Pixar stüdyolarının özellikle son on yıldır ürettiği animasyonlar ve bunlardan elde ettiği kârlar düşünüldüğünde, diğer film şirketlerinin bu alanda kendilerine yer açmak istemeleri de kaçınılmazdı. Özellikle Pixar’ın en güçlü rakibi DreamWorks’ün, Shrek serisi, Köpekbalığı Hikâyesi (Shark Tale, 2004) ve Kung Fu Panda (2008) filmleriyle pazarda kendine önemli bir yer elde etmesinden sonra Universal stüdyoları da pazarda daha fazla yer alabilmek için hazırlıklara başlamıştı. Bu amaçla 20th Century Fox’tan Buz Devri (Ice Age, 2002) serisinin yaratıcılarından Chris Meledandri’yi de üç yıl önce bünyelerine katmışlardı. Meledandri’nin de etkisiyle Universal’ın bu alandaki çabalarının Çılgın Hırsız (Despicable Me, 2010) filmiyle birlikte sonuç vermesi ise ilginç bir karşılaşmayı beraberinde getirdi. Pixar’ın ilk uzun metrajlı animasyonu olan ve tabiri caizse Pixar’ı Pixar yapan Oyuncak Hikâyesi serisinin son filmi vizyona girmişkenUniversal da Çılgın Hırsız’ı vizyona sürdü. Pixar’ın en başarılı serisi karşısında beklenmedik derecede başarı kazanan Çılgın Hırsız, bir yandan Universal’ın pazardaki varlığını pekiştirirken, diğer yandan da animasyon alanındaki başarının formüllerini açık ediyor.
Kötülüğüyle dünyaya nam salan, varoluşunun temelini kötülüğe dayandıran bir hırsız olan Gru’nun maceralarının anlatıldığı animasyonda, her şeyden önce yaratılan karakterlerin derinliği dikkat çekiyor. Gru ve karşısındaki genç rakibi Vector’un dünyanın en büyük hırsızı olma konusunda verdikleri mücadelenin arkasında bir anlamda kendilerini ispat etme girişimlerinin olduğunu görüyoruz. Gru, çocukluğundan itibaren yaptığı hiçbir şeyi beğenmeyen annesine karşı, Vector de otoriter ve asabi banka sahibi babasına karşı kendisini ispatlamaya çalışıyor. İkili arasındaki mücadeleyi körükleyen ve bunu bir anlamda varoluş mücadelesi hâline getiren unsur da bu oluyor. “Dünyadaki en büyük kötü” olma yolunda Gru’nun genç rakibi Vector’le girdiği savaş bir yandan da “kötülük” kavramının sorgulanmasına yol açıyor. Tim Burton filmlerindekine benzer şekilde, ailenin ve toplum baskısının bireyin “kötülük” yapmasındaki etkisine tanık olurken, kötülüğün kaynağının toplumsal olanda arandığını görüyoruz.
Çılgın Hırsız ve Referans Sineması
Çılgın Hırsız’ı benzeri animasyonlardan ayıran bir diğer önemli nokta, filmin hikâyesinin hem sinema alanından hem de güncel hayattan referanslarla zenginleştirilmesi ve yan hikâyelerle desteklenmesi oluyor. Kötülük üzerinden iyiye vurgu yapılması ve filmdeki Gru karakterinin üç yetim kardeşi evlât edinerek içindeki iyiliği çocuklar sayesinde keşfetmesi, Dickensvari klişe bir değişim olarak gözükse de film, esas olarak bu hisseyle kendini sınırlamıyor.. Belki de bu anlamda Pixar’ın Arabalar (Cars, 2006) ve DreamWorks’ün Köpekbalığı Hikâyesi gibi görece fazla didaktik kalan animasyonlardan da ayrı bir yerde durmayı başarıyor. Farklı türleri içinde eritmeyi başaran Çılgın Hırsız, kara komediden aksiyon sinemasına ve bilim kurguya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde farklı türlerde geziniyor. Bütün bu türlerin önemli filmlerine göndermeler yaparak postmodern bir hassasiyet içinde onlarla akrabalık kurma çabasından da geri kalmıyor. Gru’nun Nosferatu’yu hatırlatan dış görünüşü, Bela Lugosi’ye benzetilmeye çalışılan tuhaf Doğu Avrupa aksanı ve evinin gotik şatoları andıran ürkütücü dekorasyonu, bize ilk elden Ekspresyonizm destekli klâsik korku filmlerini hatırlatıyor. Fakat bunların karakteri tanımlamada çok fazla bir önem arz etmemesi, Ekspresyonizm’deki gibi dış görünümün kasten bozulması, dekora verilen önem, jest ve mimiklerin abartılması gibi çeşitli öğelerin simgesel bir anlam barındırmaması bunların pastişten öteye gitmediğini gösteriyor. Filmin bir diğer akrabalık kurduğu tür de kara komedi. Bir yandan olay örgüsü, mizansen anlayışı ve müzik kullanımıyla Pembe Panter filmlerini hatırlatırken, diğer yandan da Baba (The Godfather, 1972) filmiyle birlikte 1960’ların kara filmlerine göndermeler yapılıyor. Özellikle 1980 sonrası sinemasında sıkça örneklerini gördüğümüz bu referans sineması anlayışını artık animasyonlarda da görmek, tuhaf bir şekilde, içinde yaşadığımız dünyanın yönelimlerinin de bir göstergesi oluyor.
Tipik bir aile filminde bunca şeye yer veren Çılgın Hırsız, hikâyesinin arka plânında ekonomik krizden günümüz gençlerine, baskıcı ailelere, toplumsal önyargılara kadar daha pek çok konuya da dokunup geçiyor. Ancak bu meselelerin çoğu, filmin sinemasal referansları gibi havada kalmaktan kurtulamıyor. Yine de film, bütün bu öğeleri, çocuklar kadar yetişkinlere de hitap eden kaliteli mizahı, incelikli ve detaycı çizimleri ve sempatik karakterleriyle içinde eritmeyi başarıyor. Bu yanıyla, filmin çok klişe kalan temel mesajı da didaktiklikten kurtuluyor. Filmin merkezinden uzaklaşılmadan ayrıntılara ve yan hikâyelere yer verilmesi, ana fikrin bayatlığının da üstünü örtüyor.
Netice itibariyle Çılgın Hırsız, Shrek ve Oyuncak Hikâyesi serisi gibi çocuklar kadar yetişkinlere de hitap eden, mesajlarını keyifli hikâyesi, eğlendirici mizahı ve sempatik karakterleriyle de birleştirmeyi başaran bir animasyon. Belki de en büyük eksikliği çağdaşı pek çok film gibi olduğundan fazlasını vaat ederek, farklı hassasiyetlerinin de olabileceğini ima etmesi. Örneğin, Amerika’daki ekonomik krizin simgelerinden biri hâline gelen kötülük bankasının girişindeki “Formerly Lehman Brothers” yazısı gibi… Bir imanın ötesine geçmeyen bu tür göndermelerin görece fazlalığı, filmin gücünü bir nebze azaltsa da Çılgın Hırsız her şeye rağmen Universal’ın artık Pixar ayarında animasyonlar üretebileceğinin işaretini veriyor. Görünen o ki Oyuncak Hikâyesi serisi, Kayıp Balık Nemo (2003), Wall-E (2008) ve Up (2009) gibi üst düzey animasyonlar üreten Pixar ve onun daimi rakibi DreamWorks’ün yanına yeni bir rakip daha geldi. Çılgın Hırsız’ı bu açıdan da yeni bir rekabetin öncüsü olarak görmek mümkün.