildik. Bazen bürokratik engellerle karşılaştık. Şansımız iyi ve uyumlu ekip arkadaşlarına sahip olmamızdı. Mayıs gibi filmi yapacağımız söylendiği zaman, ön hazırlığımızı yaptık. Ağustos’un 15’inde başladık ve Aralık’ta da bu yedi filmi bitirdik. Bize en büyük desteği yine adını söylemeden geçemeyeceğim Yusuf Kaplan vermişti. Bazı sahnelerde, bazı çekim koşullarında hava muhalefetiyle karşılaştığımızda özel izinlerle o sorunu çözdük. Ama ikinci defa böyle bir şeye girer miyiz gerçekten korkuyorum. Çok zor koşullardı ama bitti.

Filmin içinde belgesel olabilecek hikâyeler var. Siz kurmacayı seçtiniz. Bunun nedeni tam olarak neydi?

Başlangıçta belgesel mi yoksa kurmaca mı yapalım diye düşündük. Hem hikâyelerin yapısı hem de yönetmenlerin kendi istekleri doğrultusunda kurmaca olmasına karar verdik. Kendilerinin ya da anne babalarının yaşadıklarını kurmaca olarak anlatmak istiyorlardı. Bazı şeyler kurmaca olarak gösterilirse çok daha iyi olur demişlerdi. Biz de tamam dedik ve bu doğrultuda çalıştık. Zaten belgesel olsaydı da bizim kanaatimizce bu kadar etkili olamayacaktı.

Filmin İstanbul dışında daha önceden belirlenmiş temaları var mıydı? Mesela neredeyse her film boğazda bir vapur görüntüsüyle başlıyor ve genelde diyaloglar birçok yerde telefon melodisiyle bölünüyor. Buna özellikle dikkat edildi mi, yoksa sadece konu olarak İstanbul yer verildi ve bütün yönetmenler buna yönelik bir şeyler mi yaptı?

Boğaz ve vapur görüntüsünü yönetmen arkadaşlar istedi. Aslında İstanbul klişesine bir gönderme yapmak istediler. Ama hep şunu söylediler: “Her yerde deniz var, her yerde deniz kenarına kurulmuş şehirler var ama hiçbir yerde böyle özel bir boğaz yok ve işte İstanbul’u İstanbul yapan da bizce bu. Boğazı tekneyle dolaşmak çok ayrı bir keyif.” Bu kendi tercihleriydi çünkü herkes kendi kurgusunu kendi yaptı. Başta aslında başka bir hikâye düşünüyorduk. Zaman kısıtlılığından dolayı gerçekleştiremedik. Bir taksi olayı düşünüyorduk. Her hikâyede geçen arkadaşlar taksiyle havaalanından alınıp yine taksiyle geri bırakılacaklardı. Fakat zaman ve program sıkıntısından bunu yapamadık. Onlar da yeni bir çözüm ortaya koydular. Telefona gelince birkaç yönetmen telefonu iletişim sıkıntısını gösteren bir araç olarak göstermek istedi. O da bazen anlaşıldı bazen anlaşılamadı. Biz kurguya çok karışmadık. Yapım aşamasında işin içerisinde olduk.

Filmler konu olarak birbirlerinden çok farklı. Filmlerin sıralamasına nasıl ve neye göre karar verdiniz?

Sıralama konusuna Gitmek: Benim Marlon ve Brandom (2008) filmimizin de kurgucusu olan Mary Stephen karar verdi. Neye göre karar verdiğini bilmiyorum.

Yedi ayrı film ve yedi ayrı yönetmen fikri nereden geliyor? Daha fazla hikâye vardı da eleme mi yapıldı, yoksa hikâyeler en başından yedi tane olacak şekilde mi belirlendi?

Aslında bundaki amacımız yedi tepeli şehre bir göndermeydi ve en başından yedi tane olması yönünde karar alınmıştı. Diğer izlediğiniz belgesel ve Petros’un hikâyesi ise buna sadece ek bir kaynaktı.

2010 projesi olması dolayısıyla 2011 yılında gösterime girmesi gerekiyor galiba. Ne zaman gösterime girecek film?

Film, şu an dünya festivallerinde gösterimde. Önümüzde Selanik ve Dubai Film Festivali var. Amerika’da Houston ve Los Angeles’da festivaller var. Filmi 2011 yılı Aralık sonu ya da Ocak başı gibi gösterime sokmayı düşünüyoruz. Ama tabi bağımsız sinema yapan insanlar filmlerini ticari filmler gibi her yerde vizyona sokamıyorlar. Çok lokal olarak girebiliyoruz ve en fazla 15 kopyayla çıkabiliyoruz. Aralık dönemindeki sinema seanslarına uygun bir zamanda sokmayı düşünüyoruz.

Bu tarz filmlerin vizyona girmesi çok zor oluyor mu? Daha önce yapımcılığını yaptığınız filmleri de düşündüğünüzde sinemalar konusunda sık karşılaştığınız sıkıntılar nelerdir? Bir alternatif olarak filmi televizyonlarda da göstermeyi düşünüyor musunuz?

Vizyon tarihini Aralık diye bekliyoruz fakat ne yazık ki kesin değil. Maalesef Türkiye’deki sinema sektörüyle yapımcı olarak çok mücadele ediyoruz. Sinemalar çok ciddi tekel altında. Bizim gibi bağımsız filmler çok fazla vizyona girme şansına sahip olamıyorlar. Girse bile en fazla bir ya da iki hafta tutuluyorlar. Aslında bu durum biraz da seyirciyle ilgili diyebiliriz. Bizim seyircilerimiz kendim de dâhil olmak üzere biraz tembel. Çünkü biz iyi bir film izleyeceksek eşle dostla arkadaşla gideceğiz diye biraz yayıyoruz ama o iyi film dediğimiz, genelde uluslararası arenaya çıkmış ödüllü filmler, çok fazla sinemada duramıyor. Çünkü belirli bir seyirci kontenjanının altına indiği zaman o filmi hemen indiriyorlar. Bu yüzden takip ettiğiniz filmler varsa ya da izlemek istediğiniz filmler varsa o ilk girdiği anda gitmeniz çok önemli. Çünkü öyle olunca film sinemada daha fazla kalabiliyor. Böyle bir tavsiyem olabilir. İstediğiniz ya da beğendiğiniz bir film varsa mutlaka ilk haftasında gitmeye çalışın. Bu ilk hafta gişesine göre bir ya da iki hafta daha uzatabiliyoruz gösterimleri. Yoksa yayarsanız çok göremiyorsunuz.

Televizyon konusuna gelirsek tabii ki televizyonlarda izletmeyi çok istiyoruz ama maalesef televizyonlar böyle filmlere çok fazla alım desteği vermiyorlar. Onların belli kriterleri var; ya çok popüler isimler olacak ya da komik ve aksiyonlu filmler olacak. Görüşmelerimiz var. Eğer olacaksa da inşallah 2012’nin sonuna doğru televizyonlara vermeyi düşünüyoruz.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - [email protected] Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..