Sektöre Plato Film’de reji asistanı ve editör olarak adım atan Aylin Zoi Tinel, sayısız reklâm filmi yanında 1999 yılından beri aralarında Propaganda (1999), Komiser Şekspir (2001), Eğreti Gelin (2005), Pardon (2005), Adem’in Trenleri (2007), Köprüdekiler (2009), Gölgeler ve Suretler (2010) gibi filmlerin olduğu projelerde editör ve post prodüksiyon danışmanı olarak çalıştı. 2003-2006 yılları arasında Bahçeşehir, Kadir Has ve Bilgi gibi üniversitelerde ders verdi. 2007’de "İsimsiz" adlı uzun metraj film projesiyle T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan senaryo geliştirme desteği aldı. Tinel, VAV Film Grubu'yla kolektif projeler üretmeye ve reklâm, enstalasyon, uzun metraj film ve belgesel gibi farklı disiplinlerde editörlüğe devam etmekte.
Köprüdekiler ile 21. Uluslararası Ankara Film Festivali’nde, Gölgeler ve Suretler ile 47. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kurgu ödülü alan Aylin Zoi Tinel ile kurgu üzerine konuştuk.
Kurgu Türkiye’de çok bilinmeyen bir alan. Genel izleyicinin kurguyu senaryoyla karıştırdığına çok şahit oluyoruz. Sizce kurgu nedir?
Öyle bir yanılgı var ve bu doğal. Dramatik kurguyla masadaki kurgu bazen iç içe girse de dramatik kurgu genellikle kâğıt üzerinde çözülen kurgudur. İnsanlar filmi izlediklerinde dramatik kurgusunu beğenirlerse “Kurgusu çok güzeldi.” der. Bizim işimiz daha farklı. Zaman zaman o alana müdahale etsek de kurgu, filmin kompozisyonunu oluşturmaktır. Amiyane tabirle film üç kere yazılır denir: Tekst yazarken, çekerken ve kurgu masasında. Tekst hâli senaryodur. Çekildiğinde başka şeye dönüşür. Benim işim çekildikten sonra bunları görsel bir kompozisyon hâline getirmektir. Filmin bütününün temposunu belirleyip oluşturmak, daha ziyade bir şeyi ifade etmek için görsel olarak en parlak aralıklar ne ise onları doğru şekilde bir araya getirip tek parça göstermektir.
Kurgucu olmak için ne yapmak gerekir? Yeteneğiniz ne derece önemlidir?
Sinemanın diğer dalları gibi kurgu da birçok disiplinden beslenir. Kurgucu olmak için bulmacaları sevmeniz, iyi bir görsel okumaya sahip olmanız, çok iyi bir müzik kulağına sahip olmanız gerekir. Bir hikâyeyi görsel olarak görüntünün kompozisyonunu değil de kurgusunu oluşturarak nasıl ifade edebildiğiniz çok önemli. Bu sonradan öğrenilen bir şey ama diğerleri maalesef doğuştan geliyor. Bunun dışında çalışmak gerekiyor, ama dediğim gibi bence o üçü olmadan olmaz. Aynı zamanda -bu kişisel fikrim- çok iyi bir önsezi gerektiriyor.
Türkiye’de kurgunun tam olarak bir standardı ya da prosedürü var mı? Örneğin ABD’de kurgu sendikasına üye olmayanların kurgu odasına giremediğini biliyoruz.
Sektör oluşamadığı için Türkiye’de her şey şartlara, şartları yöneten kişilere göre şekilleniyor. Amerika’da birtakım editörlerin bazı şeylere imza atma hakkı var. Diğer editörler üç beş kişi olmak durumunda kaldıkları için çoğu zaman o imzadan yoksun kalıyorlar. Türkiye’de ise durum biraz karışık. Pek çok şey gün geçtikçe iyiye gidyor ama kurgu konusunda bazı yönetmenlerle kişilerde yanlış bir algı var. “Çektiklerimiz bir şekilde bir araya gelir ve film olur” diye düşünülüyor. Bundan dolayı iyi editörler son anda olaya dâhil olmak zorunda kalıyor. Halbuki bir editörün senaryo aşamasından itibaren filme dâhil olması gerekir. “Biz yaptık ama olmadı, gel sen bir baksana.” aşaması hiç doğru değil ama çok oluyor. Parasızlıktan, Türk işi iş yapmaya çalışmaktan dolayı böyle durumlarla karşılaşılabiliyor.
Gölgeler ve Suretler (2010) filmiyle Altın Portakal’da En İyi Kurgu Ödülü’nü kazandınız. Türkiye’de sektör olmadığını düşünürsek ödüllerin sağlıklı olduğunu düşünüyor musunuz?
Bence hiçbir ödül sistemi sağlıklı olamaz. Yıllarca ödül vermiş ve birtakım standartlara kavuşmuş bazı kurumlar dışında bizde de bu durum geçerli. Her ödül, festivalin politik görüşlerine, jürisine ve seçimlerine kalıyor. Ödül, şevk veren ve kendini iyi hissettiren bir şey. Ama sağlıklı demek mümkün değil.
Propaganda, Eğreti Gelin, Köprüdekiler, Gölgeler ve Suretler gibi filmlerde farklı yönetmenlerle çalıştınız. Bunlar arasında özel olan, çok severek çalıştıklarınız var mı?
Çok severek yaptığım işler var. Eğreti Gelin Atıf Yılmaz’ın son filmiydi ve birlikte çalışma imkânı bulduğumuz için çok sevinmiştim. Atıf Abi filmini fazla opsiyon bırakmayacak şekilde çeker. Filmin genel ritmi üzerinde uğraşırsınız, ama fazla sağa sola kımıldayacak bir alan yoktur. Aslı Özge’nin Köprüdekiler filmi çok zor bir işti. Ben üçüncü editör olarak gittim; çok yorucuydu. Ama çok severek yaptım; sonucundan da memnun oldum. Gölgeler ve Suretler anlattığı şeyin kendisi itibariyle yapmış olmaktan gurur duyduğum bir işti. Çok sıkı bir ekip oldu. İyi oyuncu kesmek, öyle bir imkâna sahip olmak editör için en müthiş şeylerden biri. Sonucundan memnun olduğum ender işlerden biridir. Derviş’le çalışmak zaten herkesin de bildiği gibi keyifliydi. Bu süreçlerin hepsi bir macera ve hepsinden bir şey öğreniyorsunuz.
Kurgu masa başı işi olarak bilinir. Sizin için kurgu masa başında mı başlıyor yoksa setle de bağlantınız oluyor mu?
Sağlıklı çalışma ortamlarında senaryodan başlıyorum. Dramatik kurgu üzerinde konuştuğumuz, tartıştığımız, kâğıt üzerinden kurguya müdahale ettiğimiz oluyor. Motor dendiği andan itibaren ekibimle kurguya başlarız. İş geç gelmemişse herhangi bir aksilik ya da ihtiyacını duyduğum şeyler olduğunda sette konuşup tartışıyoruz. Masa başı bir iş, ama tamamen bir odada geçmiyor.
Sette sadece yönetmenle mi muhatap oluyorsunuz yoksa ekipten başkalarıyla da etkileşiminiz oluyor mu?
Problemin doğasına bağlı. Bazen yönetmeni hiç ilgilendirmeyen bir konuda rejiyle konuşuyorum. Bazen görüntü yönetmeniyle ya da sesçiyle.
Kurguya senaryonun akışına göre mi yoksa can alıcı sahnelerden mi başlarsınız?
Sahneler sıralı çekilmiyor. Ben çekim sırasında başladığım için sıralı bir kurgulama olmuyor. Sahneler önce kabaca kurgulanır. O etapta fazla masa başında oturmam. Ekibim benim gözetimimde kabaca sahneleri bağlar ve onlar çoğalmaya başladıktan sonra sekans olur. Sekans olmaya başlamadan evvel ben devreye girip onları tekrar ele alırım. Dolayısıyla sıralı bir şey yok. Sekanslar baştan, sondan, ortadan oluşmaya başlıar ve yavaş yavaş büyür. Sonunda filmin kendisine ulaşırsınız, ama zaten esas kurgu, yani işin incelikli tarafı da orada başlar. Sahne içi kurguları ayrı, filmin kurgusu ayrı bir dinamiktir.
Kurguya filmin süresinin belli bir dakikada olması niyetiyle mi başlanır yoksa filmin süresi yapılan kurguya göre mi belirlenir?
Açıkçası öyle bir niyet yok. Prodüktörler açısından uzun olmasıyla ilgili sakıncalar var. Bir film ilk bağlandığında her hâlükârda uzun olacaktır. Ama sonra kendi doğası gereği eleniyor. Ben Allah’a şükür “bu yüz ama ona insin” diye bir iş yapmadım. Zaten oldukça gaddarımdır. Başıma gelmedi ama bazı filmler var rahat yüz kırk, yüz elli dakikayı kaldırabilir. Öyle epik filmler bizde olmadığı için başıma gelmedi.
Bir kurgucu için olmazsa olmaz bir özellik ya da bilgi var mıdır?
İyi bir kurgucu dinlemeyi bilmeli, çünkü her şey yönetmen ve editör arasındaki diyalogda. Karşınızdaki insanın ne yapmak istediğini -zaman zaman hak vermeseniz de- anlamamız gerekir. Editör iyi iletişim kurabilmeli, iyi bir dinleyici olmalı, sabırlı olmalı. Pek çok şey bir arada olmalı. Çünkü kurgudaki en önemli şey oyun kesmektir; filmin kendisini oluşturana kadar çok iyi bir oyuncuyu madara edebilir ya da vasat bir oyuncuyu iyi gösterebilirsiniz.
Bahçeşehir, Kadir Has ve Bilgi gibi üniversitelerde dersler verdiniz. Üniversitede kurgu üzerine verilen eğitim yeterli mi? Üniversiteler branşlaşma konusunda sinema sektörünün oluşmasına kısa vadede yardımcı olabilir mi?
Böyle bir şey olabileceğini düşünmüyorum. Çok meraklı öğrenciler de geliyor ama tam olarak neye meraklı olduklarını bilmiyorlar. Yönlendirmek gerekiyor. Derslerde, biraz da okulların formasyonu nedeniyle, “Kurgu programı kullanmayı öğrenelim, parçaları birbirlerine bağlayalım, çok eğlenceli.” diye düşünüyorlar. Ama teorik konuşmaya başladığınız zaman dünyaları kararıyor. Okul sisteminde zor geliyor çünkü bütün dalların aynı şekilde işlenmesi gerekir. Kurgu tek başına bunu başaramaz. Okulda iyi kameraman, iyi kurgucu yetişiyor mu? Hayır. Zaten çocukların hepsi yönetmen olmak istiyor. Hem fazla vaktim olmadığı hem de okuldan geldikten sonra sinirden hasta yattığım için artık ders vermeyi bıraktım. Ama kendi stüdyomda genç insan yetiştirmeye çaba gösteriyorum. Gerçekten ilgisi varsa burada bunu görmek daha rahat.
Film izlerken filmi kurgucu gözüyle mi izlersiniz yoksa seyirlik tarafını düşünerek mi izlersiniz? Kurgucu olmanız haz almanızı engeller mi?
Çok rahat, izleyici gibi izlerim, fakat beğendiysem, başarılı bulduysam farklı yerlerini baştan izlerim. O zaman bakarım. Yoksa hayat çok kötü olurdu.