Ahmet Yurtkul, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun olduktan sonra sektöre televizyon filmlerinde yönetmen yardımcılığı yaparak adım atar. Daha sonra Kırık Kanatlar (2005) ve Geç Gelen Bahar (2008) dizileriyle birlikte 120 (2007), O… Çocukları (2008) ve Deli Deli Olma (2009) filmlerinde de yardımcı yönetmen ve yönetmen yardımcısı olarak çalışır. Son olarak Murat Saraçoğlu’nun Yangın Var (2011) filminde karşımıza çıkan Ahmet Yurtkul’la yönetmen yardımcılığı, yardımcı yönetmenlik ve sektör üzerine konuştuk.
Türkiye’de yardımcı yönetmen ve yönetmen yardımcılığı çok bilinmeyen iki alan; çoğu zaman karıştırıldıklarına da şahit oluyoruz. İki alanda da çalışan biri olarak aralarındaki farklılıklardan bahsedebilir misiniz?
Bir sette yönetmen yardımcıları olur; bunların sayıları iki üç olabileceği gibi ona kadar çıkabilir. Yardımcı yönetmenlik, yıllardır yönetmen yardımcılığı yapan birisinin diğerlerinin amiri olduğu belli olsun diye yapılan bir isim değişikliği. Aslında dünyada bunun adı First Asistant Director, yani Birinci Yönetmen Asistanı’dır. Yönetmen yardımcılığına dizilerde getir götür işleri yaparak, sufle vererek, “time-code” tutarak başlarsınız. Ondan sonra bunun bir üst aşaması olarak devamlılık tutmaya kadar gelir. Aldığınız sorumlulukları yerine getirerek işinizde yetkinleştiğinizi gösterdiğiniz zaman size daha fazla sorumluluk verilir. Bu sefer setteki birçok şeyden haberdar hâle gelirsiniz. Sufle veren, asistanlık yapan, devamlılığa bakan insanları, yani kendi asistanlarınızı koordine etmeye başlarsınız. Yardımcı yönetmen, yönetmen yardımcılarının şefidir; sette bütün bilginin toplandığı tek kişi denilebilir. Yönetmenin bile bilmediği birçok bilgiyi elinde bulunduran, daha doğrusu yönetmeni gereksiz bilgilerle meşgul etmeyen kişidir. Sanat, yapım ve kamera grubundan aldığı bilgileri kendisinde toplar ve daha sonra bu bilgileri düzenler. Bu düzenleme, filmin sağlıklı şekilde çekilebilmesinin, hangi şartlarda ve ne kadar zamanda çekileceğinin programlanması demektir. Meselâ mekânın hangi şartlarda ve hangi zaman dilimlerinde hazırlanacağını sanat yönetmeni bilir. Yardımcı yönetmen de sanat yönetmeninden aldığı bilgilerin ışığında programını yapar. Keza oyuncuların sadece bir filmle ilişkisi olmayabilir. Film dışında tiyatrolarda oyunları, provaları ya da daha farklı faaliyetleri olabilir. Dolayısıyla oyuncunun da bilgisini toplar; bu ve başka bilgileri alıp düzenler ve bir plânlamaya varır. Yardımcı yönetmen biraz da halkla ilişkiler uzmanı gibidir; set içi ve set dışı irtibatı sağlar.
Genelde Holywood’da bazı yönetmenler ahbabı olduğu başka bir yönetmene filmlerinin bazı sahnelerini çektirirler. Dizilerde ya da filmlerde de bazı çekimler başka bir yönetmene yaptırılabiliyor. Bunlara da yardımcı yönetmen diyebilir miyiz?
Evet, daha çok dizilerde yapılan bir şey bu. Ama Türkiye’de bir yönetmen kendi sinema filminde bazı sahnelerin çekimini yardımcısına bırakıyor mu, bundan emin değilim. Böyle bir şeyle karşılaşmadım. Bazı auteur yönetmenler elbette herhangi bir yardımcısına bir sahneyi çekmek için bırakmıyordur. Ama anaakım filmlerde böyle bir şeyle karşılaşmak mümkün. Şimdiye kadar bunun adı yardımcı yönetmendi. Artık bunu yapan insanlara ikinci yönetmen deniyor. Türkiye’de ikinci yönetmenlik dizilerde yapılan bir iş genelde. Dizilerin doksan dakika gibi bir zamana yayılması ve çok ağır şartlarda çalışılıyor olmasıyla ortaya çıktı.
Direksiyonu eline aldığı zamanlarda yardımcı yönetmenin özgürlüğünün sınırları var mıdır? Yani yardımcılığını yaptığı yönetmenin kalıpları içerisinde kalmak zorunda mıdır yoksa kendisi özgün bir şeyler ortaya koyabilir mi?
Bir dizi filmin çekim şartları ve estetiği bellidir. Dolayısıyla bir yardımcı yönetmene o dizinin bazı sahnelerini çekmek düştüğü zaman ortada çok fazla estetik farklılığın olabileceğine inanmıyorum. Yani bu işin matematiği bellidir. Dizi belli disiplinler içerisinde, belli bir hesap kitapla çekilir. Dolayısıyla orada yardımcı yönetmenin değil yönetmenin özgürlüğünü tartışabiliriz. Ama bir sinema filminden bahsediyorsanız bu daha önce de dediğim gibi çok karşılaştığım bir şey değil. Bir sinema filminde hem yardımcı yönetmenin hem de yönetmenin bazı sahneleri çekiyor olması bir romana iki kişinin başlaması gibi bir şey olur. Bir sürü biçim, anlatım ve dil farklılıkları var.
Ekip oluşturma aşamalarında yardımcı yönetmeni kim seçiyor? Yapımcı mı yönetmen mi yoksa başka biri mi?
Yapımcı da seçebiliyor yönetmen de. Yönetmen, daha önce çalıştığı bir yardımcı yönetmeni “Ben onunla çalışmak istiyorum.” diye yapımcıya önerebiliyor. Yapımcılar da buna genellikle sıcak bakıyorlar. Bazen yönetmenler seçimi tamamen yapımcıya bırakırlar. Yapımcı da kendi çevresinden yola çıkarak yardımcı yönetmeni seçer. Bizim işimizde sözlü iletişim çok önemlidir; kâğıt üzerinde yürümez işler. Daha önce çalışılmış filmler, televizyon dizileri ve oralarda kurulmuş ilişkiler referans olur.
Yönetmen yardımcılığı ve akabinde gelen yardımcı yönetmenlik, yönetmenliğin ilk adımı mıdır yoksa uzun vadeli plân yapılabilecek ve uzmanlaşılabilecek alanlar mıdır?
Türkiye’de benim bildiğim kadarıyla uzmanlaşmış iki üç yardımcı yönetmen var. Elli altmış yaşlarında hâlâ yardımcı yönetmenlik yapıyorlar. Ama bizde bu hiçbir zaman bahsettiğiniz gibi bir uzmanlaşma hâline dönüşmedi. Yurt dışında altmış yaşında, yetmiş yaşında hiçbir zaman yönetmen olmak gibi bir dert taşımayan First Assistant Director’lar var ve bunlar Hollywood filmlerinde tercih edilen insanlar. Türkiye’de yönetmen yardımcılığı yönetmenliğe giden yolda bir basamak olarak görülüyor. Bunu anlayabiliyorum çünkü ben de bunlardan biriyim. Yönetmen olmak için yönetmen yardımcılığı yapmak gerekiyor mu dersen bundan da çok emin değilim. Çünkü bu senin ana mesleğin hâline gelmeye başladıktan sonra tembelleşebiliyorsun ve riskli tercihlerde bulunmak giderek zorlaşabiliyor. Çünkü bu işten para kazanmaya başlıyorsun. Dolayısıyla ben yönetmen olmak için asistanlık yapmanın, yönetmen yardımcılığı yapmanın çok elzem olduğunu düşünmüyorum. Ama yönetmen yardımcılığı yapmak, gerçekten film çekmeye niyetli birisi için hemen ilerlemesini sağlayacak bir etken olarak gözüküyor. Ayrıca setteki süreci de görmesini sağlıyor.
Yönetmen yardımcısı olmak için ne gibi yetiler gerekir? Bir yönetmen yardımcısında aranan “yetenek” hangi ölçüye göre belirleniyor?
Bir yönetmen yardımcısında bulunması gereken özelliklerin yönetmenlikle, bir filmi çekmekle, film çekmenin motive eden süreçleriyle hiçbir ilgisi yok. Yönetmen yardımcısının öncelikle akıllı, uyanık, sosyal ilişkileri güçlü, insanlarla çabuk iletişime geçebilen ve pratik zekâya sahip biri olması gerekiyor. Çünkü yönetmen yardımcısı, sette oyuncularla beraber neredeyse yüz kişiyle muhataptır. Oysa yönetmen sessiz, içine kapanık, az konuşan biri olabilir. Dolayısıyla yönetmen yardımcısının yaptığı işle yönetmenin yaptığı iş arasında çok da bir bağlantı yok. Yönetmen yardımcısı daha çok teknik işlerle uğraşır ve organizasyonda yer alır. O yüzden bir halkla ilişkiler uzmanı ne kadar yetenekliyse yönetmen yardımcısının da o kadar yetenekli olması lâzımdır.
Yönetmen yardımcısının sette yönetmenle ilişkisi nasıldır? Yönetmen yardımcısı diğer set ekibiyle yönetmen arasında köprü görevi mi görüyor?
Evet, yönetmen yardımcısı yönetmen, set ve oyuncular arasında köprü görevi gören insandır. Bu işlevinden yola çıkarsak yönetmen yardımcısı aslında oldukça politiktir. Zaman zaman alttan alır, uzlaşmacı bir tavır sergiler ve herkesi idare eder. Dolayısıyla setin en uzlaşmacı adamının yönetmen yardımcısı olması gerekir. Bazen tam tersi de olabilir. Yönetmen yardımcısı gerektiği yerde otoritesini de gösterir. O herkesle iyi geçinirse setteki diğer insanlar da birbirleriyle iyi geçinecektir. Bir sette yönetmen yardımcısının enerjisini sete yansıtabilmesi en az yönetmeninki kadar önemlidir. Sette iyi bir enerji varsa herkes daha mutlu ve huzurlu çalışabilir. Aksi takdirde pek çok gerilim yaşanabilir.
Yönetmen yardımcılığı ve yardımcı yönetmenlik maddi anlamda tatmin edici mi, yönetmen yardımcılığını bir “sürünme dönemi” olarak değerlendirmek doğru olur mu?
Düzenli olarak televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde yönetmen yardımcılığı yapan bir insan rahatlıkla geçinebilir; burayla ilgili bir problem yok. Ama yapmak istediği iş bu değilse zaten bir üst aşamaya geçmek zorundadır. Sürünme dönemine gelirsek bir insan ne kadar sürünebilir ki? En fazla bir yıl sürünebilir. Bir yıl sonra mutlaka setteki konumu değişecektir. Daha önce de dediğim gibi sufle verirsiniz, devamlılık tutarsınız ama daha sonra bir üst aşamaya geçmek zorundasınız. Kimse olduğu yerde saymayacaktır. Dolayısıyla her meslekte olduğu gibi bu meslekte de ilerleyen ve işini iyi yapan insanlar üçüncü asistanlık, ikinci asistanlık, birinci asistanlık ve yardımcı yönetmenlik şeklinde ilerleyecektir. Düzenli olarak yapıldığında herkes bu işten para kazanabilir. Ama sektör herkese düzenli olarak bu işi yapma imkânını vermiyor. Çok fazla televizyon dizisi, sinema filmi çekiliyor olabilir ama yine de bazıları düzenli olarak çalışamıyor ya da iki sene bir dizide çalışan daha sonra bir sene hiçbir işte çalışamayabiliyor. O dönemler sıkıntılı olabilir.
Bahsettiğiniz bu sıkıntılar Türkiye’de şimdiye kadar bir sektör oluşturulamamış olmasının bir getirisi mi?
Pratikte bir sektör var ama şimdiye kadar kâğıt üzerinde de kuralları, bütünlüğü olan bir sektörün oluşması gerekiyordu. O sektör oluşmuş olsaydı herhâlde alınan ücretler, kimin ne kadar çalışacağı, nerede çalışacağı, kaç gün süreyle çalışacağı, haftada kaç saat çalışacağı gibi meseleler aydınlığa kavuşmuş olacaktı.
Pek çok dizide ve filmde çalıştınız. Dizilerin ve filmlerin farklı doğruları, farklı kuralları olduğunu düşünürsek biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?
Daha önce dediğim gibi dizinin estetiği çok belli, yapılabilecek şeyler çok sınırlı. Dolayısıyla dizi çekerken yönetmenin özgürlüğü birtakım şeylerle, teknik sınırlamalarla kısıtlanmış durumda. Bir dizide ne kadar özgür olabilirsiniz ki? Plân sekanslarla bir dizi çekemezsiniz. Dizinin çekilme yöntemleri belli, Hollywood matematiğine sahip dizilere. Hızlı bir kurgusunun olması, sık sık kesmelere başvurulması, yakın plânların yoğun olarak kullanılması gerekiyor. Matematiksel anlamda formülü çok bellidir. Çok küçük detaylar ve biçim farklılıkları olsa da aşağı yukarı bütün yönetmenler dizileri aynı formülle çekiyorlar. Dolayısıyla bir sinema filmindeki kadar özgür değil yönetmen. Diziler bir bakıma gazete çıkarmak gibidir. Gazete çıkarmanın da belli kuralları var, dizi çekmenin de. Sinemada da var bu kurallar tabii ama sinemada yönetmen bu kuralları yıkabiliyor ve onları tekrar icat edebiliyor.
Şimdiye kadar çalıştığınız işler size ne kadar katkı sağladı? Yaşadığınız süreci şekillendirebildi mi ya da ona bir şeyler kattı mı?
Şimdiye kadar çalıştığım bütün işlerden bir şey öğrendim. Kendi filmimi çekerken bunların faydası tabii ki olacak. Özellikle insan ilişkileri konusunda bu tecrübelerin çok faydalı olacağını düşünüyorum. Diğer bir katkısı da şu: Teknik koşulları bilmek film çekerken bir yönetmenin neleri yapıp neleri yapamayacağını bilebilmesi açısından çok önemlidir. Bunları sağlıklı ve berrak bir şekilde görebilmek açısından çalıştığım işlerin, set tecrübelerinin yapacağım işe olumlu yansıyacağını düşünüyorum. Ama sektörde çok fazla çalışmak beraberinde bir metal yorgunluğunun ve birtakım ezberlerin ortaya çıkmasına da sebebiyet veriyor. Dolayısıyla bu süreç, sette edinilen tecrübeler anlamında ilk filmini çekecek kişiye bir yandan fayda sağlarken diğer yandan zarar da verebilir. Çünkü kişi ezberlerinden, alışkanlıklarından kurtulamadığı zaman özgünlük problemiyle karşı karşıya kalır. Buna çok dikkat etmek gerekiyor.
Genelde insanlarda film çekme işinin kavga gürültüyle gerçekleştiği izlenimi var. Biz de kısa film setlerimizde bu tarz durumlarla karşılaşabiliyoruz. Çok fazla set tecrübesi olan ve bütün set ekibiyle sürekli iletişim hâlinde olan bir insan olarak “huzurlu” bir set ortamı olması sizce mümkün müdür?
Dediğiniz doğru. Genelde böyle bir kavga dövüş hâli vardır. Zaten yaratıcılık pek de huzurlu bir durum sayılmaz. Dolayısıyla huzurlu bir yönetmen var mı, filmini huzurlu bir şekilde çeken var mı bilmiyorum. Anladığım kadarıyla sahici, özgün bir sinema yapmaya çalışan bir yönetmenin, derdi olan bir yönetmenin filmini yaparken huzurlu olabilmesi mümkün değil. Tabii ki yönetmenin huzursuzluğunu kontrol etmesi önemlidir. Yönetmen huzursuzluğunu kontrol edemediği zaman bu sete yansıyabiliyor ve o huzursuzluk diğer insanlara da sıçradığında, diğer insanlar da bunu kontrollü bir şekilde karşılamadığı zaman kavga gürültü olabiliyor. Bir roman yazarı ya da bir müzisyen de tek başına çalıştığında kendisiyle kavga ediyor, kendisiyle meşgul oluyor devamlı. Yönetmen bunu setteki altmış insanın önünde yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla huzur, film setinde zor bulunur. Ama huzursuzluk insanların birbirine saygılı olmasına engel değil. Saygı bir üst başlık olduğunda, ne olursa olsun iletişimde bir problem yaşanmaz diye düşünüyorum. Çalıştığım setlerde kendi hesabıma her zaman bunu uygulamaya çalıştım.
Alanınızda karşılaştığınız sorunlar nelerdir? Meselâ bir görüntü yönetmeni, yönetmenin kendisine çok müdahale ettiğinden ve özgür olamadığından şikâyet edebiliyor. Siz de bu tarz sorunlarla karşılaşıyor musunuz?
Benim böyle sorunlarım yok çünkü yönetmenin kim olduğunun farkında bir insanım. Yönetmen her şeye müdahale etmeye hakkı olan, her şeyden sorumlu kişidir. Film onun ve bizler onun filmini çekmesine yardımcı olan insanlarız. Film yönetmenin olunca yüzde yüz müdahale hakkı da onun oluyor. Onun isteği, hisleri, duyguları doğrultusunda yürümek zorunda her şey. Bu duygusal hâllerin dışında aslında sektörle ilgili daha temel şeylerden bahsetmek gerek. Evet, düzenli olarak çalışan bir yönetmen yardımcısı bu sektörde kendisini geçindirecek parayı kazanır dedim, ama bunun dışında bazı sorunlarımız da var. Sosyal güvencemizin olmaması bunların başında geliyor. Bu sadece yönetmen yardımcılarının değil, sektörde çalışan herkesin yaşadığı bir sıkıntı. Kimsenin sigortası muntazam bir şekilde ödenmiyor. Ödeyenler var, bunu yapan yapımcılar var, ama sektörde herkes bir sosyal güvenlik çatısı altında çalışıyor diyemiyoruz. Bunun düzenlenmesi lâzım. Bir diğer sorun da çalışma saatleri. Sette kimyanız ve biyolojiniz bozulursa aklınız da kimyanız ve biyolojinizi takip ediyor. Dolayısıyla günde on altı, on yedi saat çalışan bir insanın sette huzurlu olabilmesine, sakin kalabilmesine, rahat çalışabilmesine ve en önemlisi de işini iyi yapabilmesine imkân yok. Estetik kriterleri ve sanatsal detayları ise bir kenara bırakıyorum. Hız, sektörde yavaş olanın canına okuyor. Sektöre hızın kendisi hâkim. Dolayısıyla bu hızda yavaş olmak, yapılan işin üzerine eğilmek, düşünmek zorlaşıyor. Hatalar da bu hızın arkasından geliyor. Konsantre ve dikkat eksikliği bir sürü hataya sebebiyet veriyor. Hataya sebebiyet vermek de insanların birbirleriyle ilişkilerine yansıyor. Başa dönersek kimyanız ve biyolojiniz iyi işlemiyorsa, sağlıklı değilseniz, sizden verim alınamaz; zaten verimli de olamazsınız.