Tezinizde dönem olarak 1980 sonrasını ele alma nedeniniz neydi?
1980 askeri darbesi, ekonomiden siyasete, kültürden toplumsal eleştiri alanlarına, birey tasarımından kurumsal yapılara kadar yaşam alanının hızlı bir biçimde yeniden biçimlendiği bir sürecin başlangıç noktası oldu. Darbe sonrası baskıcı bir toplum tasarımı oluşturulmaya çalışıldı. Bir yandan da ekonomi alanını dönüştüren neoliberal politikalar ve dışa açılma stratejisi, küresel kültürle eklemlendi. Böylece küresel imgeler, bireysel yaşamlara ve benlik algılarına referans olarak transfer edildi. Özellikle kitle iletişim araçlarının sermaye yapısının değişmesi ve etkinliğinin artmasıyla ülkenin en ücra köşelerinde yaşayan insanlar için bile büyük ölçüde batı kökenli yaşam tasarımları referans hâline geldi. Dolayısıyla giderek benzeşen, melezleşen bir yaşam evreni oluşmaya başladı. 1980 sonrası dönemde toplumsal alanı şekillendiren dönüşümün topluma yansıma biçimleri, medyada ve sinemasal temsillerde de karşılık buldu. Buna kolektif arzular ve kaygılar da dâhil. Nitekim bu dönemde medya ve özel olarak sinemada idealize edilen yaşam imgelerinde bir dönüşüm yaşandı. Yetmişlerde derin bir krizin içine giren sinema, seksenlerden itibaren bir yandan Yeşilçam’ın eski bildik unsurlarını kullanarak var olmaya çalışırken bir yandan da toplumsal dönüşümle birlikte çeşitli arayışlar içerisine girdi. Bu çerçevede çalışmanın ana izleğini oluşturan değişim teması doğrultusunda yeni bir toplumsal formasyonun ortaya çıktığı 1980 yılını milat olarak kabul ettim.
Aile kavramını tanımlarken hangi argümanlardan faydalandınız, kavramsal çerçeveyi nasıl oluşturdunuz?
Çalışma aslında Gaston Bachelard’ın, Uzamın Poetikası adlı kitabında tartıştığı bir fikirden hareket ediyor. Evi bir “mutluluk mekânı” olarak tanımlayan Bachelard, “ev, bizim dünyadaki köşemizdir” der. Bu bağlamda “ev”, istenmeyenin dışarıda bırakıldığı, benimsenenin ise korunmaya alındığı, mahremiyetin güvenli bir alana dönüştürüldüğü anlamına karşılık gelir. Gerçekten de “ev”, mekânsal bir varlığı tarif etmenin ötesinde, bireysel ve mahrem insani deneyimleri paylaşan diğer bireyleri de imler. Geçmiş, bugün ve geleceğe ilişkin anılarla, düşlerle kurulan ev/yuva algısı, kucaklayıcı, korucuyu ve bütünlüklü bir aile tasavvuruyla yakından ilgilidir. Dolayısıyla insan zihninde ev/yuva, aile gibi olgulara ilişkin kurulan anlamlar, bu kavramların nesnel varlıklarından çok algısal, tasarımsal nitelikleriyle ön plana çıkar.
Bireyin kültür alanına ilk adım attığı anda kurulmaya başlanan aile ve yuvaya ilişkin algı, aile içerisinde var olan çeşitli eşitsizliklerin, hiyerarşi yapılarının, otorite kalıplarının, sömürü ilişkilerinin vb. doğallaştırılmasına, görünmezleştirilmesine katkı sağlar. Bu noktada çok katmanlı bir görünüm sunan aile kavramını tanımlarken; Marksist ve Marksist yönelimli yaklaşımları, Psikanalitik aile kuramını ve Feminist aile kuramlarının argümanlarını temel referanslar olarak kullandım.
Meltem İşler Sevindi’nin yaptığı söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 49. Sayısında okuyabilirsiniz.