Nacer Khemir, Çöl İşaretçileri (El-haimoune, 1986), Kayıp Güvercin Gerdanlığı (Le collier perdu de la colombe, 1992) ve Bab’Aziz (2005) gibi çok ses getiren filmlerin yönetmeni ve Fransa’da kendi kültüründen beslenerek filmler yapma derdinde bir sinemacı. Kimilerine göre çok başarılı kimilerine göre “self-oryantalist” filmler yapıyor. Nacer Khemir ile jüri üyesi olarak bulunduğu, Tataristan’ın başkenti Kazan’da düzenlenen 7. Kazan Uluslararasi Müslüman Sinemalar Film Festivali’nde görüştük.
İlk olarak festival hakkında genel bir yorum yapabilir misiniz? Festivalin organizasyonu ve filmler hakkında düşünceleriniz nedir?
İyi, iyi, iyi...
Daha önce dünyanın çeşitli yerlerinde pek çok festivale katıldınız. Bu festivali diğerleri ile karşılaştırabilir misiniz?
Festivalleri karşılaştırmayı istemek, orduları karşılaştırmak gibidir. Amerikan ordusu ile Türk ordusunu karşılaştıramazsınız. Türk ordusu ile de Kazanistan ordusunu karşılaştıramazsınız. Arada pek çok fark var. Önemli olan bu farklılıkları görebilmek.
Festivalin ismi ile ilgili düşünceleriniz neler? Müslüman sinema ifadesini doğru buluyor musunuz?
İslam ve sinemayı ilişkilendirmek güzel bir şey. Çünkü müslüman toplumda genel kanı görüntünün haram olduğu yönündedir. Bu birinci nokta. Bununla birlikte yeryüzünde hiç kimse bir görüntüsü olmadan yaşayamaz. Görüntünün olmaması, yüzünün veya başının olmamasından farksızdır. Başı olmayan bir insan hayal edebilir misiniz veya başı olmayan bir ülke hayal edebilir misiniz? Bugünün dünyası görüntünün etrafında yönetiliyor ve organize ediliyor. Bu sebeple müslümanların kendi görüntüleri ile ilgilenmeleri çok çok önemlidir. Çünkü eğer müslümanlar bunu yapmazsa, müslüman olmayanlar bu görüntü ile ilgileneceklerdir. Ve hepimizin bildiği gibi bugün dünyaya korkunç bir müslüman görüntüsü verilmektedir.
Festival kapsamında Avrasya Sinema Pazarı adında bir mini sempozum tertip edildi. Müslüman ülkeler arasında sinema ile ilgili ilişkilerin nasıl artırılabileceği tartışıldı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Müslüman ülkeleri kuzen ülkeler olarak adlandırabiliriz. Bu ülkelerde birbirine çok benzeyen davranış biçimleri bulabilirsiniz. Bunların tümünün müslüman olmayan ülkelerle ilişkilerin aynı olduğunu görebilirsiniz. Kolonizasyon sürecinde bir şey yapıldı: Müslüman ülkeler parçalara bölündü ve bu ülkeler de birbirleri ile iletişimi kestiler. Sadece bir örnek vereceğim. İpek Yolu yüzyıllar boyunca Çin’den Mali gibi Afrika ülkelerine kadar giden bir iletişim ağı idi. Bu yol vasıtası ile güzergâh üzerindeki tüm ülkelerdeki insanlar birbirleri ile iletişim halindeydiler. Dedemin Keşmir'den gelen bir sarığı olduğunu hatırlıyorum. Sarık Keşmir’de yapılmıştı ve tüm yolları aşarak Tunus’a kadar gelmiş ve benim çocukluğumun bir parçası olmuştu. Çünkü dedem sürekli o sarığı sarardı. Benim için Keşmir dedemin başı idi. Kafamızda dünyayı algılamamızı sağlayan pek çok görüntü var. Ne yazık ki artık zamanımız kalmadı. Müslüman toplulukların kavga etmemesi ve bir rekabet içinde olmaması gerektiğini anlamamız gerek. Kimse durup bizi beklemez. Sanırım hep birlikte oturup tartışmalı ve hangi yöne gideceğimize karar vermeliyiz. İpek Yolu gibi yeni bir yol keşfetmek zorundayız. Farklı ticaret türlerinde ve farklı fikirlerle. Bize çok farklı bir sermaye vermeli. Batı dünyası, Avrupa ve Amerika, savaş ve rekabetle doymuştur. Rekabet bir tek kendine hizmet eder. Ve diğerleri sadece güç ister. Daha fazla güç, daha fazla ve daha fazla güç... Ama güç, bir ölüm fikridir. Bu yüzden İslam’ı yeniden anlamak, bize bir yol açacak ve nasıl yaşayacağımızı öğretecektir. Bir müslüman olarak bizim kaderimiz rekabet içinde olanlarla bir değildir. Bu bağlamda görüntü, müslüman olarak bir arada bulunmamızda bize yardımcı olabilir. Çünkü görüntü, insanların kendilerinden daha hızlı hareket edebilme yeteneğine sahiptir.
Festivale katılan kısa filmlerin büyük çoğunluğu genç yönetmenlere ait. Bu filmler ve yönetmenleri hakkında görüşleriniz neler?
Jüri üyesi olmam dolayısıyla festivalin bu aşamasında bu soruya cevap veremem. Ama şunu söyleyebilirim ki genç yönetmenler kendileri için esas olan şeyleri bulmalı. Kendi çağlarının ilginç tanıkları olmanın yolu budur. Çünkü onlar bu çağa tanıklık eden filmler yapacaklar. İnsanlık bu dünyada tanık olmayı kabul edenlerin tanıklıklarına ihtiyaç duyuyor. Sanat ise bir tanıklıktır. Film yapmakta sanatın farklı bir türüdür. Sinema üzerine konuşursak, çok para kazanmak ve hızlı bir şekilde yüksek standartlara ulaşmak isterseniz başka herkesin yapabileceği gibi ticari anlamda başarılı olacak filmler yapabilirsiniz. Ama bizim böyle bir sinemaya ihtiyacımız yok. Bizim kendi hikâyelerine tanıklık eden filmler yapabilen sanatçılara ihtiyacımız var. Eğer yaptıkları işlerde samimi olurlarsa ne anlatırlarsa anlatsınlar başarılı olurlar.
Çöl İşaretçileri (1986), Kayıp Güvercin Gerdanlığı (1992) ve Bab’Aziz (2005) gibi çok ses getiren filmlere imza attınız. Ancak sık üretim yapmıyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı? Çekmeyi plânladığınız yeni prejeniz var mı?
Ben çok çalışan, hızı çalışan ve pek çok hikâye üretebilen biriyim. En az otuz tane hazır senaryom bulunuyor. Ama sadece üç tane film yapabildim. Çünkü ben bir yetimim. Kültürün, medeniyetin ve politikanın yetimiyim. Bir Fransız film yapımcısını ele alalım. Eğer film yapmak isterse, film kaliteli ise, senaryonun da Fransa hakkında olduğunu düşünelim. Fransa’da sinemadan sorumlu herkes bu filmin yapılması için çabalamak ve yardım etmek sorumluluğundadır. Niçin? Çünkü bu görüntü, bu bilinç Fransa hakkındadır ve yardım edilmelidir. Ve bu sanatçı ülkesi için pek çok şey yapabilir. Benim durumuma gelirsek ben Tunusluyum. Kuzey Afrika’da, Arap dünyasında ve İslam başlığı üzerinde çalışıyorum. Benimle kim ilgilenir ki? Dahada önemlisi benim üzerinde çalıştığım filmlere duyarlı olabilecek kişiler görüntünün öneminin bilincinde değiller. Sinemayı eğlence aracı olarak görüyorlar. Müslüman üst sınıfın yani müslüman burjuvazinin aptal olduklarını söyleyebilirim. Onlar batıdan aldıkları lüks eşyaları kullanan insanlar. Ama kendilerini tanımıyorlar. Onlara ruh verecek olanların sanatçıları olduğunu anlamıyorlar. Biz insanlığa kafamız, simamız ve yüzümü olmadan geri geldik. Bu sebeple Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı tutumu beni çok etkiliyor. Ben Türk değilim ama onunla aynı duygulara sahibim. Bu sebeple Müslüman kültürü var olmalı. Çünkü bu bir medeniyetin kaderi ve diğer medeniyetler gibi var olma hakkına sahiptir. Ne daha fazla, ne daha az. Ama bu günlerde hep kavgalara sokuluyoruz. Bu ortamda ben de çok fazla film yapamıyorum. Bab’Aziz filmini yapmak için gerekli olan 1.2 milyon doları toplayabilmek için on sene harcadım. Arap dünyasında kendine prens diyen insanlar için 1.2 milyon dolar nedir ki? Yani durum gerçekten felaket. Benim görüşüme göre petrolü yönetenler cahil insanlar. Amerika ve diğerlerinin oyuncakları haline gelmişler. İşte bunlar İslam adına konuşuyorlar. Bunlar Araplar adına konuşuyorlar. Bu sebeple ben yetimim. Eğer sana öldürücü darbeyi vuran kendi ailenden biri ise hayatta kalman çok güçleşir. Ama biz yaşayacağız.
Filmlerinizin “self-oryantalist” bakış açısına sahip olduğu şeklinde görüşler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu diyenlerin kimler olduklarına bağlı. Ancak eminim ki bu insanlar sanat tarihini bilmiyorlar. Sadece batı merkezli bir sanat tarihi bilgisine sahipler. Müslüman ve Arap kültürleri hakkında ne biliyorlar? Hiçbir şey. Avrupa pek çok şeylerini ellerinden aldı. Mesela laleyi Türkiye’nin sembolü yaptılar. Bu çok modern bir şey aslında. Artık Türklerin laleyi kullanmamaları gerekiyor. Yani bu talihsiz bir karışıklık. Bu insanlar en güçlü durmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Bu anlamda en güçlülerin zafere ulaşacağına inanıyorlar. Yani bu insanlar hakikat ile gücü birbirine karıştırıyorlar. Ama ben hakikatin hassasiyette hatta zayıflıkta olduğunu düşünüyorum. Biz sadece Mevlana Celalettin Rumi’ye dönelim. Benim oryantalist filmler yaptığımı düşünen insanlara de ki Mevlana Celalettin Rumi’ye dönüp onu okusunlar. Bu insanların minyatür hakkında bir bilgisi var mı? İslam mimarisi hakkında ne biliyorlar? Bizim kültürümüzde bulunan zahir ve batın hakkında ne biliyorlar? Kültürümüzdeki kaligrafi hakkında ne biliyorlar? Eğer gerçekten kültürümüzün derinliklerinde neler olduğunu bilmek isteselerdi, bunun için çaba sarf etmeleri gerekirdi. Çözüm için daha fazla insana ihtiyacımız var.
Türk sineması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sinema Türkiye’de Türk romanı gibi çağdaş bir sanat. Gerçekten iyi. Ve benim düşünceme göre Türkiye kendi rönesansını yapma konusunda çok sıkı çalışıyor. Türk sanatçılarun büyük bir fırsata sahip olduğunu düşünüyorum. Sadece yeni bir yol bulmaya ihtiyaçları var.